Doğululuk – Batılılık Çekişmesi

Doğululuk – Batılılık Çekişmesi

Avrupa kültürü, Osmanlı Devleti'nde 18. asırdan itibaren evlere, konaklara kadar girmeye başlamıştı.

Doğu-Batı kültürü kutuplaşması bizim toplumumuzda da modernleşme ile birlikte başladı. “Bizim toplumumuzda da” diyorum, çünkü Türkiye, modernleşmenin getirdiği bu gibi sorunlarla karşılaşan tek ülke olmadığı gibi, çatışmanın temelinde yatan asıl neden İslâmlık-Hıristiyanlık ayrılığı da değildir. Pekâlâ Hıristiyan Rusya’nın ve Budist Asya’nın da aynı şiddetle bu problemi yaşadığını görüyoruz.

Modernleşme aslında, gelişmiş toplumun özelliklerinin azgelişmişler tarafından alınması, diye tarif ediliyor. Bu tarif yeterince açık değil. Modernleşme varolan değişmenin değişmesidir. Yani toplum zaten belli bir ölçüde değişedururken anî ve hızlı bir değişme dönemine girilmesi söz konusudur.

19. yüzyılda Osmanlı toplumundaki kurumsal değişmeler, toplumsal hareketliliklerde niteliksel ve niceliksel bir patlama yaratmıştır. Bu patlamayı halen birçok tarihçinin ve düşünen adamın gerileme, dağılma veya sömürgeleşme vb kültürel yozlaşma ya da “kötü batılılaşma” diye adlandırdıklarını biliyoruz. Bu gibi ksenofobik (yabancı düşmanı) değerlendirmelere birçok azgelişmiş ülke aydınında rastlanır 19.yüzyılda ortaya çıkan fikri, daha doğrusu duygusal bir tutumdu.b Ama tutarlı deyimler kullanılarak yapılan bir tarif değildir, hele hele doğru bir teşhis hiç değildir.

Modernleşme denen olay bir toplumda sarsıcı etkiler yaratır. O vakte dek yaşayan kültür kalıplarını ve kurumları yıkar. Bu yıkımın çok trajik boyutlara ulaştığı da bilinir. Sözünü ettiğimiz trajik boyutlar bizim modernleşmemizde bir bakıma pek derin olmamıştır, yani Reşat Nuri’nin Yaprak Dökümü’nde serimlediği tipleki olay bizde çok yaygın değildi demek istiyorum.

Osmanlı İmparatorluğu modernleşmeye acaba ne zaman başladı? Nevşehirli İbrahim Paşa’nın açtığı mühendishaneler ve Baron de Tott’un Osmanlı topçusunu ıslah etmeye başlamasıyla mı, yoksa 2. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmasıyla mı? Modernleşmeyi nasıl anladığımıza bakar bu sorulara verilecek cevap. Bana kalırsa ve ille de bir tarih lazımsa, insanların insana layık güvenceyi elde ettikleri 1839 Gülhane Fermanı’nın okunduğu gün derim. Daha ferman torbaya konduğu an İslâm-Hıristiyan toplumunun adetleri, Doğu-Batı kültürü ve hayat tarzının ne olduğu tartışılmaya başlamıştı. O andan bu ana süregelen tartışmada Rum Patriği de muhafazakârlar arasında idi.

Gerçekle Osmanlı tarihinde Doğululuk-Batılılık kavgası yapılmadan tedricî bir kültürel değişim ve oluşum başından beri, süregelmekteydi. 15. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu bir Balkan İmparatorluğu idi ve egemen kültürü de Balkan kültürüydü. 16. yüzyıldan itibaren bu imparatorluk Ortadoğu kültür bölgesine girmiştir. 18. yüzyılda ise Avrupa kültürü evlere, konaklara kadar girmeye başlamıştı.

Böyle iki yüzyılda bir kültürel referans çevresi değişen imparatorlukta, Doğululuk-Batılılık kutuplaşması niçin 19, yüzyılda söz konusu olmaktadır? 19. yüzyılın Osmanlısı Batı’ya karşı kuşku duysa da arlık onu bilinçli olarak izlemek üzerinde düşünmeye başlamıştı da ondan... 19. yüzyıl Osmanlısına göre Doğu’yla Batı artık kıyaslanamayacak iki dünya olmuştu. Açıkça yazmasalar da söylüyorlardı ki Batı Doğu’ya göre üstündü. Doğulular top tüfeğin dışında Batı uygarlığının hukuk ve idare kurumlarını da zorunlu olarak alıyorlardı. Çünkü Doğu’nun yaşaması için Batı yaşamının temel kurum ve kurallarını da hemen benimsemesi dönemi gelmişti.

Geç modernleşme geçiren bütün toplumlar gibi Osmanlı modernleşmesi de kültürel bir tepki yaşadı... Büyük Petro’dan beri geleneksel kurumlarını yıkarak Batıya dönen Rusya’da bile modernleşmeye tepki o tarihlerde 150 yıldır hâlâ sürüyordu. Stavyanofil rakımının başı Aksakof bir şiirinde “dönelim” diye tutturmuştu. Büyük Petro öncesi Rusya’nın din ve adetlerine dönüşü savunuyordu. Halkçılar arasında birçokları 15. yüzyıl öncesi Rusya’nın gerçek demokrasi, eşitlik, refah ve mutluluk ülkesi olduğunu, o dönemin canlandırılması gerektiğini öne sürüyorlardı. Bu tepkiyi sadece modernleşmeye karşı açıkça ortaya çıkan geleneksele muhalefet çevresinde veya muhalif görünen kültürel harekette ve düşüncede aramayalım. Çünkü aslında modernleşmenin muhalifleri de modernleşmeciler kadar olayın içindedir. Kullandıkları tez ve savunma yöntemleriyle reaksiyonerlerin kendileri de modernleşmişlerdir. Diğer yandan konulan yeni kurallar, yeni kurumlar ve yaratılmaya çalışılan yeni kültür hareketleri içinde de eskilik çeşitli biçimlerde direnir.

Modernleşmenin içindeki direnen gelenek sağlıklı ve kararlı bir gelişmede itici rol oynar, ama sağlıklı bir gelişme ve değişme yoksa bu direnme daha sağlıksız biçimlerde ortaya çıkar. Osmanlı modernleşmesinin tanhi boyunca radikal girişimler karşılarında, “kaide-i tedriç” denen tutuculuk prensibini ve tutucu grubu buldular. Çoğunlukla bu iki grubun uyum sağlaması tutucu gruba ve prensiplere verilen ödünle oldu. Öyleyken tutucu grubun suçlamaları Türkiye siyasal ve kültürel hayatına “batılılaşma, Avrupa taklitçiliği, şark cemiyeti vs.” gibi kavramların gelip yerleşmesine neden olmuştur.

Gelenekten Geleceğe, İlber Ortaylı, Timaş Yayınları, İstanbul, Mart 2008

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.