Güzel şeyleri yazmak isteriz, ama bırakmıyorlar ki!

Bazen siz değerli okurlardan güzel şeyleri de yazmamız konusunda işaretler alıyoruz ancak malumunuz olduğu üzere hiçbir hafta o nefesi vermediler ki güzel şeyleri daha fazla yazalım. Geçen hafta “Kutlu Doğum”un ihtişamını paylaşmıştık ki bunu çok gördüler. Geçen Cuma’dan bu yana yine garaiplerle dolu bir haftayı sonlandırdık.

Şu an ülkede genel anlamda bir rahatlama hissi olmakla beraber özelde bir kesim için sıkıntıların ardı arkası kesilmiyor ne yazık ki. Bir ara gözaltı furyası vardı, sonra cezaevi sürgünleri başladı... Ondan sonra çocukların eğitim mahrumiyeti…

Tabi insan bunları gördükten sonra bazı şeyleri anlamada zorluk çekiyor. İnsan hakları, tutuklu hükümlü hakları, dernekleşme hakkı, eğitim hakkı... Kim ağzını açıyorsa bunlardan dem vuruyor, ama “hak” sözcüğünün olduğu bütün alanlarda haksızlıkların bini bir para.

Cezaevi sürgünleri, hasta mahkum ölümleri, çocuklarını görme hasretiyle yanan aile dramları, okul kapılarında dayak yiyen ve üşüyen kız çocukları…

Hele de, şu çocukları eğitim hakkından engelleyenlerin değil de, çocuklarının eğitimi için didinen ailelerin başına gelenleri görünce, insanın aklından iyi niyet namına ne varsa silinip gidiyor bir kere.

Konuyu fazla uzatmadan yine geçen hafta içerisinde 2012 Türkiye’sinde vuku bulan şenaatlerden bir iki tanesine bakalım:

Gaziantep’te, kızı Şüheda’yı başörtüsüyle okula götüren anne Güllü Çevik’e, mahkeme 2 yıl 10 ay hapis cezası verdi. Hem de “anneler günü”ne sayılı günler kala. Birkaç ay önce de bu anne yine okul kapısından gözaltına alınmış ve sonra serbest bırakılmıştı. Açıkçası insan, mahkemenin bu kararını anlamada zorluk çekiyor. Kızı başörtüsüyle okula giden bu Müslüman anneye reva görülenleri göremeyen bir hükümet, bir Milli Eğitim, bir meclis, bir başbakan, bir milletvekili o anneden hangi yüzle neyi nasıl isteyecek; o annenin mağduriyetini nasıl telafi edebilecek. Burada, sizi iktidara taşıyan faktörlerden birinin de, başörtüsü yasağının kaldırılması beklentisi olduğunu size hatırlatırım.

 2011 milletvekili seçimlerinde AK Parti’den aday olan, yani bir AK Partili olan Harun Özdemir bakın ne diyor:

“Sayın Başbakanım!

AK Parti’yi doğuran sosyal dalganın temelinde başörtülü kadının sabırlı ve pasif direnişi vardı. Bu basit gibi görünen mücadele, onlarca yıl sürdü.

Devlet de, aklını ve imkânlarını sonuna kadar kullandı ve sonunda ‘eşi başörtülü’ erkeklere yenildi.

Yenilmek zorundaydı da.

Çünkü söz konusu olan kadın; babasının, kardeşinin, kocasının, oğlunun, komşusunun bir süre sonra da kamuoyunun desteğini alan kadındı...

Başörtülü kadının sabırlı pasif direnişinin, erkekleri peşinden nasıl AK Parti devrimine sürüklediğini en iyi siz biliyorsunuz, Sayın Başbakanım.”

Harun Özdemir’in bilinen bu tespitine bakın, bir de halen devam eden başörtüsü yasağına; o zaman samimiyet testini de iyi yapmış olursunuz.

Ben Başbakan, Milli Eğitim Bakanı ve Adalet Bakanı’nın samimiyetine inanıyorum. Ama burada hala devam eden bir ürkeklik yoksa o zaman bir nemalanmanın olduğu düşünülecektir. Kesinlikle bu karar düzeltilmelidir.

İkinci skandal olay ise, bir sivil toplum kuruluşu olan Mustazaf-Der hakkında verilen kapatma kararının Yargıtay tarafından onanmasıdır. Karar, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 89. Maddesine istinaden alınmış. Peki, bu madde ne diyor? Madde “Derneğin amacı, kanuna veya ahlaka aykırı hale gelirse; Cumhuriyet savcısının veya bir ilgilinin istemi üzerine mahkeme, derneğin feshine karar verir” diyor.

2004’te kurulan Mustazaf-Der’in tüzüğünde; fakr ve cehaletle mücadele, insanlar arasındaki ihtilaflarda aracı olup düşmanlıkları ortadan kaldırma, gençleri ve toplumu uyuşturucu, alkol, sigara vb. alışkanlıklardan koruma gibi maddeler varken ve şu ana kadar Göktaş Hocanın da dediği gibi nohut büyüklüğünde bir taşı dahi buradan alıp oraya atmamışken, Mustazaf-Der için alınan bu karar sizce de çok düşündürücü değil midir? Bu bir tahrik değilse nedir?

2008’de Konya’da bir şubeyle ilgili açılan bir mahkemenin (ki sanırım hala o mahkeme de sonuçlanmış değil) etkisi sonucu merkezin kapatılmayla cezalandırılması ne kadar adilane bir tutumdur. Öyle bir dernek ki, kurulduğu günden beri defalarca saldırılara uğramış ve en son Yüksekova’da şube başkan yardımcısını yine bir saldırı sonucu kurban verdiği halde şiddete başvurmamış ve hatta sağduyuya davet eden açıklamalarıyla o zaman gündeme oturmuş ve bu yönüyle tüm dikkatleri üzerine çekmişti.

Onun için, alınan bu kararda niyet okuma vardır, alınan bu kararda haset vardır, alınan bu kararda kıskançlık vardır, alınan bu kararda tarafgirlik vardır; burada sadece ve sadece hür irade ve delillere dayanarak alınan ‘adilane bir karar’ yoktur maalesef!.. Yine de, her şeyde bir hayır var, diyorum ve Mustazaf-Der Camiası’na buradan bir kez daha üzüntülerimi ifade ediyorum.

Selam ve dua ile.

Doğruhaber Gazetesi

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.