İki vahşi güç: abd−israil

İki vahşi güç: abd−israil

Son dönemlerde İsrail Terörist devletinin, Filistin ve Lübnan’a gerçekleştirdiği saldırılarla ilgili olarak araştırmacı−yazar sayın Ahmet Varol hoca ile yaptığımız söyleşiyi aktarıyoruz.

Bismihi Teala

Son dönemlerde İsrail Terörist devletinin, Filistin ve Lübnan’a gerçekleştirdiği saldırılarla ilgili olarak araştırmacı−yazar sayın Ahmet Varol hoca ile yaptığımız söyleşiyi aktarıyoruz.

Öncelikle hizmetinizden dolayı Allah (cc)’tan hayırlı mükâfatlar vermesini temenni ederiz.

Bu vesileyle özellikle son dönemlerde siyonist işgal devleti İsrail’in işlemiş olduğu cinayetlerden dolayı hayatlarını kaybetmiş kardeşlerimizin şehadetlerini tebrik ediyor, ailelerine taziyelerimizi sunuyoruz.

1-Hepimizin de takip ettiği gibi son dönemlerde İsrail işgal devletinin Filistinli kardeşlerimize yönelik ‘yok etme’yi amaçlayan askeri operasyonlara giriştiğini üzüntüyle müşahede ediyoruz. Bu son askeri operasyonun çıkış noktası nedir? Ya da hangi gerekçeyle bu operasyon başlatılmıştır?

Bilindiği üzere işgalci siyonist devletin Filistinlilere karşı başlattığı saldırılarda gerekçe olarak bir askerinin esir alınması olayı kullanıldı. Bu yüzden de dünyada saldırının zeminini oluşturan taraf olarak Filistin gösteriliyor. Ne yazık ki dünya siyonizmin hizmetindeki medya tarafından yönlendirildiğinden Filistin gerçeğini göremiyor.

Biz burada öncelikle asıl sebebin asker esir alınması olmadığını vurgulayarak söze başlayalım. Çünkü işgalci siyonist devlet böyle bir saldırının hazırlığını iki hafta öncesinden başlatmıştı ve bu hazırlıklar siyonist medya organlarına da yansımıştı. Geniş çaplı saldırı operasyonunun asıl amacı ise Filistin’de HAMAS’ın öncülüğünde oluşturulan hükümeti tamamen işlemez hale getirmek ve böylece yönetim değişikliği gerçekleştirmekti. Yani işgalciler Filistinlilerin özgür iradeleriyle iş başına gelen yönetimi devre dışı bırakarak tankların üzerinde getirtilecek yeni bir kadroyu başa geçirmeyi hedefliyordu. Çünkü seçim sonrasında iş başına gelen kadroya üç ay ömür biçilmişti ve gerek uluslar arası ekonomik ambargoyla gerekse içeriden yapılacak baskılarla bu sürenin bitiminde yeni hükümetin tahammül gücünün sona ereceğini bekliyorlardı. Ama bekledikleri değil tam tersi oldu. HAMAS’ın öncülüğünde tüm direniş gruplarının desteklediği bir ulusal ittifak hükümeti oluşturulması üzere anlaşma sağlandı. Bu anlaşmanın uygulamaya konması durumunda ise uluslar arası ambargonun dayandırıldığı tüm gerekçeler geçersiz hale gelecekti. İşte bu sebeple işgalci siyonist devlet askeri operasyon yoluyla Filistin hükümetini dağıtma kararı aldı.

Bu operasyonu gerçekleştirmek için normalde Sderot yahudi yerleşim merkezinde yaşanan güvenlik sorununu gerekçe olarak kullanmayı planlıyordu. Çünkü Filistinli mücahitlerin füze saldırıları sebebiyle söz konusu yahudi yerleşim merkezinde ciddi güvenlik sorunu yaşanıyordu. Askeri operasyon hazırlıklarından söz edildiği günlerde de Sderot yerleşim merkezindeki göçmen yahudi ahalinin yaşadığı güvenlik sorunu yoğun bir şekilde gündemde tutuluyordu. Hatta burada yaşayan yahudi göçmenler zaman zaman hükümete karşı eylemler düzenleyerek, hükümet yetkililerinin bölgeye girmelerini engelleyerek ciddi şekilde gündem oluşturuyorlardı.

Hal böyle olmakla birlikte askerin esir alınması eylemi sebebiyle Filistin’e karşı tavır alınmasında da uluslar arası güçlerin adaletten ve hukuktan son derece uzak kaldıkları bir gerçektir. Çünkü o olaydan birkaç gün önce Gazze kıyısında gerçekleştirilen vahşi katliamdan dolayı kimse işgalci siyonistleri gerginliğin müsebbibi ilan etmek istemedi. Hatta ABD başkanı Bush bu olayı bile İsrail’in kendini savunma hakkını kullanması çerçevesi içinde değerlendirdi. İşgalci siyonist devletin zindanlarında on bine yakın Filistinli tutsağın olduğunu ve Filistin’le İsrail arasında bu tutsakların serbest bırakılmasını garanti eden ateşkes anlaşması yapılmış olmasına rağmen işgalci siyonist devletin bu anlaşmanın şartlarını yerine getirmediğini kimse gündeme getirmek bile istemedi. Söz konusu ateşkes anlaşmasında garantörlük eden devletlerin Filistinli tutsakların serbest bırakılması şartının yerine getirilmesi için İsrail’e baskı yapma görevlerini yerine getirmediklerini de hiç hatırlama ihtiyacı duymadılar. Bu şekilde haksızlığa ve zulme uğratılan, kendilerine verilen garantilerin içinin boş çıktığını gören Filistinlilerin haklarını alabilmek için esire karşı esir alma eylemlerini ise tüm dünya gerginlik sebebi ilan ederek işgalci saldırganları haklı çıkarmaya kalkıştı.

