Bir alim düşünün; adı Bediüzzaman

Her şey olacağına varır deyip biraz gündemin ötesine gidelim ve hani ‘Allah'ın enbiyasından bahsetmek imanı, evliyasından söz etmek ise muhabbeti ziyadeleştirir' denmiştir ya 23 Mart 1960'da Hakkın rahmetine kavuşan Bediüzzaman hazretlerinden birkaç kelam edip bu vesileyle kendisini hayırla analım.

Hutbe-i Şamiye eserinin bir yerinde diyor ki; “Ömrüm hakkı için, nedense bütün acaiplikler beni buluyor. Sanki acaibin gözünde dahi ben bir acîbeyim!”

Hayat öyküsü gerçekten öyle acaipliklerle dolu ki, kader-i ilahi, adeta tüm peygamber kıssalarının sırlı ipleri ile onu ince ince nakşedip dokumuş.

Bir alim düşünün, daha çocuk yaşlarda mezun olduğu ilimlerle, mollalıkla, seydalıkla yetinmesin doksan kitabı ezberlesin ve sık sık bu ezberini de tekrar etsin. Öyle ki, bu doksan kitap, yirmi altı ilim dalından olsun ve toplamı on sekiz bin sayfadan uzun olsun.

Bir alim düşünün, Osmanlı'nın son günlerinde, herkesin “görünen köy kılavuz istemez, her şeyimizle yıkılıp gideceğiz, yolun sonuna geldik” tavrıyla karamsarlığa garkolduğu devirde, Hz. Musa'nın, 'Aslâ! Rabbim şübhesiz benimle berâberdir; bana yol gösterecektir' (Şuara 62) demesi gibi, “Ümitvar olunuz, istikbalde en gür seda İslam'ın sedası olacaktır” diye imanıyla umut aşılasın.

Bir alim düşünün, içinden çıktığı bölgenin geleceğini çok önceden görsün ve istikbaldeki felaketi önlemek için müthiş bir ilmi projeyi -Medreset-üz Zehra'yı- geliştirsin, bunun için padişahlara gitsin, maaşla avutulmayı reddetsin, yolu tımarhaneye düşsün ama o pes etmesin..  

Bir alim düşünün savaşı görünce tüm talebelerini alıp gönüllü harbe koşsun, altmış ciltlik bir tefsir hayali için şartlara hiç aldırmadan hemen işe koyulsun ve cephede düşmanla burun buruna iken, at sırtında savaşıp koştururken, yanındaki talebesine ‘yaz' diye emredip ‘İşarat-ül İcaz' tefsirini yazdırsın, sonra esir olsun, ama ders vermekten, ıslah ve irşad etmekten bir an geri durmasın.

Bir alim düşünün esarette Rus başkomutanı karşısında ayağa kalkmasın ve ‘git özür dile seni affetsin, kurşuna dizmesin' dediklerinde ‘O yiyeceğim kurşunlar benim pasaportum olacak, onlarla, Allah Resulü'nün huzuruna kavuşacağım fena mı?' diyerek tarihe geçsin.

Bir alim düşünün, İstanbul'u, İngilizler'in işgal ettiğini görünce bir Fatih edasıyla kükresin, gemileri tepeden aşırır gibi hemen ‘Hutuvat-ı Sitte' adında bir bildiri yazıp orada, işgalcileri yerden yere vursun, kirli yüzlerini açıklasın, halkı onlara karşı kıyama çağırsın ve bundan elli bin adet bastırıp İstanbul'da dağıtarak İngilizlerin aklını başından alsın.

Bir alim düşünün, herkesin şerrinden korkup sindiği bir büyük Nemrud'un karşısına İbrahim gibi dikilsin, elindeki iman hakikatleri ile putları kırsın dağıtsın, sonra mancınığa konsun ta Van'dan Barla'ya atılsın, içinde türlü türlü zehir, işkence, zindan ve hakaretin doldurulduğu ateşler, gül bahçesine dönsün, Nur çiçekleri açsın..

Bir alim düşünün, fakr-u zaruret altında olduğu halde, hiç hediye almasın, hiç bir şeyi ücretini ödemeden, karşılığını vermeden kabul etmesin, hataen aldıkları da kendisini hasta etsin, sebebini sorduklarında, ‘ilmin izzeti' desin, ‘ihlası' desin..

Bir alim düşünün ‘ben' değil hep ‘biz' dedirtsin, altı bin sayfa eser neşretsin, ama ‘benim eserim' demesin ve hatta “Bediüzzaman lâkabı benim değildi. Belki Risale-i Nur'un mânevî bir ismiydi; zâhir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış.”(Şualar) diyerek Bediüzzaman vasfının da kendisinin olmadığını söylesin.

Bir alim düşünün, hani Ebû Hüreyre'nin naklettiği bir hadiste Hz. Hızır için; “kuru yerde oturduğunda altında otlar yeşerip dalgalanır” (Buhârî, “Enbiyâ”, 27; Tirmizî, “Tefsîr”, 19/1) buyuruluyor, aynen onun gibi bulunduğu her yer canlansın, binlerce köylü Risaleleri yazıp çoğaltsın, zindanlar medrese olsun, mahpuslar ıslah olsun ve Hz. İsa'nın nefesi gibi eserlerini okuyanlar kalben, fikren, ruhen, hatta bedenen şifa bulsunlar, şek ve şüphelerden kurtulsunlar.

Bir alim düşünün, mahkum iken hükmetsin, cellatlarını iman hatırına affetsin, her daim ‘kardeşliğe ve müspet harekete' çağırsın ve ‘bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslam'dır' diyerek uyarsın.  

Ve bir alim düşünün, derdi serâpâ ümmet olsun, “Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat, ehl-i İslâm'ın eleminden gelen teellümât beni ezdi. Âlem-i İslâm'a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim” desin ama bu halde de yine ümit vermekten geri durmayarak sözüne şöyle devam etsin; “Fakat bir ışık görüyorum ki, o elemlerimi unutturacak, inşallah.” (Tarihçe-i Hayat)

Rabbim, O'ndan gani gani razı olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.