Ya Alim Ol, Ya Talebe

Ya Alim Ol, Ya Talebe

Hz. Peygamber’in yanına geldim. Mescidde kırmızı bürdesinin üzerine yaslanmış duruyordu. “Ey Allah’ın Resulü! Ben ilim talep etmek için geldim” dedim.

“Hz. Peygamber’in yanına geldim. Mescidde kırmızı bürdesinin üzerine yaslanmış duruyordu. “Ey Allah’ın Resulü! Ben ilim talep etmek için geldim” dedim. Resulullah “İlim talibine merhaba! İlim talibini melekler kanatlarıyla sararlar. Sevinçlerinden kanatlarını açıp onun etrafında dolaşırlar. Sonra göklerin birinci katına varıncaya kadar birbirlerinin sırtına çıkarlar”[1] dedi.

‘Oku’ diyordu Cebrail (as) Hira Nur dağında kâinatın efendisine. “Oku! Yaradan Rabbinin adıyla!” Bir ferman yankılanıyordu arşı aladan arz-ı dünyaya, bir kutlu mesaj yayılıyordu ıssız mekândan tüm insanlara. Bir güneş doğuyordu fersiz karanlıklara... “Ok! Yaradan Rabbinin adıyla!” Allah’u Teala’nın Resulüne ilk hitabıydı bu. Onda okumaya, yazmaya ve ilme davet vardı. Çünkü onlar İslam dininin şiarlarıydı.”[2]

Okuyordu Allah’ın elçisi. Okuyordu ashab-ı güzin. Okutuyordu hakikate susamış gönüllere. Davet ediyordu ilme davet ediyordu öğrenip öğretmeye, hem de beşikten mezara dek. Davet ediyordu ilme küçük-büyük, yaşlı-genç, kadın-erkek, cahil alim demeden. İlme, öğrenmeye çağırıyordu insanlığı. Derken mecrasını bulmuş su gibi akıyordu yürekler ilim havuzuna. Yudum yudum hayat fışkırıyordu geçen her an ve zaman. Fidanlar boy verip yeşeriyordu Nebi’nin dizleri dibinde. Nasıl mı? Dalalım örnek edindiğimiz o güzide ashabın bostanına. Ne ilim sevdalıları, ne hakikatler varmış orada görelim beraber.

Peygamber’e geldim. Bana “Seni buraya getirten nedir?” dedi. “Benim yaşım ilerledi, kemiklerim inceldi. Sana, Allah’ın bana yararlı kılacağı bir ilmi öğrenmek için geldim” dedim. Hz. Peygamber “Sen hangi taşın, hangi ağacın veya toprağın yanından geçmişsen onlar sana af talebinde bulunmuşlardır. Ey Kabisa! Sabah namazını kıldıktan sonra üç defa: Sübhânallâhi’l-azim ve bihamdihî dersen, körlükten, cüzzamdan, felçten korunursun. Ey Kabisa! “Ey Allah’ım ben senden, senin katındakini istiyorum. Faziletinden benim üzerime akıt. Rahmetinden benim üzerime serp, bereketinden benim üzerime indir” diye dua et” buyurdu.[3]

“Resulullah’a iki kişi zikredildi. Birisi âlim, diğeri abitti. Hz. Peygamber: Âlimin abid üzerindeki fazileti, benim içinizdeki en aşağı kimseden üstünlüğüm gibidir. Allah ve melekleri ve gök ehli, hatta deliğindeki karıncalar, denizdeki balıklar bile, insanlara hayır öğretene dua edip hayır dilerler” buyurdu.[4]

“Peygamber devrinde iki kardeş vardı. Birisi sanatkârdı. Diğeri de Peygamber’in huzurunda durur, ilim öğrenirdi. Sanatkâr, kardeşini Hz. Peygamber’e şikâyet etti. Hz. Peygamber sanatkâra hitaben; “Umulur ki, sen onun sayesinde rızıklanıyorsun” dedi.[5]

Öyleyse neden ilim bu kadar önemli, bu kadar hassas ve bu kadar hayatî bir öneme sahiptir? Allah ve Resulü niçin bu denli üzerinde durmuştur? Ashab niçin gecesini gündüzüne katıp çaba harcamış diye sorulacak olunursa buyurun beraber öğrenelim. Muaz b. Cebel şöyle diyor: “İlim öğreniniz, çünkü Allah için ilim öğrenmek Allah’tan korkmaktır. İlim talep etmek ibadettir. İlmi müzakere etmek tesbihtir. İlmi araştırmak cihattır. İlmi, öğrenmeyenlere öğretmek sadakadır. İlmi ehline vermek Allah’a yaklaştırıcı bir ameldir. Çünkü ilim helal ve haramın nişanlarıdır. Ehl-i cennetin yolunun belirtileridir. Vahşet devrinde insana dosttur. Gariplik devrinde insanın arkadaşıdır. Tenhada insanla konuşan nesnedir. Genişlikte de sıkıntıda da insanın önderidir. Düşmana karşı insanın silahıdır. Dostlar yanında insanın süsüdür. Allah onunla bazı kavimleri yüceltiyor ve onları hayırda önder ve imam yapıyor. Onların eserlerinden istafade edilir. İnsanlar onların fiillerine uyar ve onların reyleri kâfi gelir. Melekler onların dostluklarını istemektedirler. Kanatlarıyla onları sıvazlamaktadırlar. Yaş, kuru hatta denizdeki balıklar, yerdeki haşerat, sahradaki yırtıcı ve ehli hayvanlar ilim sahiplerine af talebinde bulunurlar. Çünkü ilim cehaletten ölen kalpleri diriltir. Gözlerin ışığıdır. Kul ilimle en yüksek mertebeye varır. Dünya ve ahirette en yüce kemale erer. İlmi düşünce, oruç tutmaya denktir. İlmi tartışma gece ibadetine denktir. İlimle akraba hakkı gözetilir ve iyi kötüden ayırt edilebilir. İlim amelin önderidir. Amel de ilmin takipçisidir. İlim ancak saadet sahibi kişiye nasip olur. Şaki ve bahtı kara olanlar ondan nasip alamazlar.”[6]

