Çokbaşlı Canavar

Serdar Turgut (Habertürk):

“Beyaz Saray'dan yapılan resmi açıklama üzerine çıkan tartışmanın temelinde neler olabilir? Burada ABD'nin gücüne ve büyüklüğüne uygun iyi çalışan bir devlet mekanizmasının ve devlet stratejisinin bulunduğunu düşünmek hata olur.

Bir konu gündeme geldiğinde her birim kendine uyan biçimde ele alabiliyor meseleyi ve sonuçta toparlayıcı bir strateji de olmadığından yaklaşımlar dağılabiliyor. Bu da ciddi bir kafa karışıklığı yaratabiliyor.

Örneğin Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la konuşacaksa, Türkiye üzerine çalışan her birim kendisi için önemli olan konuları başlıklar halinde sıraladığı “talkingpoints” hazırlıyor ve bunlar Beyaz Saray'da Ulusal Güvenlik Danışmanlığı'nda birleştirilip özet halinde Başkan'a sunuluyor. Başkan da bu metin üzerinden telefon konuşmasını yapıyor.

Trump'ın başkanlığı döneminde yapılacak konuşmanın bu metne uygun olacağı teminatı da verilemiyor. Çünkü o kafasına göre konuşabiliyor, bu da birimler arası daha fazla karışıklığa yol açabiliyor.”

Amerikan sistemini ve halihazırdaki durumunu anlamak için dikkatle birkaç kez okunması gereken bir yazı.

Bir Amerikan filminde şöyle bir cümle hatırlıyorum: “Amerika'da sihirli kelime ‘ulusal güvenlik'tir.”

Evet, “ulusal güvenlik” bütün yasaların üzerinde hatta bütün değerlerin de üzerindedir. Amerikan sistemi bu sihirli kelime vasıtasıyla “erkler arası çatışma”yı önlemektedir. Ancak öyle görünüyor ki, yine bu “sihirli kelime” sistemin çöküşüne neden olacaktır. Sindirilemeyen bir “başkan”ın otoritesini zayıflatmak için erkler kendilerini devletin tümü yerine koyduklarında film kopacaktır.

Süreç ne kadar uzar bilemeyiz; ama şu anda bunun ipuçları görünmektedir.

Amerika çokbaşlı bir canavardır ve bu başlardan hangisinin gövdeyi parçalayacağı belli değildir.

 

İbrahim Karagül (Yeni Şafak):

“Artık ABD, Türkiye için hiçbir şekilde güvenilir bir ülke değildir. Bir ortak, müttefik hiç değildir, olamaz, olmayacaktır. Hiçbir sözünün, hiçbir taahhüdünün, hiçbir teklifinin bu ülkede bir karşılığı yoktur, olamaz, olmayacaktır.

Dahası, ABD artık Türkiye için en yakın, en büyük ve açık tehdittir. Düşman ülkedir… Ülkemizin varlığı, birliği, bütünlüğü, bugünü ve yarını için en ciddi tehlikedir. Türkiye'ye karşı açık saldırı yürütmektedir, ilan edilmemiş bir savaş sürdürmektedir.”

Dikkatinizi çektiyse “artık” kelimelerini belirgin bir şekilde gösterdim. Onları çıkarıp cümleleri bir daha okuduğunuzda siyasetin de o siyaseti yorumlayan gazetecinin de “konjonktürel” olduğunu fark edeceksiniz.

Yani yazar demek istiyor ki, “Amerika şimdiye kadar güvenilirdi; ama artık güvenilir değil.”

Yazar bunu söylerken Amerikan üslerinin fonksiyonunu, Amerika'nın Türkiye'deki darbelerde ve hatta 15 Temmuzdaki rolünü göz ardı ediyor ve bunu “artık” ile ifade ediyor.

Bu aynı zamanda kendine alan bırakma yöntemidir de. Yani Karagül, yarın olur da Türkiye-Amerika ilişkileri yeniden düzelirse yine bir “artık” ile Amerika'nın “güvenilir bir ülke olduğunu” söyleyebilir.

