Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Ömrünü İslami hizmetlere adayan, bölgenin yetiştirdiği mütefekkirlerden Muhammed Sudan Hoca, vefatının 7'nci yıl dönümünde rahmet ve minnetle yâd ediliyor.

Başta Diyarbakır olmak üzere bölgede öncülük ettiği İslami çalışmalarla özellikle 1980 ve 90'lı yıllarda gençlerin gönlünde taht kuran Muhammed Sudan Hoca'nın dava arkadaşları, onun İslam davası uğruna çektiği çile ve sıkıntıları anlattı.

Muhammed Sudan Hoca'nın Hazreti Peygamberin ahlakına bürünen, İslam’a ve İslami davaya bağlı, bu uğurda ömrünü harcayan ender şahsiyetlerden biri olduğuna dikkat çeken dava arkadaşları, onun İslami hizmetleri her şeyin üstünde tuttuğunu belirtiler.

İlme olan düşkünlüğü sayesinde kısa sürede büyük bir başarı elde ettiğini, onun uzun yıllar kaldığı cezaevini medreseye dönüştürdüğünü vurgulayan dava arkadaşları, çok kişinin kendisinden etkilenip İslam’a hizmete katıldığını dile getirdiler.

Muhammed Sudan’ın çok kabiliyetli, mütevazi, ihlaslı ve samimi bir insan olduğunu, İslami çalışmalar ve insanların hidayeti için tüm malını ve mülkünü bırakıp hizmetlerde bulunduğunu ifade eden dava arkadaşları, içki ya da uyuşturucunun pençesine düşen çok sayıda gencin kurtuluşuna vesile olduğunu kaydettiler.

Dava arkadaşları, devlet yönetebilecek kabiliyette bir kişiliğe sahip olan Sudan Hoca’nın kaybının kendileri için büyük olduğunu dile getirdiler.

Muhammed Sudan Hocanın yakın arkadaşlarından Molla Mehmet Şenlik, Sudan Hocayla ilk olarak Bingöl'ün Genç ilçesinde tanıştıklarını belirtti.

Şenlik "Kendim Gençliydim ama köyde kalıyordum. Aslen Liceli olan Muhammed ağabey ise Lice depreminde evleri ve iş yerleri yıkıldığı için Genç'e yerleşmişlerdi. Orada manifatura dükkanları vardı. Babası ve amcası ortaklardı. Molla Muhammed'de babasının tek evladı olduğu için onlarla beraberdi. Babası iyi bir tüccardı ve aynı zamanda Milli Selamet Partisi İlçe Başkanı olması hasebiyle seviyor ve sık sık yanına gidiyorduk. Bu vesileyle Molla Muhammed'le bir arkadaşlığımız oldu. O dönemde solcular ve milliyetçiler kendisiyle ilgilenmesinden endişe eden babası Molla Muhammed'in üzerinde titriyor ve kimseyle arkadaşlık yapmasına izin vermiyordu. Babası ben ve arkadaşım Molla İbrahim'e güvendiği için bizimle arkadaşlık yapmasına izin veriyor ve istiyordu." ifadelerini kullandı.

"İslam davasıyla tanıştığımız yıllardaki o heyecan bir başkaydı"

İslami davayla tanıştıkları dönemi anlatan Şenlik "Bu şekilde arkadaşlığımız başladı ve elhamdülillah cemaatle tanıştık. O zamanki heyecan bir başkaydı. Genç'de güzel bir kadro vardı. Gerek benim gerek Molla İbrahim'in ve gerekse onun çevresinde birer halka vardı. O halka çok bereketli oldu. Daha sonra Bingöl merkeze gittim, kendisi de Diyarbakır'a taşındı ve iş yeri açarak toptan tuhafiye ürünleri satmaya başlamıştı. Dolayısıyla ben de imamlığı bıraktıktan sonra ticarete atıldım ve beraber tüccarlık yapmaya başlamıştık. Hem dava hem ticarette arkadaş olmuş, sırlarımızı paylaşabiliyorduk." dedi.

