Ya Mûhyi, Ya Mûmit! Diriler Şehrindeki Ölüler

Ya Mûhyi, Ya Mûmit! Diriler Şehrindeki Ölüler

Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.

“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.” (Rum: 50)

“Ne suretle Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Hâlbuki siz ölüler iken size hayat verip diriltti. Sonra sizi öldürecek, sonra yine hayat verecektir. Sonra O’na rücû edip gideceksiniz.” (Bakara: 28)

“...Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran?...” (Yunus: 31)

“Ölü iken, iman ile diriltip nura kavuşturduğumuz ve halk içinde o nur ile doğru yolda yürüyen kimse, inkâr karanlıkları içinde kalıp da ondan hiç bir zaman çıkmayacak olan kimse gibi olur mu?...” (En’am: 122)

“Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin. Doğrusu onlar diridirler: Lakin siz farkına varamazsınız.” (Bakara: 154)

.....

Ölüler şehrinde diriler, hayat reyhanları koklarken; diriler şehrinde ölüler dar, tenha, loş sokakların, kaldırımsız, puslu, sisli yollarında hortlakça dolanıyorlardı...

Şu gözler önünde olup hiç kimseden gizli olmayan kâinatın içinde, varolan yüzbinlerce hayat tarzı ile milyarlarca ferdin her birinin, kendi hayat tarzının en mükemmel örneğini oluşturduğunu, aklın var olduğu halde anlamıyor ve gözün var olduğu halde göremiyor isen demek ki ölüsün. Demek ki, diriler arasında gezinip diri taklidi yapan bir ölüsün.

İşte böylesi inkârın soysuzlarına “diri” diyemiyoruz madem, o halde hayatı ve ölümü yeniden tanımamız lazım. Diriyi ve ölüyü birbirinden ayırmamız lazım.

Hayat nedir? Ölü kime denir? Gezinen ve hareket eden ölüler olur mu? Ve hareket etmeyen (görünürde) diriler var mı?

Yani, kendine diri diyen herkes gerçekten diri midir? Ve acaba, ölü diye bildiğimiz herkes gerçekten ölü müdür?

O halde deriz ki: “Hayat, şu varlık sarayının lambası ve ışığı; şu yaratılmışlık ikliminin atmosferi, oksijeni ve nefesi; şu kâinat denen şehrin yegane coşkusu, harareti, cümbüşü ve anlamı... Yani her şeyimiz, bütün sermayemiz ve bizi biz yapan özümüzdür hayat...

Kimi zaman taş kesilir hayat... Kimi zaman da hayat kesilir taşlar. Bir çok canlının aslı taş ve toprak değil miydi ki zaten?

Ve her hayat ölümün evladıdır. Yani her ölüm doğurursa eğer hayat doğurur; her hayatın ölüm doğurduğu gibi.

Ya da her ölüm, hayat kabiliyetlidir ve her hayat ölüme meftun.

Ölümsüz, ezeli, ebedi, benzersiz, misilsiz bir hayat sahibi var ki, O da tüm hayatların sahibi, yaratıcısı ve bağışlayıcısı; Mûhyi ve Mûmit sıfatlarının maliki, Zat-ı Akdes Allah Tebarek ve Teala’dır ki, hangimizin güzel davranacağını sınamak için hayatı ve ölümü var etmiştir:

“O ki, hanginiz amelce daha güzeldir, diye sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattı. Ve O Aziz (kudreti daima üstün gelen)dir ve Ğafur (çok mağfiret eden)dir.” (Mülk: 2)

Şimdi sen, ya bahşedilen bu hayatın ne olduğunu ve kimden olduğunu anlayıp kıymetini biliyor ve sevip sahip çıkıyorsundur; o zaman hakiki bir dirisin ve imtihan deresini selametle geçmektesindir.

Veya bu hayatı kıymetsiz, adi bir şey sanıp bir kenara atmış; ölüme ve yokluğa terketmişsin. Eğer böyle ise, gezinen bir ölüsün ve bir “mezar-ı müteharrike”sin ki, varsın, ama yoksun. Yazıyor görünüyorsun ama, gerçekte ölüsün. Teneffüs ediyorsun ama, her bir nefeste ölüm soluyorsun. Bundan dolayı soludukça ölüyorsun.

