Türk Sosyalistlerin İSLAM Korkusu

Türk Sosyalistlerin İSLAM Korkusu

Türk Solu ajan ve provakatörlük deneyimlerini bir başka açıdan sergilemeye başladı.Türkiye`deki İslami ve İnsani hizmetlerden rahatsız olan Kemalist Ulusalcı Sol , İslami Kurum ve Kuruluşları jurnalleyen bir yazı yayınladı.İste o yazı...

Türk Solu ajan ve provakatörlük deneyimlerini bir başka açıdan sergilemeye başladı.Türkiye`deki İslami ve İnsani hizmetlerden rahatsız olan Kemalist Ulusalcı Sol , İslami Kurum ve Kuruluşları jurnalleyen bir yazı yayınladı. Tamamen devletin istihbarat örgütleri tarafından yönlendirildikleri ve bu doğrultuda karalama amaçlı kendilerine verilen bilgileri kullandıkları belli olan bu karanlık yapı, kendilerinin işçilerin dostu, İslami kesimi ise İşçi ve emekçi düşmanı olarak göstermekten de geri kalmıyor!

 

İşçi ve emekçilerle hiç bir alakaları olmayan, tamamen Türkiye'deki güç odaklarının beslemeleri olan ve kendilerini sol, sosyalist olarak tanımlayan, gerçekte dünyadaki sosyalist anlayışla da hiç bir alakası olmayan ve kemalizmin stepnesi durumunda olan bu çeteler her daim tetikçilik görevini yerine getirmekten çekinmemiştir.

Yazının diğer ilginç bir özelliği de 1990'larda Kuzey Kürdistan'daki olayların tetiklenmesinde başrol oynayan Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek'in yerini almak istemeleridir. Özellikle PKK/BDP çevrelerine yönelik bir akıl ve gaz verme ve yine bir çatışma ortamı oluşturma gayreti yazıda görülmektedir. Tuzu kuru bu çetelerin amacı, Kürd halkını yine badireler içerisine sokup, ortaya çıkacak kargaşa ve kaostan faydalanarak yine ülkeyi militarist darbecilerin egemen olduğu bir ortamı sağlamaktır. Eskiden beri Türk solu, ordu içindeki darbeciler tarafından maşa olarak kullanılmakta ve tetikçilik yaptırılmaktadır.

Sol ambalajla kaplanmış bu gizli kemalistler, sanırım artık dünyadaki gelişmeleri okuyamadıklarından, eski bayatlamış oyunları tekrar sahneye koyarak, eskiden olduğu gibi yine başarılı olacaklarını zannediyorlar. Bilindiği gibi bunların en önemli özelliği ilerici olarak kendilerini satmalarına rağmen, dünyanın en gerici güruhu olmalarıdır.

Şunu da unutmasınlar, Kürd halkı artık bu asalakların oyunlarına gelemeyecek kadar bilinçlenmiştir. Nitekim kısa bir süre önce bu denendi. Ancak kimse fazla iltifat etmediği için bu oyun geri tepti. Onun için bu zırtaboz Kemalist Türk soluna ‘Kürdistan’da size ekmek yok, başka kapıya’ diyoruz!

 

İste o yazı...
 
`Hizbullah Gerçeği`
“Barış süreci” sarmalının yarattığı belirsizlikleri de kullanarak Kürtler içerisinde alternatif olma peşindeler
‘Kutlu Doğum Haftası’ bahanesiyle Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde başlayıp İstanbul başta olmak üzere birçok üniversiteye sıçrayan, çatışmaların yaşanmasına neden olan Müslüman Gençlik çıkışının içerdiği mesajları doğru okumaya ihtiyaç var. Bu çıkış toplumsal gericilik birikiminin sadece yoksulluğun kol gezdiği mahallelere sıkışıp kalan değil üniversiteler düzeyinde de nasıl bir yaygınlık ve derinlik kazandığını gösteriyor.
 
