33 MIZRAK İLE 34 KILIÇ: KERBELA

İslam tarihi göz önüne alındığında, Aşura günlerinin epey ehemmiyetli olduğu görülür. Çünkü birçok peygamberin çeşitli bela, musibet veya hastalıklardan kurtuluş günleridir bu günler. Ancak tarihin garip bir cilvesidir ki, Peygamberin; “Cennet gençlerinin efendisi” diye tanımladığı torunu Hz. Hüseyin, Ehl-i Beyt ve sevenleri de bu günlerde, Kerbela çölünde paramparça edilerek şehid edildiler.

Dedeleri, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için; “Allah’ım! Ben bunları seviyorum, sen de sev” diyerek dua etmişti. Ne gariptir ki katilleri bu sözlere “Hadis” diyorlardı.

Peygamberimizin çocukları birer birer vefat etmişti. Erkek evlatları Kasım, Abdullah ve İbrahim çocuk yaşlarda ilahi kadere teslim oldular. Kızları Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Rukiye de erkekleri takip ettiler. Bir tek Fatıma kalmıştı. Bu nedenle Hz. Peygamber (sav) tüm sevgisini Hz. Ali ve Fatıma ile onların çocuklarına vermişti. Yine Resulullah (sav) onlar için; “Onlar benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır.”, “Onları seven beni sevmiş olur, onlara kin tutan bana tutmuş olur.”, “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin iki seyididir” diye buyurmuştu.

Tarihte Haşimi-Emevi mücadelesinden bahsedilir. Zikrettiğimiz mücadelenin İslam öncesine dayanan tarihi kökleri mevcuttur. İslami dönemlerde Ebu Süfyan, Mekke’nin fethine kadar Hz. Peygamber (sav) ile mücadele etti. Onun oğlu Muaviye ise Hz. Ali ile savaştı. Muaviye’nin oğlu Yezid, dedesi ve babasından ileri giderek, Hz. Peygamber (sav)’in torunu, Hz. Ali (ra)’ın oğlu Hz. Hüseyin’i paramparça ederek şehid etti.

Denilebilir ki; Hz. Hüseyin neden oturup, otoriteye boyun eğmedi? Mekke’de oturup hiç bir şeye karışmasaydı, haliyle Aşura günlerimize de acı bulaşmazdı. Bunun tek kelimelik açıklaması vardı: Mesuliyet. Yezid’in hilafet makamına layık olup-olmadığı hususu uzun süre tartışıldı. Ancak mesele bu değildi. Mesele İslam’da ilk defa uygulanacak olan babadan oğula geçen saltanattı. Bu duruma karşı gelmesi gereken kişilerin başında, yüklendiği misyon gereği Hz. Hüseyin gelirdi.

Bu nedenle kendisine 18 bin kişinin bey’at ettiği Kufe’ye gitmeye karar verdi. Gerçi Mekke’den ayrılıp, Kufe’ye gitmesi kararı ve orada Kerbela’da yalnız kalmasının da, Şam’da oynanan oyunların sonucu olduğu iddia edilir. Her ne kadar çevresi kendisini gitme diye uyardıysa da, Hz. Hüseyin’in olup-bitenlere sessiz kalmaya niyeti yoktu. Çünkü O’nun Allah’a karşı bir sorumluluğu vardı.

Herkes ona geri dön diye tavsiyede bulunmasına rağmen, O taşıdığı mesuliyet gereği yoluna devam etti. Bu durumu Abdullah b. Ömer şu şekilde özetler: “Şüphe yok ki Allah Peygamberini dünya ile ahiret arasında serbest bıraktı. O da ahireti tercih etti. Siz de ondan bir parçasınız. Bunun için hiçbir zaman dünyaya nail olmazsınız.”

Kufe Valisi Ubeydullah bin Ziyad, büyük bir katliama imza atacaktı. Ancak bu katliamı meşrulaştırmak için bir başka büyük sahabenin oğlundan istifade edecekti. Bu kişi Ömer b. Sa’d, yani Sa’d bin Ebi Vakkas’ın oğluydu. Bu durum Ubeydullah bin Ziyad’ın iyi bir stratejist olduğunu da gösterir. Yani bu adam ve patronu Yezid, kuru kuruya ya da cahil birer zalim değillerdi. Siyaseti iyi bilen ve adımlarını günün gereklerine göre atan insanlardı. Ziyad’ın sinsi düşüncesinin özeti şudur: Eğer Hz. Hüseyin, Hz. Ali (ra) gibi bir sahabenin oğlu ise bu tarafta da “Aşere-i Mübeşereden” Sa’d bin Ebi Vakkas (ra) gibi bir sahabenin oğlu var. Ömer’in babasının manevi kişiliğinden istifade ile Hz. Hüseyin’in katlini meşrulaştırma düşüncesi bu köşede birçok kez dile getirilen “Dine karşı yine dini kullanmanın” o günkü versiyonu idi.

Hz. Hüseyin’e mektup gönderip, kendisini davet eden Kufeliler, Kerbela çölünde Ehli Beyt’i yalnız bırakmışlardı. Bunun adı ihanetti. Bari Ehli Beyt kurtulsaydı diye düşündü Peygamber torunu. Hz. Hüseyin, Ehl-i Beytinin yanından kaçıp, kurtulmalarını istedi. Ancak bu teklife karşı onların cevabı tam Ehl-i Beyt’çeydi “Biz seni burada bırakıp da halka; “Biz büyüğümüzü, efendimizi, amcaların hayırlısı olan amcalarımızın oğullarını bırakıp geldik! Onlarla birlikte ok atmadık, onlarla birlikte mızrak saplamadık, onlarla birlikte kılıç sallamadık. Onların ne yaptıklarını bilmiyoruz mu diyeceğiz? Hayır, Vallahi biz bunu yapamayız.”

Artık sona gelinmişti. Hz. Hüseyin, karşıdaki adamlarla son bir kez konuşmak istedi. Kufe’li askerlere şu konuşmayı yaptı: “İmdi, benim nesebimi araştırınız, bakınız ki ben kimim? Sonra vicdanınıza dönünüz de, onun kırgınlığını giderip kendinizden hoşnut etmeyi düşününüz. Hele bir düşününüz ki; beni öldürmek, haram ve mahfuz olan kanımı dökmek size helal olur mu? Ben Peygamber Aleyhisselamın kızının oğlu değil miyim? Ben Peygamberinizin vasisi ve amcasının oğlu ki, o Allah’a iman ve Resulullah’ı Rabbinden getirdikleri şeylerde tasdik edenlerin ilki idi; onun oğlu değil miyim? Şehitler seyidi Hamza benim babamın amcası değil midir? Resulullah’ın benim ve kardeşim hakkında “Bunlar cennet gençlerinin iki seyididir” hadisi size ulaşmadı mı? Benim hakkımdaki bu hadis de mi kanımı dökmekten sizi alıkoymayacak”

Hiçbir şey onları bu katliamdan alıkoymadı. Son Peygamber’in ailesi kılıçtan geçirildi. Allah’ın Resulünün torunu 33 mızrak ve 34 kılıç darbesiyle şehit edildi. Başları kesildi, tepsilere konulup efendilerine sunuldu. Mübarek vücutları atlara çiğnettirildi. Ehli Beyt’in kadınları esir olarak zincire vuruldular. Esir alınan kadınlar hasta olduğu için kurtulan Zeynel Abidin ile birlikte Şam’a gönderildiler. Esirler cesetleri gördükçe feryat figan ediyorlardı.

O gün Peygamberin ev halkı feryat ediyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.