“Diyarbakır, Silvan ve Batman çok sıkıntılıydı”

Sudan Hoca'nın, cemaatin PKK ile çatışması başlayınca iş yerini bırakmak zorunda kaldığını söyleyen Şenlik şöyle devam etti:

"Bizim bölgemizde böyle bir sıkıntı olmadığından dolayı ticaretimize devam ettik. Ama Diyarbakır, Silvan ve Batman çok sıkıntılıydı. Babası bundan dolayı çok üzüldü. Hatta bir defasında benim yakamı tutarak oğlu Muhammed'in hesabını sormaya çalıştı. Kendisine, 'Seydam, Muhammed beni de seni de aştı. Aynı zamanda geçmişte Peygamberlerde bu tür sıkıntılar çekmiş' deyince sakinleşti ve beraber ağladık." diye belirtti.

"O cemaatin işlerini şahsi işlerinden öncelikli tutardı"

Sudan Hoca'nın, Diyarbakır'a geldikten sonra iş yerinde en yoğun saatinde dahi tüm işlerini bırakır dükkanına gelen gençlerle ilgilendiğine dikkati çeken Şenlik "Bazı zamanlar babası onun bu tutumuna öfkelense de kendisi cemaatin işlerini şahsi işlerinden öncelikli tutardı. Bu onun bir prensibiydi. Şayet bir akşam biriyle görüşmesi gerekecekse misafir kabul etmediği gibi randevulaştığı şahsın işini de ihmal etmezdi. Onun bu kararlılık ve prensipleri gençler üzerinde çok etki bırakıyordu." diye konuştu.

“Herkes onu severdi”

Ticari ahlakıyla toplum üzerinde bıraktığı etkilere de değinen Şenlik şunları söyledi:

Ben daha sonra İstanbul'a gittiğimde onunla alışveriş yapan tüccarlar daima onu soruyorlardı. Çünkü onun gibi dürüst müşteri bulamazlardı. Bir ödemesinin gecikmesi durumunda muhakkak birilerinden borç eder ve vadesinde parayı gönderirdi. Dolayısıyla İstanbul esnafı ona karşı güven içerisindeydi. Hürriyet Çarşısında bir Yahudi tüccar vardı ve o dahi Muhammed ağabeyi merak ediyor, bir ihtiyaç veya sıkıntısının olup olmadığını soruyordu. Ben de bir sıkıntısının olmadığını, olması durumunda yardım elini uzatacak arkadaşlarının olduğunu söylüyordum. Yani onunla arkadaşlık ve ticaret yapan, öğrenci, seyda ilişkisi içerisinde olan herkes onu severdi.

"Cezaevini bir medrese olarak görüyor ve ilim konusunda bir fırsat olarak değerlendiriyordu"

İnsanların Mehmet Sudan Hocayı sevmesini Hadis-i Şerif'le açıklayan Şenlik "Bir Hadis'te 'Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrail Aleyhisselam'a ben bu kulumu seviyorum, sen de onu sev' diyor ve o da seviyor. Sonra Cebrail tüm meleklere ‘Allah falan kulunu seviyor, siz de sevin’ diyor. Onlarda seviyorlar. Daha sonra gökte oluşan bu sevgi yeryüzüne iniyor ve iman ehli kim varsa o insanı sever. Ancak nifak ve fısk içerisinde olan insanlar müstesna.' Allah'ın sevdiği kulu ehl-i iman herkes sever. Bundan dolayı Hazreti Peygamber 'Sizler yeryüzünde Allah'ın şahitleriniz' diye buyuruyor. Yani eğer sizler birini seviyorsanız bu sizin bir şehadetinizdir ki Allah da o kulunu seviyor.

Dava sürecinden sonra özellikle cezaevi döneminde kendini ibadete vermiş, abid olmuştu. Cezaevinde özellikle ibadetine çok düşkündü ve ilmini yenilemeye çalışıyordu. Hatta bir dönem tek hücrede kalıyordu. Cezaevini bir medrese olarak görüyor ve ilim konusunda bir fırsat olarak değerlendiriyordu. Daha önceden Arapça bilgisi vardı ama icazeti yoktu. İcazetini de cezaevinde Molla Said Varol'dan aldı. Arapça ilminde belki sarf ve nahiv bilmezdi ama sosyolojiyi iyi bilirdi. Yani toplumu iyi okumuştu." ifadelerini kullandı.

