Grüss Gott

İnne'l osmaniyyete hamiletün bidevletin Avrupaiyyetin fesetelidü yevmenma, ve'l Avrupa hamiletün bi'l İslamiyyeti fesetelidü yevmen ma.” Yaklaşık yüz on yıl önce Üstad'ın verdiği bu cevap, Ezher şeyhini hayran bırakmıştır. Aslında bu sözün belağatı, sözün fesahatinden ziyade manasında iki Avrupa ve iki Osmanlı'yı birlikte gizlemiş olmasındandır. Asli değeri baştan sona ilim, marifet, sanat, ittifak, sa'y ve cehdi emreden İslam olduğu halde bunu bozuk para gibi harcayıp tüketen Osmanlı'nın doğurduğu veled, bilim, teknoloji, sanayi, kalkınma, şehircilik, estetik, intizam, disiplin ve çalışkanlık gibi insanlığa faydalı değerlerin Avrupa'sı değil, dünya savaşlarından sonra da birçok yerde katliam ve sömürünün faili, fitne, fesad ve ahlaksızlığın yayıcısı olan Avrupa'dır.

Bediüzzaman zaten Avrupa'yı bu iki yönüyle değerlendirir ve der ki: “Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye(sosyal hayata) nâfi(faydalı) san'atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa'ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını(kötülüklerini) mehâsin(iyilik) zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa'ya hitap ediyorum.”

İsviçre ya da Almanya'da sıradan bir bahçeye gidiyorsunuz. Bahçenin girişinde orada yetiştirilen ürünler kasalara dizilmiş. Ortada neredeyse hiçbir vakit bahçe sahibi veya bir eleman filan da yok. Orada yediğinize kimse karışmıyor. Satın almak isterseniz parasını oradaki para kutusuna atıp alıp gidiyorsunuz. Kamera filan da yok.

Caddede yürürken karşılaştığınız ve hiç mi hiç tanımadığınız tabiri caizse yedi kat yabancı olan İsviçreli, Alman ya da Avusturya'lı size Guten Tag(İyi günler) diyor şaşırıyorsunuz ve bizim gibi kelimenin yabancısı iseniz, gülerek baş selamı ile mukabele ediyorsunuz. İşin ilginç yanı mesela Bavyera gibi eyaletlerde o hiç tanışık olmadığınız Avrupalı ile caddede karşılaştığınızda size “Grüss Gott” (Tanrı'nın selamıyla) deyince iki kat şaşırıyorsunuz. Ne yani şimdi bu sürekli kınadığımız batılı bize Allah'ın selamını mı veriyor, hani şu bizim Müslüman memlekette bırakın tanımadığımız kişiyi, din kardeşimize bile vermekte cimrilik ettiğimiz Allah'ın selamını mı veriyor diyorsunuz.

Ulaşım, trafik, ısıtma, çevre düzenlemesi, imar gibi bizim henüz daha işin başında olduğumuz birçok konuda şehirlerin hepsinde yüz yıl önce yapılması gerekenleri en ince detayına kadar tamamlamışlar da, acaba köyleri nasıl diye şöyle bir göz gezdiriyorsunuz. Köylerin neredeyse hepsi kartpostallık. Adeta her köyün önünde fotoğraf çektirmek istiyorsunuz. Çünkü bırakın öyle şekilsiz, dağınık ve çarpık damları, evlerin çatısından avlusuna kadar göz zevkinizi bozacak bir yıkık döküklüğe, boyasızlığa ve uyumsuzluğa rastlamıyorsunuz. Şehirdeki altyapı hizmetleri ile köyler arasında da neredeyse hiçbir fark bulamıyorsunuz.

İnancı farklı da olsa işsiz ve yeterli geliri olmayan insanı zorda bırakmamak için onun asgari geçimini temin edecek bir geliri verme konusunda da, son derece titiz davrandıklarına şahit oluyorsunuz ancak bir ayrıntı dikkatinizi çekiyor. Evet, ülkesinde hangi statüde yaşarsa yaşasın her insana bir maddi katkı sağlıyor ama bunun hesabını da soruyor. Çünkü sosyal destek verdiği herkesi belli periyotlarla termine(randevuya) çağırıyor ve gelirinden harcamalarına, ihtiyaçlarından sorunlarına kadar birçok konuda hem bir nevi rapor alıyor hem de ben senin devletinim derken ‘seni izliyorum, seninleyim, arkandayım, senden haberim var' gibi mesajlar veriyor.

Elhasıl yine Üstad'ın o mükemmel tespitine varıyoruz: “Bir Müslümanın her sıfatı Müslüman olmayabileceği gibi, bir kâfirin de her sıfatı kâfir olmayabilir veya inkârından kaynaklanmayabilir.”

Baştaki söze dönersek o birinci Avrupa, inşallah bir gün bir İslam devleti doğuracak ve bilemiyoruz belki de bu güneşin batıdan doğuşu ile ilgili ahir zaman alametinin gerçekleşmesi olacak ya da Allah'ın nurunu tamamlaması olacak. Bu anlamda alınacak ders çok.

Oradaki Müslümanların sorunları ise, belki bu yazının konusu değil ama bir cümle söyleyelim. Göklerin, yerin ve dağların dahi yüklenmekten kaçındığı bir emanetin, omuzlardaki ağırlığı hissedildiği sürece bırakın aile ve çoluk çocuk gibi problemleri, o Avrupa bile çözülür, size açılır, kolaylaşır. Çünkü sen hicret yolunda mağarada mısın?

O halde  “Üzülme Allah bizimle”(Tevbe 40)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.