Marifetullah okyanusunun kaptanları irfan mektebinin pirlerinin gözüyle bakarsak hayata ve ölüme; esrarını bir nebzecik çözeriz belki bu gizem dolu muammaların. Hayatın ne olduğunu tanıyabilirsek onların gözüyle bizim de hayat lambamız ışık verir belki önümüzde.

Bu pirlerimize göre hayat; kalbin, Allah-u Tealayı tanıyıp bilmesi ve onun zikriyle dolu bir zikirhane; fikriyle dolu bir fikirhane ve aşkıyla dolu bir dergah haline gelmesidir.

Öyle ise kalbiyle Allah arasına perde giren kişi ölü demektir. Ölümün derecesi ve derinliği bu perdelerin sayısına ve kalınlığına bağlıdır. Demek ki, kalbi ölenlerin diğer uzuvlarının hareket ediyor oluşu, bir anlam ifade etmemektedir hakikat nokta-i nazarında.

O halde inkârcı bir adam, Allah-u Teala’nın azamet ve kibriyasını anlayıp kalbine bir ışık düşer de Allah’ın lütfuyla iman ederse bir kâfir ölmüş ve bir Mü’min dirilmiş olur. Diğer bir tabir ile ölüm, hayat doğurmuş olur.

Veya bir Mü’min kişi, imanına sahip çıkmaz ve kalbine hastalık düşerse bu da küfre girmesine, mürted olmasına yol açarsa bir Mü’min ölmüş olur. Yani hayat, ölüm doğurmuş olur.

Tabi ki biyolojik ölüm ve fiziki ölüm de vardır. Bu kalbi ölümü, diğer ölümlerden ayıran şey, kalbi ölümde biyolojik ölüm gerçekleşmediği müddetçe tekrar dirilme imkânı ve ihtimalinin mevcut olmasıdır. Çünkü Hz.Azrail (as) ruhları kabzedene kadar tevbe yolları açıktır ve diriliş, her an söz konusudur.

Biyolojik ve fiziki ölümler ve hayat bulmaların sonsuz sayıda örneklerini sürekli müşahede etmekteyiz. Tohumun toprakta ölüp, filizin hayat bulması gibi.

Her ne kadar felsefeciler ve kelamcıların bir kısmı redetmişse de: Hakikat Mektebinin üstadlarından öğreniyoruz ki, kâinatta ne var ne yok her şey, kendine özgü bir tarz ve model ile hayattardır. Ki hayatın maliki Rabb-ı Hayy-u Kayyum şöyle buyuruyor:

“Yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. Ve O’na hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat (siz) onların tesbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O, Halim’dir, Ğafur’dur.” (İsra: 44)

Bu hayat mertebelerinin idrakini isteyenler, Peygamber Efendimiz (sav)’in hutbe verirken yaslandığı hurma kütüğünün Peygamber ayrılığına dayanamayıp bir deve gibi böğürerek feryat etmesi ve Kudüs’te Kubbet-üs Sahra’nın altında bulunan Sahrat-ül Muallâka’nın (Kaya Parçası), Peygamber miracının cuş-u huruşuyla cezbeye gelip semalara yükselmeye azmetmesi hikayelerini tahkik etsinler.

Konunun genişliği ile beraber dağılma endişesi taşıdığımız halde ölümü öldürenlere değinmeden geçemeyeceğiz. Onlar Allah’a adanmış nişanlı koçlardır: Zebihullah’tır onlar. Onlar için sonsuza değin ölüm bitmiştir artık. Çünkü ölümsüz hayata doğmuşlardır bir kere ve bu hayata da ölüm asla ilişemeyecektir.

Tüm bunlarla beraber söylemek gerekir ki, mutlak Hayy ve diri olan sadece Allah Tebarek ve Subhanehu’dur. O’na nazaran herkes ve herşey ölü hükmündedir. O diriltirse diriliriz. O öldürürse ölürüz. Onsuz ne hayat ne de memat vardır. Tüm Kâinat ve Mü’minler O’nun himmeti, aşkı ve emri ile diridir.

Hayat lambanız ebediyyen ışıldasın (âmin).

İnzar Dergisi

diyarbakır haber

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler