Asıl korkum, birbirinize düşüp helak olmanızdır

Işid girdi, aldı, tuttu, öldürdü, ilerledi türünden verilen haberlerin gürültüsü altında ortaya sessiz sedasız bir bölgesel paradigma konuyor ve başta İran’a, sonra Barzani’ye, Erdoğan’a ve kendince bölgede oyun bozma ve kurma azmi olan herkese “ona göre” türünden ayar çekiliyor.  Son yaşananların bunun gibi bir çok farklı yorumu olsa da, bugün ABD’nin işgallerinden başka bir şey konuşulur oldu. Şimdi maalesef birbirlerine diş bileyen müslümanların(!) birbilerine yaptıkları eziyetler gündem olmaya başladı. Yani tam da ABD’nin istediği sonuç işlemeye başladı.

Efendimiz(sav): “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki öldüren niçin öldürdüğünü, ölen de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek..”(Müslim Fiten 56) buyurur.

Bu tür hadisler elbetteki sadece bir zaman dilimiyle sınırlanamaz. Nitekim geçmişte de aynı durum, nice kez yaşanmıştır. Ancak insanlığın bilim, sanat, ticaret, ziraat, eğitim, sanayi, iletişim ve yönetim gibi bir çok alanda ulaştığı tekamül seviyesi, geçmişle günümüz arasında birtakım farklılıklar sağlamalı idi.  Ancak olmadı.

Bu kadar kıyım ortada iken, yangına eskiden beri körükle giden birileri, hala bindörtyüz yıl öncesinin bugün hiçbir faydası olmayan kavgasını diri tutmakla meşgul. Birileri de onlara israil’den daha zararlı ve sapık deyip hedef göstermekle meşgul.

Herkesin olmasa da, ciddi kalabalıkların itibar ettiği alimler ise ya korkuyor susuyor ya da tek yönlü bakıyor. Tabi, HÜDA PAR’ın, Sünni ve Şii kardeşliğine dair Bediüzzaman’ın tavsiyelerini hatırlatıp mezhebi çatışmalardan şiddetle sakınılması gerektiğini açıklamasının hemen ardından, Diyanet İşleri Başkanı’nın -Her ne kadar mevcut Kemalist laik rejimin bu ülkedeki İslami düşüncelerle savaşına hiç değinilmese de- sekiz dilde yaptığı barış ve kardeşlik çağrısının çok yapıcı bir adım olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Bu kadar acı hadise her gün yüzlerce cana malolurken yakın uzak neredeyse tüm dünya ülkeleri  akan kandan ziyade maslahat ve menfaat odaklı hareket ediyorlar.

Bugün, tekbirler ve okudukları ayetler eşliğinde kafa kesen ve çektikleri görüntüleri tüm dünyaya servis edip izlettirenlerin, bu yaptıklarının -varsa- gerekçesini insanlar bilmedikçe, hiç kimse oluşacak olumsuz kanaatlerin hesabını veremez.  “Bir kimsenin hidayetine vesile olmak dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” Hadis-i şerifini bilenler, bunca kimsenin hidayetine engel olmanın karşılığını da biliyorlar mı diye sormak lazım.

Efendimiz(sav), ‘Ümmetin emini’ dediği Ebu Ubeyde’nin(rh) Bahreyn’den bolca vergi(cizye) ile dönmesine sevinen ashabına şöyle buyurur: “Sevininiz ve sizi sevindirecek ni’metleri bundan böyle her zaman umunuz! Vallahi bundan sonra, sizin fakir olacağınızdan korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa, o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılarak, onların birbirlerine haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi, sizin de birbirinize düşüp onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir.” (Buhari,Müslim, Tirmizi)

Evet mesele, noksan bir ilimle, sadece bazı ayetlerin zahirinden çıkarılmış hükümlerle birilerini önce tekfir edip, sonra da mahkum etme cüretkarlığıyla sınırlı değildir.  Esas mesele işte Allah Rasulünün(sav) korktuğu, “hased ve nefsanilikle birbirine düşmektir.

Cehalete, zarurete ve ihtilafa değil, marifete, edebe, estetiğe, muhabbete ve kardeşliğe düşman olanlar hakkında konuşuyorsak, evet yetmiş defa hüsn-ü zanda bulunmamız fazilettir. Ancak mantığı, sebebi, gerekçesi her neyse, öldürmelerin anlaşılmadığı bir yerde, yaşatmak için yetmiş değil yüz defa çabalamak gerekmez mi?

İslam, ne birilerinin yapmaya çalıştığı gibi gayrimüslimlere şirin gözükme veya gösterme adına keskin pençeleri ve sivri gagası kesilip kuşa benzetilen hoşgörü manzumesidir. Ne de bahsedildiğinde akla sadece cezalandırma, şiddet ve korku gelen bir öfke makinesidir. Bir mücadele verilecekse bu hakikat için verilmelidir.

Zaman ve mekan bakımından uzakta olanlara düşen de herhalde dahili olmadıkları bir tarafın borazanlığını yapmak değil, Ömer b. Abdülaziz(rh) ve İmam Şâfii(rh) hazretlerinin dediği gibi  “Allah (c.c.) bizim elimizi o kana bulaşmaktan muhafaza etmiş, biz de dilimizi koruyalım” tavrıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.