"Bingöl cezaevi kısa süre içerisinde medreseye dönüşmüştü"

Onun dava adamı yetiştirme konusunda gösterdiği hassasiyetlerine değinen Şenlik şunları kaydetti:

Sessiz ve sakin görünürdü ama derin fikirleri vardı. Onun için cemaat en kritik meselelerde onunla istişare ediyordu. Beraber bu işe başladık ama Muhammed ağabey bizi solladı, geçti. Biz geride kaldık. Uzun bir süre birbirimizi göremedikten sonra cezaevinde karşılaştığımızda şaşkın kaldık. Bingöl Cezaevinde farklı odalarda beraber kaldık. Birbirimizden istifade ediyorduk. Sürekli bana, 'Ders vermeye dikkat et. Tespit edeceğin kabiliyetli öğrencileri senin yanında tutalım. Diğer koğuşlarda ders verebilecek insanları senin yanında iyi bir şekilde yetiştirilmesini sağlayacağız. Bizim böyle insanlara ihtiyacımız var.' diyordu. Yaklaşık 250-300 kişinin olduğu Bingöl cezaevi kısa süre içerisinde medreseye dönüşmüş, Arapça okuyup metinleri birbirilerine anlatanlar ortak alana çıktığında dosya, dışarıdaki meseleler yerine herkes okuduğu kitapları konuşmaya başladı.

“Onun eliyle camide ve evlerde güzel bir kadro yetişti”

Dava endişesi karşısında ailesinden uzak kalmanın en büyük kanıtı olarak sorgudaki bir diyaloğunu aktaran Şenlik "Kendisi anlatıyor diyor ki, 'Sorguda bana hiç kimseyi sormadığımı söylediler ve dediler ki neden o kadar zaman aileni aramadın? Ben de ‘Sizin merak ettiğinizi bildiğimden dolayı telefon etmedim’ dediğim de güldüler. Daha sonra, ‘O kadar dışarıda kaldığın süre içerisinde kimseyi özlemedin mi?’ diye sorduklarında anamı özlediğimi ve kendisini görmek istediğimi söyledim. Onlar annemi getirmeye gittiler ama geldiklerinde anamın vefat ettiği haberini getirdiler. Daha sonra engelli olan çocuğumu istediğimde onun için de gittiler ama geldiklerinde onun da ölüm haberini getirdiler’ dedi. Onun eliyle camide ve evlerde güzel bir kadro yetişti. Allah rahmet eylesin, mekanını cennet etsin ve onu bizlere şefaatçi kılsın." dedi.

"Muhammed ağabey çok kabiliyetli, mütevazi, ihlaslı ve samimi bir insandı"

Muhammed Sudan Hoca'nın tüccar olduğunu ve Cemaatle tanışmasından sonra her türlü fedakârlık yaparak ticaretini bıraktığını ve davaya teslim olduğunu anlatan bir diğer arkadaşı Molla Mustafa Durgun "Muhammed ağabey, özellikle en çok gençlerle ilgileniyordu. Her zaman etrafında gençler vardı. Hatta bende ona birkaç genç getirip teslim etmiştim. Muhammed Sudan ağabey, cami ile ilgilendiği için gençler kendisine 'Cami Abe' diyorlardı. Kendisi çok halim, bilgili, kabiliyetli ve mütefekkir biriydi." ifadelerini kullandı.

Diyarbakır D Tipi Cezaevinde Muhammed Sudan Hoca birlikte kaldıklarını söyleyen Durgun, burada boş durmayıp hep birlikte ilim tahsil etmeye başladıklarını ve birçok kitabı da birlikte okuduklarını belirtti.

Muhammed Sudan Hoca'nın tam bir dava adamı olduğunu vurgulayan Durgun "Muhammed ağabey, yaşına rağmen bir delikanlı gibiydi. Okuduğu kitapları hemen kavrıyordu. Muhammed ağabey, Cemaat içerisinde bir emniyet sibobuydu. Bir yerde bir sorun çıksaydı hemen Muhammed Ağabey oraya gönderilirdi. Bir gün kendisini C Tipi Cezaevine naklettiler. O cezaevinde de Molla Abdulkuddus vardı ve orada Muhammed ağabey tüm kitaplarını bitirdi. Muhammed ağabey çok kabiliyetli, mütevazi, ihlaslı ve samimi bir insandı. Her işini ciddiyetle yapardı ve tam bir dava adamıydı." dedi.