 

Ceyda Karan (Cumhuriyet):

“El Sisi'ye aralıkta ilk meydan okuyan eski albayAhmedKonsowa idi. “Askeri düzenin gereklerine karşıt siyasi görüşler açıklamak” ithamıyla altı ay hapse çarptırıldı.

Eski başbakan ve hava kuvvetleri generali 76 yaşındaki Ahmet Şefik -ki düzenin adayı olarak neredeyse 2012'de İhvancı Muhammed Mursi'yi yeniyordu- birkaç hafta önce son yıllarda BAE'de yaşadığı ve Mısır'ın hakikatlerinden uzak kaldığı gerekçesiyle ‘yanlış kişiyim' diyerek çekildi. Rivayet o ki, Kahire'de bir otelde ‘hapsedildi' ve çekilmeseydi ‘seks kaseti' ile ‘yolsuzlukları' ifşa edilecekti.

Namlı lider Enver Sedat'ın yeğeni Muhammed Enver Sedat, ‘korku iklimi' gerekçesiyle vazgeçti. Son olarak Suudilere iade edilen Kızıldeniz'deki adacıklar için protestoya katıldığı için ‘kamu ahlakına saldırı' ithamıyla ertelenmiş cezası olan insan hakları avukatı Halit Ali yarıştan çekildi.

El Sisi'nin ‘en ciddi rakibi' eski genelkurmay başkanı olarak kendisine patronluk etmiş Sami Anan ise geçen hafta sonu adaylığını ilan eder etmez orduyu tepesinde buldu. Hazırladığı videoda orduyu seçimde tarafsız kalmaya davet etmek hatasını işlemişti. Mısır ordusu hemen bir açıklama ile ‘askerlik hizmetinde yedek listesinde' olduğundan ‘belgelerde sahtecilik yaptığı ve onay almadan aday olduğu' gerekçesiyle askeri yasaları çiğnemekle suçladı. Anan sorguya alınırken askeri savcı medya haberlerine kısıtlama getirdi. Seçim Komisyonu Anan'ın ismini listeden çıkarttı. Kampanyası askıya alındı. (…)

Mursi, Annan'ı savunma bakanı Hüseyin Tantavi ile birlikte 2012 Ağustos'unda madalya takarak tasfiye etti. Savunma Bakanlığı'na atadığı El Sisi tarafından ‘kandırılmıştı'. Bedelini 2013 Temmuz'unda El Sisi tarafından devrilerek ödedi. Silahlı isyan başlatan İhvan yasadışı ilan edildi. 2014'te El Sisi yüzde 97 ile başkan seçildi.”

Ceyda Karan gibi tipler “operasyonelgazetecilik”in iyi örnekleridir.

Son derece ustaca araştırma yapar, hedef konunun literatürünü kullanır, arşivi önüne serer.

Ama adil değildir.

Tüm cinayet ve vahşi katliamlarına rağmen “BAAS'a toz kondurmayan” birinden ne beklenebilir ki…

Son cümlelerine bakın ne demek istediğimi anlarsınız. “Silahlı isyan başlatan İhvan yasadışı ilan edildi.”

İhvan hiçbir zaman “silahlı isyan” başlatmadı ve C. Karan da bunu çok iyi biliyor; ama verdiği bunca “önemli” bilgi arasında damarlara öyle bir “zehir” zerk ediyor ki, farkına bile varamıyorsunuz.

Ve bir anda katledilen binlerce kişi, zindanlarda mazlum insanlara uygulanan vahşi muameleler, ayaklar altına alınan hukuk önemsiz bir hal alıyor.

Böylece siz Sisi'yi vahşi bir katil olarak değil de “demokrat olmayan biri” olarak düşünmeye başlıyorsunuz.

 

Sabahattin Önkibar (Aydınlık):

“Bu CHP, Tunceli değil Dersim'dir.

* Bu CHP, Kuvayi Milliye değil Kuvayı İnzibatiye'dir.

