Dersim'de 13 bin insan ölmüştü

Dersim'de 13 bin insan ölmüştü

1937'de aşiretler arasında çıkan çatışmalar ve isyanı bastırmak için askerin karadan ve havadan düzenlediği operasyonlarda 13 bin kişi ölmüştü

Bugünkü adı Tunceli olan Dersim'de 4 Mayıs 1937 tarihinde alınan kararla düzenlenen operasyon sonucu 13 binden fazla insan ile 199 asker öldü, 12 bin insan zorunlu göçe tabi tutuldu.

Kurtuluş Savaşı sonra Dersim Bölgesi'nde aşiretler arasında süregelen çatışmalar hükümet tarafından bastırılmak istenmişti. 1935 yılında, İsmet Paşa kendisine sunulan çeşitli raporlar üzerine, ''Dersim Planı'nı oluşturdu. Planın hazırlık ve silahsızlandırma aşaması üç yıl olarak belirlendi. 1935 yılında Tunceli Kanunu çıkartıldı ve 1936 yılında, bölgeye asker konuşlandırıldı. Ancak bölgedeki sorunlar bitmedi.

HAVA SALDIRISI DÜZENLENDİ

27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprünün Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakılması sonucu bölgeye bir askeri harekat yapılması gündeme geldi. General Abdullah Alpdoğan yanına aldığı 50.000 asker ile bölgeye gitti fakat dağları bir türlü aşamadı. Bunun sonucunda bir hava saldırısı gerektiğine karar verdi. Gerekli onayı alınca Sabiha Gökçen'i davet etti. Sabiha Gökçen de kabul edip Hava Kuvvetleri'nden 3 uçak filosu ile havadan saldırı gerçekleştirdi. Halkın saklandıkları en büyük yer olan Laş mevkiini bombaladı. Yapılan askeri harekatlar sonrası binlerce insan öldü.

SABİHA GÖKÇEN'İN AĞIZINDAN DERSİM

Sabiha Gökçen, dönemin ünlü gazetecisi Ahmet Emin Yalman'la yaptığı röportajda Dersim Katliamı hakkında çarpıcı bilgiler yer alıyor. Dersim bombardımanı sırasında yaptığı uçuşların hayatındaki en önemli uçuşlardan bir olduğunu belirten Gökçen, bombardıman sırasındaki heyecanını asla unutamayacağını söylüyor. Gökçen verdiği röportajda, "Dersim'deki uçuşlarım daha heyecanlı olmuştur... İnsan evvela bombalarını atıyor, bundan makineli tüfeğe geçiyor. Dersim'deki ilk bombardımanın heyecanını unutamam" ifadelerini kullanıyor.

KARAR 4 MAYIS'TA ALINDI

Osmanlı Devletinin son dönemlerinde başlayan merkeziyetçilik anlayışı cumhuriyet döneminde devam ederken kurulmaya çalışılan merkezi otoriteye karşı en büyük karşı duruş Dersim bölgesinden gelmekteydi. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti bölgedeki ağalık, şeyhlik,seyitlik gibi kurumlarla bölgenin devletten ayrı bir şekilde görece özerk yapısından rahatsızdı. Bu sebeple daha 1920’li yılların başlarından itibaren bölgede merkezi otoritenin nasıl tesis edileceği ve neler yapılması gerektiği ile ilgili raporlar hazırlanmıştı. 

Bu raporlardan biri de 1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in İçişleri Bakanlığına sunduğu rapordu. Raporda  "Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır..." deniyordu. Yine raporda geçen "kesin bir ameliye yapmak lazım" sözünün ne anlama geldiği de raporda şöyle yer alıyordu: "Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul etmeye yarayan çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir..." 

Dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak da farklı düşünmemekteydi: 'Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar". Çakmak, Dersimlilerin okşanmakla kazanılamayacağını, silahlı kuvvetlerin müdahalesinin Dersimli'ye daha çok etki edeceğini savunuyordu. 

Bölgede merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak isteyen dönemin hükümeti 1935 yılında Tunceli,Elazığ ve Bingöl’ü içine alan bir umumi müfettişlik kurdu. Umumi Müfettişliğin başına idari,adli,askeri geniş yetkilerle Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ı atadı. Bölgede düzeni sağlama, gerekli gördüğü durumlarda güvenliği sağlamak amacıyla aileleri bir yerden bir yere göç ettirmeye yetkili kılınan Abdullah Alpdoğan’nın görevi bölgeyi Ankara’ya bağlamaktı.  

Bölgeye yönelik raporların ve bu şekildeki bir idari yapılanmanın ardından özellikle 1936 yılından itibaren bölgede devlet otoritesi güçlü  bir şekilde kurulmaya çalışıldı. Aşiretlerin ellerinde bulunan silahlar toplanmaya çalışıldı. Ancak bölgedeki aşiretlerin buna tepkisi de gecikmedi ve bu çalışmalara yönelik direniş ve isyan başladı. Seyit Rıza ve aşiretinin liderliğinde başlayan isyanda jandarma karakollarına baskınlar düzenlendi. Bir çok asker bu baskınlarda yaşamını yitirdi. Bu gelişme uzun süredir bölge ile ilgili olarak düşünülen yer yer ifade edilen askeri harekatın başlamasına sebep oldu. 

4 Mayıs 1937 tarihinde toplanan Bakanlar Kurulu Dersim ile ilgili harekat kararı alırken dikkat çekici şöyle bir mülahazada bulunuyordu: ‘Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.’  Bu karardan da anlaşılacağı  gibi bölgede yalnızca asilerin üzerine bir askeri harekat yapılmayacak aynı zamanda köylerin de tahrip edileceği geniş çaplı bir harekat düzenlenecekti. 

Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan’ın asiler üzerine yaptığı ilk harekat bölgenin arazi yapısı sebebiyle başarısız olunca hava kuvvetlerinin desteğinin gerekli olduğuna karar verildi. Türkiye’nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen’in görev aldığı hava saldırısı ve beraberinde yapılan harekat da sonuçsuz kalınca Seyit Rıza’ya görüşme çağrısı yapıldı. Erzincan vilayet konağına barış görüşmesi için gelen Seyit Rıza ve adamları burada tutuklandı. Yapılan yargılamaların sonunda Seyit Rıza ve oğlu dahil altı kişi idam edildi. Ancak bu idamlar isyanı sonuçlandırmadı. Gerçekleşen idamlar bölgedeki isyanın daha da genişlemesine sebep oldu. 1937’de başlayan harekat 1938 yılının sonlarına kadar sürdü. 

Bölgeye yapılan operasyonlarda asilerin dışında binlerce sivil insan hayatını kaybetti. on binlercesi bölgeden sürüldü.  İsyancıların üzerine bomba yağdıran Sabiha Gökçen 1956 yılında Halit Kıvanç'a verdiği bir röportajda, "Canlı ne görürseniz ateş edin! emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk" derken, 30 Mart 1937'de, Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan'ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde "Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa'dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim"  diyecektir. Harekatı yöneten ve harekatın içinde olan bu iki görevlinin ifadeleri 1937-38 yıllarında bölgede neler yaşandığını gözler önüne sermektedir.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.