"Cami çalışmaları onun ihlası ve samimiyetiyle düzene girdi"

Muhammed Sudan Hoca'nın cami çalışmalarından kısaca söz eden Durgun şu ifadeleri kullandı:

Muhammed ağabey bölgedeki tüm camilere bakıyordu. Bütün cami çalışmaları onun ihlasıyla, samimiyetiyle düzene girmişti. Allah Muhammed ağabeyin emsallerini yeni neslin içerisinde de yetiştirsin inşallah. Çünkü dava, Muhammed ağabey gibi yetişen inşalarla ayakta duracak. Muhammed ağabey vefat etmiş olabilir ama çalışmalar bitmedi. İnşallah gençler Muhammed ağabeyin yolunu sürdürüp onu geçecekler ki dava daha da ilerlesin.

Muhammed Sudan Hoca'nın gözünün asla dünya malında olmadığını, onun çok cömert olduğunu söyleyen Durgun "Her yönüyle bir dava adamıydı. Kendisini vefatından 3 gün önce ziyarete gittim. Hasta yatağının bulunduğu odaya kimse alınmıyordu. Benim geldiğim kendisine söylenince benimle görüştü, ona sabır dileyip birbirimizi teselli ettik. Orada bana 'Hayat böyledir. Ecelimiz gelirse biz gideriz fakat dava bakidir.' dedi." diye konuştu.

“Aksi takdirde dava ilerlemez”

Gençlere Muhammed Sudan Hoca'nın hayatının yer aldığı kitabı okumalarını tavsiye eden Durgun şu nasihatlerde bulundu:

Onun ihlasından, tevekkülünden, ferasetinden ve bilgisinden istifade edilmeli. Bizden de istifade edin, çünkü yarın bir gün Muhammed ağabey gibi bu dünyadan ayrılacağız. Bu davanın büyükleri siz olacaksınız ve bizi geçeceksiniz. Asla yerinizde durmayacaksınız, aksi takdirde dava ilerlemez. İhlaslı, saygılı olun ve birbirinizi sayıp sevin. Birbirinizden habersiz iş yapmayın. Cemaatin temeli budur. Cebinizdeki parayı kardeşinizle bölüşebilin, cimri olmayın.

"Muhammed ağabey içki ya da uyuşturucunun pençesine düşen gençlerin imanının kurtarılmasını istiyordu"

Muhammed Sudan'ın camia için büyük bir kayıp olduğunu belirten Molla Enver Kılıçarslan ise Sudan Hoca'nın İslami çalışmalar ve insanların hidayeti için tüm malını ve mülkünü bırakıp hizmetlerde bulunduğunu söyledi.

Muhammed Sudan Hoca'nın Diyarbakır’da ilk cami çalışmaları başladığında sokaklardaki gençleri uyuşturucu ve ahlaksızlık gibi kötülüklerden kurtarıp onları camilerde İslam’ın terbiyesi altında yetiştirmek için cemaate öneride bulunduğunu belirten Kılıçarslan "Onun hayrına yüzlerce genç hidayet buldu. Hatta bazen evine misafirliğe gittiğimizde, evinde bulunan bazı gençlere nasihatlerde bulunmamızı isterdi. Bizde Muhammed Sudan'ın evine gelen gençlere nasihatlerde bulunuyorduk. Bazen bir gecede 4 grup geliyordu. Bunlar sokaklarda içki ya da uyuşturucunun pençesine düşen gençlerdi ve Muhammed ağabey bu gençlerin imanının kurtarılmasını istiyordu." dedi.

"İnanıyorum ki hayatında ondan rahatsız olan hiç kimse yoktur"

Muhammed Sudan Hoca'nın birçok alanda hizmet ve çalışmalarının bulunduğunu ifade eden Kılıçarslan "Elhamdülillah birçok insanın hidayetine vesile oldu. Bir ahlakı daha vardı ki onun gibi yumuşak bir ahlaklısını görmedim. Muhammed ağabey, Peygamber Efendimizin ahlakı üzerineydi. İnsanlar içinde ahlakta zirvedeydi, yumuşak ahlaklıydı. İnanıyorum ki hayatında ondan rahatsız olan hiç kimse yoktur." ifadelerini kullandı.