* Bu CHP, antiemperyalizm değil küreselleşmedir.

* Bu CHP, bağımsızlıkçı değil mandacıdır.

* Bu CHP, laiklik değil siyasal İslam payandasıdır.

* Bu CHP, Atatürkçü değil Fetullahçıdır.

* Bu CHP, karma ekonomi yanlısı değil IMF'ci, piyasacıdır.

* Bu CHP, Ankara değil Washington'dur, Brüksel'dir, Londra'dır.

* Hülasa bu CHP, milli değil gayrimillidir.”

Önce Sabahattin Önkibar'ın yıllarca Türkiye Gazetesinde muhabir, köşe yazarlığı ve programcılık yaptığını belirteyim.

Şimdilerde Perinçek'in Aydınlık adı verilen gazetesinde yazıyor.

Birbiriyle alakasız konularda CHP'ye suçlamalar yöneltiyor.

Ama Önkibar bu arada ilginç şeyler de söylüyor. Tabii bize de soru sormak düşüyor.

Evet…

Bu CHP Dersim ise katliama uğruyor olması lazım. Katil kim?

Bu CHP Kuvayı İnzibatiye ise hangi padişahın hesabına kiminle mücadele ediyor?

Bu CHP Atatürkçü değil Fetullahçı ise Atatürkçülerin partide işi ne?

Aslında Önkibar'dan şöyle bir şey de beklerdim: “Bu CHP milliyetçi değil Sosyalisttir”.  Sanırım geçmişi Maocu olan bir gazetede bunu yazmak Önkibar için bile zordur.

Bir de şu var.

Önkibar, “Bu CHP'nin” laik değil “Siyasal İslam payandası” olduğunu iddia ediyor.

İşte burada söyleyecek sözümüz kalmadı.

Eğer “Siyasal İslam”dan kasıt dini istismar etmekse ve CHP buna yakınsa neden gösteriş için bile CHPlileri camilerde, umrelerde göremiyoruz. Aksine seçim dönemlerinde genel merkezin “Çok fazla alkol kullanmayın” şeklindeki uyarıları söz konusu.

Önkibar'dan anladığım şu: Öfkesi muhakeme özelliğini elinden almış.

 

Emre Kongar (Cumhuriyet):

“Dün, Uğur Mumcu'nun dinci/faşistlerce haince katledilişinin yıldönümüydü.

Muammer Aksoy, Cavit Orhan Tütengil, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve onlar gibi birçok Atatürkçü/Demokrat kamuoyu liderinin öldürülmeleri, asla amaçsız genel bir terör sonucu ya da tesadüfi bir cinayetler zinciri değildi:

Bu cinayetler bir yandan Türkiye'nin istikrarsızlaştırılmasını sağlarken, öte yandan, Atatürkçü/Demokrat çevrelerin sindirilmesine ve Cumhuriyetçi/ Laik birikimin yok edilmesine yönelikti. (…)

Uğur Mumcu 25 yıl önce, Rabıta üzerinden dincileri, PKK üzerinden etnikçileri, “liboşluk” üzerinden “Yetmez ama Evetçi” ikinci Cumhuriyetçileri tanımlamış ve kamuoyunu uyarmaya çalışmıştı.

Ne yazık ki ödülü haince katledilmek olmuş, sonuç olarak toplum da 1870'lere, Birinci Meşrutiyet dönemine doğru 150 yıl kadar gerilemiştir.

Atatürkçü/Cumhuriyetçi/ Demokrat mücadeleyi sürdürmek onu anmanın en güzel yoludur:

YAŞASIN ATATÜRKÇÜ DEMOKRAT CUMHURİYET!”

Emre Kongar bir sosyolog ve hatta profesör…

Ama ben bu ifadelerde bir “bilim adamı” hassasiyetinden çok sloganik davranan bir ergenin öfkesini görüyorum.

Uğur Mumcudahil sözünü ettiği isimlerin tümünün suikastları karanlık ve şaibeli.