İlim öğrenmeye, öğretmeye büyük önem veren Resulullah (sav) büyük bir tehlikeye, azim bir hakikate işarette bulunup uyarıyor ümmetini. Sapıklığa düşmemeleri, yolunu kaybetmeyip zillete düşmeden yaşamaları için asr-ı saadetten, 1420 küsur yıl öncesinden ferman buyuruyor.

Avf b. Malik anlatıyor: “Allah’ın Resulü bir gün göklere bakarak ‘İlmin ortadan kalkma zamanı yakındır’ dedi. Ensar’dan İbn-i Zebid ‘Ey Allah’ın Resulü! İlim nasıl kalkacaktır? Hâlbuki kitapta yazılmış, kalpler onu hıfzetmiştir’ deyince, Hz. Peygamber ‘Ben de seni Medine’nin en anlayışlı adamı sanıyordum’ dedi. Ve sonra Yahudi ve Hıristiyanların ellerindeki kitaba rağmen sapıklığa gittiklerini anlattı.”[7]

Yine Resulullah (sav) “İlmin kaldırılıp cehaletin kökleşmesi, zinanın ortaya çıkması, şarabın içilmesi kıyametin belirtilerindendir”[8] buyurmuştur.

Amenna, zerrat adedince amenna. Hira’da “Oku” emriyle gelen nübüvvetine amenna. Hilaf konuşmadığına, boş söz sarfetmediğine amenna, diyoruz. Söylediklerini yaşıyoruz bugün. İlim kaldırılıp cehalet kök salmıştır. Olan da dünya ve menfaati için kullanılır olmuştur. İlim kalkmış, olan da makam ve şöhretin aracı kılınmıştır. İlim kalkmış, alan da zengin olmanın, farklı yaşamanın vesilesi yapılmıştır. İlim kalkmış, olan da içi boş, kof bir elbisenin içerisinde sunulur olmuştur. İlim kalkmış, ilimden nasip almayanlar ilim adına ahkâm keser olmuştur. Ümmet yolunu şaşırmış, şeytanın tuzaklarını fark edemez hale gelmiştir. İz’an kalkmış, terazi bozulmuştur. Kanı beş para etmez dinsizlerin peşinde koşar olmuştur. Allah düşmanlarına muhtaç olmuş, daha da ötesi dostluğa bürünmüştür. Abdullah b. Mesud ne de güzel anlatmış halimizi: “İslam’ın nasıl zayıflayacağını biliyor musunuz? Dedi. “Evet, elbisenin soyulması, hayvanın zayıflaması ve gümüş paranın kullanmakla aşınması gibi, İslam da zayıflar” dediler. İbn Mesud; “Evet, İslam söyledikleriniz gibi zayıflayacaktır. Ancak alimlerin gitmesi veya ölmesi daha büyük bir musibettir.”[9]

İstemesek de durum böyle. Hoşlanmasak da hal bu... O zaman tez elden yapmamız gereken ashab gibi yeniden ilme sarılıp canlandırmak olacaktır. Onlar nasıl ilmin feyziyle insanların düşüncelerini aydınlatıp asr-ı saadeti tesis ettilerse bizler de bu gün aynı çabayı sarfedip aynı anlayışla hareket edersek gelecek güzel günler Allah’ın izniyle Müslümanların olacaktır. Müstakbel İslam güneşiyle aydınlanacaktır. Çünkü saadet, huzur, ilmiyle amel edenlerin yol göstericiliğiyle şekillenecektir. Zaman, zamanı okuyabilenlerin aydınlık fikirleriyle parlayacaktır.