“Kabiliyeti ve zekasıyla devlet yönetebilirdi”

Muhammed Sudan Hoca'nın çok zeki ve akıllı olduğunu vurgulayan Kılıçarslan şöyle dedi:

"İTTİHAD'ı kurduğumuzda ben kurumun başkanıydım lakin toplantı ve istişareleri hep o idare ediyordu. Kanaatim odur ki Muhammed ağabey, kabiliyeti ve zekasıyla çok rahat bir şekilde devlet yönetebilirdi. Şöhreti ve riyakarlığı sevmediği için daima kendini hep arka planda bırakıyordu. Fakat hizmet ve çalışmada hiç geride kalmıyordu." açıklamasında bulundu.

Muhammed Sudan Hoca'nın gençlerin idaresinde, derslerde, tedbirlerde ve cemaatin çalışmaları ile hizmetlerinde fazlasıyla önde olduğunu söyleyen Kılıçarslan, "Muhammed ağabey mert ve cömertti. Bir müddet İstanbul’da komşuyduk eve geldiği gibi yemeği hazırlayıp bizi çağırıyordu. Yani cömert ve mert bir ahlakı vardı. Bütün malını ve mülkünü Allah yolunda vermek istiyordu." dedi.

"Ona 'Camilerin Piri' diyebiliriz"

Molla Muhammed Sudan Hoca'nın öğrencilerinden ve aynı zamanda dünürü Zeynel Abidin Gülsever, Hoca'nın cami çalışmaları alanındaki fedakarlıkları, gençlerle ilgilenmesi ve o zamanki nesil üzerinde bıraktığı etkiyi aktardı.

Sudan Hoca'yla tanışıklıklarının 1987 yıllarına dayandığını hatırlatan Gülsever "Ondan bahsederken başta Diyarbakır olmak üzere bölgede en etkin olduğu alan camilerdi. Ona 'Camilerin Piri' diyebiliriz. 1980'li yılların başlarında camiler çok atıl durumdaydı. Camilere vazifeli olan imamlar ve o zamanın hükümetinde baskıcı, Kur'an derslerini yasaklayan bir zihniyet hakimdi. Böyle bir süreçte camilerde Kur'an dersleri verdirebilmek için çaba içerisine giren bir şahsiyet olan Muhammed Sudan ağabeyden bahsediyoruz. Akidevi açıdan babamdan sonra en çok etkilendiğim kişiydi. Babam alimdi ve aynı zamanda Muhammed Ağabey'le de eskiye dayalı bir dostlukları vardı. Kur'an-ı Kerim dersi verme isteği bende oluştuğu yıllarda kendisiyle tanıştım." dedi.

"Onun mücadele ruhuyla neredeyse camilerin çoğunda Kur'an-ı Kerim dersleri başladı"

O dönemlerde camilerin işlevlerini yerine getirmekten mahrum bırakıldığının altını çizen Gülsever şunları kaydetti:

1980'li yıllarda hücre diye tabir ettiğimiz camilerin yan bölümleri olan ve öğrencilerin kaldıkları yerler ile tuvaletler madde bağımlılarının mekânı olmuş, bu yerlerde bağımlıların kullandıkları şırıngalarla karşılaşılıyordu. Camilerin içerisinde ise 'sofi' diye tabir ettiğimiz birkaç ihtiyar vardı, başka da kimse yoktu, çocukların sesleri gelmiyordu. Böyle bir dönemde gençleri bularak camilere yönlendirerek Kur'an dersi çalışması başlattı. Kısa süre içerisinde Diyarbakır'ın tüm camilerin bu çalışma yayılmış, gençler imamlardan Kur'an dersi alabilmek için gayret sarf ediyorlardı. Fakat o dönemlerde bazı imamlar ders vermek istemezken bazıları engellemeye çalışıyorlardı. Ama Sudan ağabeyin gençlere verdiği o mücadele ruhuyla neredeyse camilerin çoğunda Kur'an-ı Kerim dersleri başladı.