Mesela Muammer Aksoy'un “Emlakbank'ın içinin boşaltılması” davasında bankanın avukatı olduğu için, Bahriye Üçok'un istihbarat tarafından hazırlanmış bir oyunda “kazaen” öldüğüne dair ciddi iddialar var.

Uğur Mumcu'nun kardeşi Ceyhan Mumcu, suikastta neden MOSSAD'ın üzerine gidilmediğini anlamadığını, oysa bütün okların israil istihbaratını gösterdiğini söylemişti.

Öyle anlaşılıyor ki, Emre Kongar “Toplumbilim”dendetaylara girmeden “genelleme”yi anlamış.

Bu genellemeyi de deliller üzerinden değil önyargılar ve kanaatler üzerinden oluşturuyor ve çok garip sonuçlara ulaşıyor.

Dinleri “dogmatik” olarak tanımlayıp eleştiren Emre Kongar, öyle dogmatik bir zihin yapısına ve ideolojik kesinliğe sahiptir ki, önüne hangi delil konursa konsun o yirmi yıl önce ne düşünüyorsa aynısını tekrar eder.

 

Salih Tuna (Sabah):

"Uğur Mumcu faşist T.C'nin Kürtler üzerindeki asimilasyoncu politikalarını destekleyen biriydi. Bugün yaşasaydı Afrin saldırısını desteklerdi."

Yukarıdaki satırları PKK networkuna dahil bir "elemandan" iktibas ettim.

Söylediklerinin hepsi yanlış değil.

Bence de Uğur Mumcu yaşasaydı hiç kuşkusuz Afrin operasyonunu desteklerdi.

Merhumun her şeyini tartışabilirsiniz ama tam bağımsız Türkiye'den yana antiemperyalist bir gazeteci olduğunu tartışamazsınız.

Bugün yaşasaydı...

FETÖ muhibbi haline getirilen Cumhuriyet'te yazmazdı. Onun yazacağı Cumhuriyet de zaten FETÖ muhibbi olamazdı.”

Bu da Salih Tuna klasiklerinden…

Uğur Mumcu iyi bir gazeteci idi, buna diyecek bir şey yok; ama keskin bir Kemalist ve laikçi idi.

Bakın 1988'de şunları yazmıştı:

“Türkiye'de yıllardır gerici ve tutucu çevrelerce Atatürk ilkelerine karşı bir savaş veriliyor.

'Türban olayı' bir din sömürüsü olayıdır. Türbanlı genç kızları öne süren din sömürücüleri, Bakan Hasan Celal Güzel'in katkıları ve Prof. Doğramacı'nın sihirbaz hüneri ile bir yeni zafer kazanmışlardır.

Bugün türban, yarın cilbab, öbür gün fes.

Çağdaş uygarlık yolunda çarşaf ve türbanla 'güzel, güzel' ilerliyoruz!"

Uğur Mumcu, Turgut Özal'a karşı idi diyerek çıkamazsın işin içinden.

Yani ne biliyorsun?

Turgut Özal'a karşı olan bir Uğur Mumcu, Recep Tayyip Erdoğan'a taraf mı olacaktı?

Komik olmayın lütfen!

 

Ahmet Hakan (Hürriyet):

“BİLHASSA bazı plazalarda orta alt kademe yöneticiler, “günaydın” kelimesini “güno” diye kısaltıyor.

Bilhassa İslami çevreler içinde yetişen yeni yetmeler “Allah razı olsun”u “ARO” diye kısaltıyor.

Bilhassa Bağcılar havalesinde “kardeş” kelimesinin “kardo” diye kısaltıldığına bu kulaklar şahit oldu.”

Çok ilginç bir tespit!

Her şeyin hızlandığı söylenen böyle bir zamanda insanların çok fazla “boş zamanları” varken bu kısaltmalar ne anlama geliyor? İnsanların ömürleri mi kısaldı ki, kelimelerini kısaltıp yaşamaya çalışıyorlar?

Yoksa…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.