İşi ehline bırakmak ehlinin hakkıdır. O zaman sözü burada ‘İlmin Kapısı’ övgüsüne mazhar Hz. Ali’ye bırakmamız gerekecektir. Bakalım, ilim hakkında o ne diyor? Kumeyl’le beraber o mübarek zatın yol arkadaşı olarak sahraya açılalım. Gözümüzü dört açıp can kulağıyla, safi bir zihinle onu dinleyelim. Görelim ne inciler dökülüyor mübarek dudaklarından; “Ali b. Ebî Talib bir gün elimden tutup beni sahraya doğru götürdü. Sahraya vardığımızda oturdu, derinden içini çekerek “Ey Kumeyl! Kalpler birer kaptır. Onların en hayırlısı en fazla alanıdır. Sana söylediklerimi iyi öğren. İnsanlar üç sınıftır: Biri, ilim ve ameli tam olan ve her yönüyle Allah yolunda olan âlimdir. Diğeri, kurtuluş yolunu arayan öğrencidir. Üçüncüsü ise, akılsız ve rezil kimsedir ki, her bağırana tabi olur ve esen yelin peşinden gider. İlmin ışığı ile aydınlanmaz ve sağlam bir kaleye sığınmaz. İlim, servetten hayırlıdır. Çünkü ilim seni korur, serveti ise sen korursun. İlim sarfettikçe artar, servet ise, sarfettikçe azalır. Âlimin sevilmesini, din herkese borç kılmıştır. İlim, sahibine sağlığında yol gösterir, ölünce de ona iyi bir isim bıraktırır. Servetin gücü, servetin elden gitmesiyle yok olur.

Nice servet sahipleri vardır ki, daha sağken ölüdürler. Âlimler ise, dünya durdukça hayattadırlar. Bedenleri ortada olmasa bile hatıraları gönüllerde yaşar” dedi. Ali bir daha içini çekip göğsünü işaret ederek “Burada ilim vardır. Fakat ne yazık ki, onu yüklenecek kişiler bulamıyorum. Evet, kabiliyetli ve hızlı kavrayan birisi vardır, ama güvenilir değildir. Dini dünyaya alet eder ve Allah’ın eline verdiklerini Allah’ın kitabına karşı, Allah’ın nimetlerini de Allah’ın kullarına karşı kullanmaktadır. Bir diğeri de vardır ki, doğru yolda olanlara uyuyorsa da, hakkı yaşatmada basiretli değildir. En küçük bir şeyden dolayı gönlünde tereddütler oluşur. Böylece ortada kalır. Ne bu tarafı ne de öteki tarafı tercih edemez hale gelir. Kimisi de vardır ki, nefsâni arzu ve isteklerin peşinde olup şehvet duygularının esiri olur, yahut da kalbinde dünya sevgisi o kadar yerleşir ki, en büyük zevki dünya malı toplayıp servet biriktirmek olur. Bu tür kimseler, din ve insanlık için yol gösterici olmaktan ziyade, şuursuz hayvanlara benzerler. Böylece de ilim sahiplerinin ölmesiyle, ilim de ölür gider. Ancak yeryüzü, Allah’ın ilim belgelerini elinde tutan kimselerden tamamen yoksun kalmaz ki, Allah’ın delil ve belgeleri işlemez duruma gelmesin. Bu tür insanlar sayıca azdır, fakat Allah katında değerleri büyüktür. Allah böyle kimseler vasıtasıyla belgelerini korur ki, Allah’ın belgelerini başkalarına aktarsınlar. Bu kimseler, ellerindeki ilim silahıyla hakikat kalelerini açar, mide düşkünlerinin sarp görüp yürümedikleri mânâ yolunda uçarak giderler ve cahillerin ürküp kaçtıkları yücelikleri kucaklarlar. Bedenleri yeryüzünde ise de, ruhen yüce âlemdedir, İşte Allah’ın yeryüzündeki halifeleri ve insanlığın yol göstericileri bunlardır. Ah, ah bunları görmek ve arkadaş olmak ne büyük saadettir” dedikten sonra, bana ‘Ey Kumeyl, Allah beni de, seni de affetsin. İstersen artık gidelim’ dedi.”[10]

Öyleyse biz de gidelim. Nereye mi? İlim öğrenmeye, ilim öğretmeye, âlimlerin, ilim öğretenlerin, hakikat kalelerini açanların, Allah’ın ilim belgelerini elinde tutanların yanına. Allah’ın yeryüzündeki halifeleri ve insanların yol göstericilerinin yanına. Ebu Derda’nın dediği gibi “Ya âlim ol, ya talebe. Ya ilim sahiplerini sev veya onlara tabi ol. Sakın bu dört şeyin dışında olma, yoksa helak olursun!” Vakit varken yola koyulalım hep beraber.

İnzar Dergisi

[1] Hayatü’s-Sahabe (M. Yusuf Kandehlevî 3.Cilt)

[2] Safvet’üt-Tefasir, 3. Cilt

[3] Hayatü’s-Sahabe (M. Yusuf Kandehlevî 3.Cilt)

[4] Hayatü’s-Sahabe (M. Yusuf Kandehlevî 3.Cilt)

[5] Hayatü’s-Sahabe (M. Yusuf Kandehlevî 3.Cilt)

[6] Hayatü’s-Sahabe (M. Yusuf Kandehlevî 3.Cilt)

[7] Sahih-i Buhari, Hayatü’s-Sahabe

[8] Sahih-i Buhari

[9] Hayatü’s-Sahabe

[10] Hayatü’s-Sahabe
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.