"Her gecesi ders halkalarıyla geçiyordu"

Sudan Hoca'nın ticaretle uğraştığı dönemlerde gençlerle olan irtibatını aktaran Gülsever "O gençleri, gençlerde onu severdi. Kendisi aynı zamanda iyi bir tüccardı. Beyaz eşya sektöründe birkaç şube açmıştı. Ama bu şubeler bir müddet sonra gençlerin dolduğu, onu görmek için uğranılan bir ziyaret haneye dönüşmüştü. Bizler o zamanlarda gün içerisinde 4 veya 5 kez kendisini göremezsek dayanamazdık. Bir kimsenin Kâbe'yi gördükten sonra o mekâna âşık olması misali ağabeyinde öyle bir yapısı vardı ve bizler onun çevresinde dönüyorduk. Hatta bunu şöyle örneklendirmek gerekirse o zamanlarda bir grup arkadaşla Kur'an-ı Kerim, tefsir ile hadis dersleri için günler tayin etmiş ve bizler belirtilen günlerde ağabeyin evine gider ders alırdık. Başka gruplarla da diğer günlerde dersler yapıyordu. Neredeyse her gecesi böylece doluydu." dedi.

Konuşmasının devamında Gülsever "Dersimizin olmadığı günlerden birinde yine onu özlemiş, bir bahaneyle kendisini ziyaret etmenin yollarını arıyorduk. En son hata yapan bir arkadaşımızın kusurunu iletmeyi bahane ederek evine gitmiştik ve o da ziyaretimizin asıl gayesini anlamıştı. Evine gittiğimizde orada sabaha kadar kalıyorduk. Sabah olduğunda bize kahvaltı veriyordu. Kendisi çok cömert, mütevazi ve cana yakındı. Bir iksir misali ona alışan ondan ayrılamıyordu. Vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen onu özlüyor, Diyarbakır sokaklarında gezerken birbirimize onu soruyoruz." ifadelerini kullandı.

"Sol akımın hâkim olduğu bir dönemde o tüm mesaisini gençlere harcıyordu"

Hoca'nın, gençlerin maddi-manevi tüm sorunlarıyla ilgilendiğine vurgu yapan Gülsever "Birinin olan bir sıkıntısını saatlerce dinlerdi. Gençlerin evlilik dahil olmak üzere tüm süreçlerine katkı sunardı. Adeta gençlere babalık yapıyordu. O dönemde belki babamızla dahi bu derece haşir-neşir değildik. Belki onu özlediğimiz veya istifade ettiğimiz kadar babamızı özlemiyor, istifade edemiyorduk." diye konuştu.

O dönemlerde gençlik üzerinde oluşan boşluğu Sudan Hoca'nın doldurduğuna dikkati çeken Gülsever şunları söyledi:

Hem gençlerle ilgileniyor hem de ilgilendiriyordu. Gençlerin düzelmesiyle toplumun düzeleceğine inanıyordu. Tabi ki o zamanki gençlik ile şu anki nesil mukayese edilmez. Çünkü 1970'li yılların İslamsız bir sol akımın hâkim olduğu bir dönem ve gençlerin İslam adına hiçbir şey bilmediği bir zamandı. Aynı zamanda 1980'li yılların cunta yönetimi sürecinde gençler; içi boş, herhangi bir kaygısı ve toplum üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı süreçteydi. İşte o dönemde ağabey böyle bir süreçte bu tür bir gençlikle ilgileniyor, tüm mesaisini onlara veriyordu.

"Öğrencileri cami yolarında ve hatta içinde şehid edildi"

O'nun en büyük hedefinin Diyarbakır'daki camilerde gençlerin sesinin gelmesi olduğunu söyleyen Gülsever "Nitekim bu çalışmasını da başarıyla tamamladı. Bu çalışma Diyarbakır'ın tüm camilerine yayıldığı 1990'lı yıllarda o gençler, baskı ve eziyetler görmeye başlamış gözaltı ve işkencelere maruz kalmışlardı. O dönemin Ergenekoncuları tarafından 28 Şubat süreci sonralarına kadar çok eziyetler çekmelerine rağmen ne kendisi ne de o gençler davalarından vazgeçmediler. O gençler her şeyi göze alarak cami yolarında, kapılarında ve hatta içinde mürted örgüt tarafından şehid edildiler ama kalanlar yine de mücadelelerine devam ettiler. Gerçek manada o dönemde yeni bir nesil yetişti ve devam ediyor." ifadelerini kullandı.