Basite alınmaması gereken, refleksif ve konjonktürel olmayan bir durumla karşı karşıya olunduğu görülmelidir. Toplumsal çelişkilerin üzerinde, kendine belli dini-manevi ritüeller belirleyerek yükselen ve özellikle Ortadoğu’da geniş yelpaze içerisinden güç/feyz alan bir hareketten söz ediyoruz.
 
Kirli savaşın çocuğu olarak `90’lı yıllar boyunca devletin besleyip kullandığı Hizbullah çeteleri bugün farklı bir yüzle örgütleniyor. Özellikle Kuzey Kürdistan coğrafyasında çeşitli isimler altında “STK”lara sahipler. Bunlar azımsanmayacak bir kitleyi seferber edebiliyorlar. Örgütlenme modeli olarak kitlelerin yaşam ve sosyal ihtiyaçlarına seslenen biçimler geliştiriyorlar. ‘90’lı yıllardan farklı olarak bugün Hizbullah, Lübnan Hizbullahı ve Filistin Hamas’ının yöntemlerini kullanarak örgütleniyor.
 
Çoğunluğu Kuzey Kürdistan’da olmak üzere farklı isimlerle kurdukları yüze yakın derneği ‘Peygamber Sevdalıları Platformu’ adı altında topluyor, özellikle 2007’den sonra geniş katılımlı mitingler örgütlüyorlar. Felsefi olarak, iktidarlaşan AKP’den farklı olduklarını iddia eden fakat onların olanaklarını kullanmaktan da geri durmayan cemaat tarzı bir ağ örgütlenmesine sahipler. “İnsanlığın bütün sorunlarının çözümünü İslamın öğretilerinde” gören bir anlayışa sahipler.
 
Güç toplamalarının altında yatan temel etken muhalif söylemleriyle birleşik canalıcı sorunlara kendi pencerelerinden yanıt oluşturmaya soyunmalarıdır. `Sulh ve uzlaşı komisyonları`yla küskünleri barıştırmak, aile içi sorunlarda danışmanlık, kan davalılara çözüm üretmek, alacak verecek meselelerine eğilmek gibi şeylere yöneliyorlar. Fıkıh, taziye, ziyaret, ilim araştırma komisyonları üzerinden bir ağ yaratıyorlar. Yoksullara gıda yardımı, aşevleri gibi uygulamalara gidiyorlar.
 
Bunlarla birleşik derinleşen yoksulluk ve sosyal yalnızlığın doğurduğu sorunların üzerini sosyal dayanışma ve manevi tatmin üzerinden örterek ulaşabildikleri her alanda öbeklenmeler yaratıyorlar.

Toplumsal gericilik birikimine yaslanırken özellikle Kuzey Kürdistan’da çeşitli adlar altında varoluşlarını sadece İslami kimlik altında sürdürmüyorlar; Kürt kimliği de ayırdedici bir nitelik kendilerini tanımlamada. Kendilerini Kürt halkının taleplerinin savunucusu olarak da ifade ediyorlar. “Kürtçenin resmi dil olması ve başta eğitim, öğretim olmak üzere Kürt halkına her alanda Kürtçe ile hizmet verilmesi” gibi talepleri dile getiriyorlar.
 
“Barış süreci” sarmalının yarattığı belirsizlikleri de kullanarak Kürtler içerisinde kendilerini daha fazla gündemleştirerek alternatif olma peşindeler. Bu tehlikeyi hafife almamak gerekiyor. Lübnan’da Hizbullah, Filistin deneyiminde bir Hamas gerçekliği var karşımızda. Her ikisi de sol, ulusal kurtuluşçu hareketlerin bıraktığı boşluk, yalpalama ve belirsizliklerden güç devşirdiler.
 
Tehlikenin Farkında Olmak!
Bunlar geçmişteki o kanlı cinayetlerini unutturma, kendilerine karşı derinlere işlemiş toplumsal tepkiyi yumuşatma çabasındalar. “Evet, o işler yanlıştı, olmamalıydı, aşırıya kaçıldı ama kimse ‘Kürt’ ya da ‘yurtsever’ olduğu için öldürülmedi. Öldürülenlerin çoğu bu harekete bir biçimde katıldıktan sonra ihanet edip yoldan çıkan döneklerdi.
 
