Bediüzzaman ne derdi?

Türkçe olimpiyatları, dev tanıtım organizasyonlarının sonunda yapıldı.

Yine basından, magazin dünyasından, siyasetten çok sayıda isim davet edilmişti.

Dünyanın birçok ülkesinden getirtilen kızlı-erkekli gruplar, şarkılar söyleyip danslar ettiler.

Türk kültürü ve Türkçenin hakimiyeti vardı olimpiyatın her yerinde.

Ulusal ton hakimdi.

Kimileri izlerken yine duygulandı, gözyaşı döktü, gurur duydu.

Siyasetçiler ve gazeteciler övgü yarışına girdiler.

Organizatörler, medyada, yargıda, bürokraside ve emniyette güçlü idiler ve kimse onları karşısına almak istemiyordu.

Onlarla her alanda kıyasıya bir savaş yürüten “derin yapılar”ın bu konuda da tepkisel yaklaştığını biliyoruz.

Onların dışında genellikle övgüler…

Kimileri bu işte fazla ileri gidip haddini aştı.

Bir haber sitesinde yazan ve Allah’ın örtü emrini kaale almamasına rağmen insanlara din dersi vermeye kalkışan bir bayanın yazdıkları ibret vericiydi.

OrganizatörlerinNurcukimliğine vurgu yapılıp organizasyonun eleştirilmesine karşılık şunları söylüyor bayan yazar:

“Üstad Bediüzzaman yaşasaydı şayet bu olimpiyatlara bizzat destek verir,  hatta teşvik bile ederdi. Zira kendisini asla bir Kürt olarak değil bizatihi bir Osmanlı olarak görmüş ve Osmanlı olmaktan her zaman şeref duymuştur.”

Said Nursi’nin “Kürd” kimliği ile ona bağlı olduklarını iddia edenlerin Türkçe Olimpiyatlarını bağdaştıramayınca böyle bir tahrifata başvurmuş kadıncağız.

Said Nursi ile ilgili bildikleri oradan buradan duyduğu birkaç kelime olan biri, işte böyle garip laflar edebiliyor.

Bizim bu yazıdaki meselemiz Said Nursi’nin kimliğini tartışmak olmadığı için bunu bir tarafa bırakıyorum.

Said Nursi’nin başka bir yönünden söz edelim istiyoruz.

Yıllar öncesinden söz edelim.

Osmanlı’nın yıkılışından ve yeni devletten…

Biliyorsunuz yeni Türkiye Cumhuriyeti ulusalcı esaslar üzerine bina edilmiş, dini toplum hayatından dışlamıştı.

Batılılaşma en önemli hedefti.

Hem erkek hem de kadın giysilerinde yeni dayatmalar söz konusuydu.

Kızların kadınların açılması hedefleniyor, bu şekilde muasır medeniyetler seviyesine çıkılacağı umuluyordu.

Kızlar yarı çıplak bir vaziyette güzellik yarışmalarına sokuluyordu.

Dinin değerlerini savunanlar ya zindanlara atılıyor ya da idam ediliyorlardı.

Said Nursi de bu dönemin uygulamalarından nasibini almış, zindan zindan dolaştırılmış, sürgünlerde eziyete uğramış, gözetim altında tutulmuştu.

Her ortamda toplumu iman hakikatlerine çağırmaya devam eden Üstad, risaleler yazıp bunları çoğalttırarak insanları uyarmaya çalışmıştır.

İşte ondan kısa bir alıntı:

"Bir zamanlar, Eskişehir Hapishanesi`nin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşımdaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında, çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Kat’î müşahede ettim, onların o acınacak hâllerine ağladım."

Cumhuriyetin projesi lise kızlarını tesettürden uzaklaştırıp açmaktı.

Şimdilerde bazıları bunu gönüllü olarak yapıyor.

Üstelik geçmişlerinde “Nurculuk” var.

Şimdi Üstad’ın Eskişehir hapishanesinin penceresinden Türkçe olimpiyatlarını izlediğini hayal edin.

Büyük kızların hiç de tesettüre riayet etmeden yaptıkları danslara, söyledikleri şarkılara ne derdi acaba?

Bence iki kere ağlardı Üstad.

Şimdilerde izleyip milliyetçi damarı kabardığı için ağlayanlar gibi değil.

Günahlar için, sapma ve savrulmalar için ağlardı.

Bir o kızlar için, bir de “Nurcuyum” diye ortada gezinen organizatörler için.

Doğruhaber Gazetesi

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.