Cami çalışmaları alanında Sudan Hoca'nın hassasiyetlerini aktaran Gülsever, "O, her bir camiye kale gözüyle bakıyordu, gerçekten de bir kale hükmündeydi. Çünkü o camide bir çalışmanın başlaması o mahallenin kurtuluşu demekti. Bir kardeşimiz farklı camide çalışma başlattığında 'Bir kaleyi daha fethettik' edasıyla sevinirdi." dedi.

“5 gündür halının üzerinde yatıyorum”

Sudan Hoca'nın sergilediği fedakarlığı bir kesitle aktaran Gülsever, şu ifadelere yer verdi:

Bir gün imam hatip okumak üzere ilçeden gelen iki genç dışarıda kalmıştı. Muhammed ağabey bizlere, 'Bunları falan camiye götürün. Orada öğrencilerin daha önce kaldığı ve hücre diye adlandırdıkları yerde kalsınlar.’ dedi. Bu camiye iki gencin orada kalmalarına imam izin vermedi. O imam da değişik fikirleri olan bir yapıya sahipti. Durumu ağabeye ilettiğimizde öğrencilerin orada kalmalarını, gerekirse giriş kısmında olan halıların üzerinde yatmaları gerektiğini söylemişti. O öğrencileri sabah namazı vakti halıların üzerinde uyur vaziyette gören cemaat mahalle baskısı yapar ve böylece imam tutumundan vazgeçmek mecburiyetinde kalacaktı. Nitekim aynen öyle de oldu. Fakat bu durumu bizler ağabeye geç ilettik. Aradan 5 gün geçince ağabey bizlere öğrencilerin durumunu sordu. Bizler her şeyin planlandığı şekilde gerçekleştiğini söyleyince duyabileceğim şekilde 'Allah sana hayır versin' dedi ve 'Bana da haber verseydiniz ya 5 gündür ben de halının üzerinde yatıyorum.' ifadelerini kullandı. Meğer çözüm yolunu kendisi söylediğinden o günden beri halının üzerinde yastıksız yatıyormuş.

"Maruz kaldığı işkencelerden dolayı akciğer kanserine yakalanıp vefat etti"

28 Şubat süreci sonrası Sudan Hoca'nın gördüğü işkencelerin bedeninde bıraktığı tahribatlara vurgu yapan Gülsever "Daha sonraki yıllarda oluşan baskılardan dolayı Diyarbakır'ı terk edip muhacerata gitmek zorunda kaldı. 2000 yıllarına kadar muhacir olduğu yerlerde de çeşitli eziyetler gördü. 28 Şubat, Ergenekon, FETÖ ve benzeri yapılarca baskıların arttığı dönemlerde yakalanmış ve bana aktardığı kadarıyla 20 gün boyunca betonda bekletildiğinden dolayı ayakları ve akciğerlerinde ağrılar oluşmuştu. Zamanla bu ağrılar akciğer kanserine dönüştü ve bununla vefat etti." dedi.

“O'nun Hazreti Peygamber'in ahlakına büründüğünü görüyorduk”

Sudan Hoca'nın hayatı boyunca İslam davası uğruna fedakarlıklar sergilediğini ve hiçbir zaman taviz vermediğinin altını çizen Gülsever, hocayı takip eden talebelerin de geri adım atmadığına dikkati çekti.

Özellikle mütevazi yapısı ve gençlere değer vermesinin kendilerini çok etkilediğini söyleyen Gülsever "Mesela kocaman bir dükkânı vardı. Bizler o dükkâna girer girmez hemen yerinden kalkar gelip kapıda karşılar, hürmet gösterirdi. Ondan gördüğümüz şeyleri başka toplulukta görmedik. Gençlerle ilgilenirken onlarla geziyor, kitaplar veriyor ve onları ilimle besliyordu. Onun gençlere ilgisinin olduğu kadar gençlerde ona karşı ilgiliydi. Çünkü o anlattıklarını kendisi de yaşıyordu. O'nun Hazreti Peygamber'in ahlakına büründüğünü görüyorduk." şeklinde konuştu.