Yani aslında hareketin kendini savunma eylemleriydi…” lafebeliğine sarılıyorlar. Özellikle o dönem çocuk yaşta olan yeni kuşaklar içerisinde bu propagandayla kendilerini aklama yoluna gidiyorlar. Bunların sütten çıkan ak kaşık olmadıkları Kürdistan sokaklarını balta ve satırlarla istila ettikleri, Turan Dursun gibi aydınları, yüzlerce Kürt gazeteciyi vahşice öldürdükleri her yeri geldiğinde hatırlatılmalı. Toplumsal hafıza bunları özellikle yeni yetişen kuşaklara aktarmalı.
 
Fakat Hizbullah gerçekliğine karşı mücadele günümüzde salt onun geçmiş cinayetlerini hatırlatma ekseninde örülemez. Dolayısıyla “bugünkü Hizbullah” gerçeği doğru çözümlenip bu temelde çok yönlü bir mücadele stratejisinin örülmesi gerekiyor. Bu stratejinin bir ayağı yine teşhir olmalı elbette.
 
Öte yandan bunların tabanını -İran, Cezayir ve Lübnan örneklerinde de olduğu gibi- ağırlıklı olarak küçük esnaf ve yoksul kesimlerin oluşturdukları dikkate alınarak onların dinsel inançlarının gözetilmesinin yanında (“sivil Cumalar” bunun örneğidir) ekonomik ve sosyal hak talepleri ve sıkıntılarını da dikkate alan alternatif politikalar ve çözüm önerileri üretilmesi gerekir. Kent ve kır yoksullarına yönelik olarak onların günlük yasamdaki sıkıntılarını hafifletmeye yönelik toplumsal dayanışma, kooperatif tarzı örgütlenmeler ve imece usulü gibi yöntemlere dayalı alternatif politikalar ve ağ tipi örgütlenmeler geliştirilmeli.
 
Diyarbakır, Hakkari, Van gibi Kürt illerinde özellikle kadınlara yönelik bu tip kimi örgütlenmeler ve pratikler var. Bunları bir üst düzeye çıkarıp genelleştirmek gerekiyor.BDP, elindeki belediyeler aracılığıyla bu açıdan anlamlı örnekler yaratabilir.
Ancak görünen o ki, yurtsever hareketin yönetimi ve kadroları Hizbullah’ın oluşturduğu tehlikeyi bir yönüyle biraz hafife alırken bir yönüyle de “şimdi yeni bir cephe açılmasın” anlayışıyla fazla alttan alan, uzlaşmacı bir yaklaşım içinde.
 
Hâlbuki “barış süreci” ilerledikçe bugüne kadar tek bir hedef etrafında ‘birleşik’ bir duruşu sergileyen yurtsever hareketin saflarında sınıfsal çelişki ve saflaşmaların kendini giderek daha belirgin ve şiddetlenerek hissettirmesine paralel olarak Hizbullah gibileri “umulmadık” gelişmeler kaydedebilir. Onun için bu tehlikeyi küçümsemek öldürücü bir dar görüşlülük olur.
 
AKP, Gülenciler, Hizbullah arasındaki ilişki her ne kadar rekabete bürünüp yer yer çatışmalı da seyretse ortak düşman olarak belledikleri (!) işçi sınıfı, emekçiler, ezilenler söz konusu olduğunda birlikte hareket etmekten imtina etmedikleri-etmeyecekleri aşikâr. İhtiyaç duyduklarında birbirlerine yaslanmaktan, birbirlerini kullanmaktan geri durmayacaklardır. O yüzden bunlara karşı çok yönlü etkin bir mücadele şart.
 
[Alınteri`nin Mayıs 2013 tarihli sayısı]
 
Doğruhaber/Çınarınsesi
 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.