"Onu bir defa gören yine görmek isterdi"

Lise çağlarında Sudan Hoca'yla tanışan öğrencilerinden Hüseyin Oruç da şunları söyledi:

"Onunla tanıştıktan sonra ondan gerçek anlamda etkilendim ve kendisinden bir daha ayrılamadım. Hep onu görüp yanına gitmek istedim. Çok güzel bir ahlakı vardı. Samimiyetini dışarıya aktarıp direk karşısındakine yansıtan biri olduğu için kendisinden etkilenmemek elde değildi. Onu bir defa gören yine görmek isterdi." dedi.

Bazı arkadaşlarıyla beraber Hoca'nın yaptığı ev sohbetlerine gitmeye başladıklarını belirten Oruç "Oradaki samimiyet daha da arttı. Kültürel, samimiyet ve ahlak olmak üzere her konuda bizi yetiştirmeye çalıştı. Evine giden insanlar çok fazlaydı. Bizde maalesef onu rahatsız eder ve gitmememiz gereken günlerde de onun evine giderdik." ifadelerini kullandı.

"İnsanları kırmama özelliği ve ahlakı gençleri kendisine bağlıyordu"

Muhammed Sudan Hoca'nın yumuşak huyluluğuna atıfta bulunan Oruç "Hiçbir zaman insanları veya gençleri kırdığını görmedim. Biri kendisine bağırıp çağırdığı zaman, ona çok güzel ahlakıyla mukabele ederdi. Yani insanları kırmama özelliği ve ahlakı gençleri kendisine bağlıyordu. Evine gidip gelen gençleri camilere yönlendirip onların camilerde ders vermelerinin çok faydalı olacağını söylüyor ve gençleri organize ediyordu." diye konuştu.

Konuşmasının devamında Oruç "Muhammed ağabeyin İslam davasına olan bağlılığı ve samimiyetiyle 1988'li yıllarda gençlerle tanışıp sohbet etmek için Mardinkapı Mezarlığı'na gider orada onlarla sohbet ederdi. Gençlerin kollarına girip onlarla dolaşarak ilgilenirdi. Tabi sadece Mardin Kapı Mezarlığı'nda değil şehrin değişik yerlerinde ve kahvehanelerde bu çalışmalarını yapardı. Hatta ben 17 yaşındayken bir gün Şehitlik Semti'ndeki evinden kalkıp benden 15 yaş kadar büyük olmasına rağmen evimize kadar gelip beni ziyaret etmişti." şeklinde konuştu.

Hazreti Muhammed'in ahlakında var olan yumuşaklığıyla etrafında halka oluşturduğunu belirten Oruç, bütün gençlerin onunla tanıştıktan sonra ayrılamadıklarını ve onunla hep sohbet etmek istediklerini söyledi.

"İnsanlar onun yanında değerli olduklarını hissederlerdi"

Eğitimci gözüyle Sudan Hoca'nın gençlerle iletişim kurmada çok yetenekli olduğuna dikkati çeken Oruç son olarak şunları aktardı:

Evine gelen gençlere değer verirdi. İnsanlar onun yanında değerli olduklarını hissederlerdi. Çayını ikram edip yemeğini paylaşır ve insanları dinlemesini bilirdi. Toplumda değersiz olarak görülen bir insanla oturup özel sohbet eder ve dertlerini gidermek için elinden geleni yapardı. Tüm bunlar gençler üzerinde tesir oluşturuyor ve kendisiyle tanışan 50 gençten 40 ya da 45'i mutlaka etkilenirdi. Gençler kendisini görmek istediğinde asla kapısını kapatmaz, dinler ve asla dışlamazdı. Babasının sert bir yapısı vardı. Defalarca babasının kendisine kızdığını bilirim ama hiçbir zaman babasına cevap verdiğini, saygısızlık ettiğini görmedim. Ağabeye biri kızdığı ya da bağırdığı zaman tebessümle karşılar, bir gencin yaptığı yanlışı dert etmez ve kırmadan düzeltmeye çalışırdı.

Muhammed Sudan Hoca, 10 Nisan 2014 yılında saat 01.30 sıralarında tedavi gördüğü Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi vefat etti.


Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Vefatının yıl dönümünde dava arkadaşları Muhammed Sudan Hoca’yı anlattı

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.