Meseleye bir başka açıdan bakanlar da oldu. Bunlardan bazıları siyonist işgalcinin söz konusu eylemi gerekçe olarak kullanması karşısında “o halde Filistinliler başlarına bu belayı niye aldılar?” sorusunu sorma yoluna gittiler. Bazıları da işgalci devletin 1982 Lübnan işgalinde Londra büyükelçiliğine kendi ajanlarının saldırı düzenlemeleri örneğinde olduğu gibi kendi adamlarına böyle bir eylem yaptırmış olabileceği zannına kapıldılar. Oysa gerçekte bu eylem Filistinli mücahitler tarafından yapılmıştır ve mahiyeti, amaçları ortadadır. Böyle bir eylemin gerçekleştirilmesi ise Filistinlilerin başlarına bela almaları değil aksine işgalci siyonisti zayıf düşürme amaçlı bir girişimdir. Yoksa başta da belirttiğimiz gibi böyle bir eylem olmasaydı siyonist devlet yine saldırı düzenleyecek ve belki çok daha fazla yıkım, tahribat gerçekleştirecekti. Söz konusu eylemden sonra Filistinlilerin elinde işgalci siyonisti zorlayan bir araç oluşmuştur.

Filistinlilerin esir pazarlığında ortaya koydukları talepleri son derece insani ve makuldür. Her şeyden önce İsrail zindanlarındaki Filistinlilerin tümü savaş esiridir ve onların serbest bırakılmasını sağlama amacıyla Filistinlilerin pazarlık etme hakları vardır. Kaldı ki son eylemden sonraki pazarlıkta özellikle kadınların, çocukların, sakatların, hastaların, yaşlıların ve yirmi yıldan fazla süredir zindanda tutulanların serbest bırakılmasını istemektedirler. Bu insanların savaş esiri olarak zindanda tutulması zaten savaş suçudur ve bunların serbest bırakılması için herhangi bir esir pazarlığına da ihtiyaç yoktur. Uluslar arası anlaşmaların uygulanması gereği o insanların serbest bırakılması ve bu konuda İsrail’e baskı yapılması gerekir. Ama ne yazık ki siyonist işgal devletinin tüm uluslar arası anlaşmaları ve hukuk ilkelerini ayaklar altına almasına göz yumulmakta; Filistinli kendi hukukunu kendisi aramaya kalkıştığında ise gerginliğe yol açan taraf ilan edilmektedir.

2-Operasyon boyunca şu ana kadar kaynaklardan edindiğiniz bilgilere göre Filistin’in gerek insan kaybı gerekse de sosyal ve ekonomik bağlamda kayıpları hakkında bilgi verir misiniz?

Bu konuda net bilgiler vermek mümkün değildir. Çünkü sabah uykudan kalkıp, bilgisayarı açıp haberlere bakarken içimizde büyük tedirginlik hissediyor, acaba şehitler kervanına daha ne kadar insan katıldı, ne kadar ev yıkıldı diye bir huzursuzluk duyuyoruz. Ama ben size bu cevapları vermeden önce (21 Temmuz) aldığımız son haberlere göre sadece Filistin’in Gazze bölgesinde şehit edilenlerin sayısı 150’yi yaralananların sayısı 450’i bulmuştu. Yaralananlardan 220’sinin yani yarısının çocuk olduğu bildiriliyordu. Bu siyonist vahşetin saldırganlıktaki ölçü tanımazlığının, insani değerleri ayaklar altına almasının doğurduğu sonuçları gözler önüne sermesi açısından düşündürücüdür.

Filistin Sağlık bakanlığının verdiği bilgilere göre Batı Yaka bölgesinde saldırılar sebebiyle ölenlerin sayısı 50’yi aşarken, bedensel ve psikolojik rahatsızlığa maruz kalanların sayısı ise 385’i bulmuştu. Bunların da 182’sini yani yarısını çocuklar oluşturuyordu. Ağır etkilenmelerin sayısının 82 olduğu bildiriliyordu.

Saldırıların sebep olduğu maddi hasarlarla ilgili olarak ise henüz kesin bir tespit yapılabilmiş değil. Fakat çok büyük hasarlar olduğu, özellikle altyapı tesislerinin büyük zararlar gördüğü biliniyor. Elektrrik, su, kanalizasyon tesisleri, köprüler ve yollar büyük hasar gördü. Elektriklerin kesilmesi başta şu dağıtım şebekeleri olmak üzere altyapı hizmeti veren pek çok tesisin çalışmamasına sebep oluyor. Bu da beraberinde muhtelif salgın hastalıkların ortaya çıkmasına yol açıyor. Tabii bu arada işgalci saldırgan devlet ekonomik ambargo uygulamasının daha da katılaştırılarak sürdürülmesi için bütün imkânlarını kullanıyor. Öyle ki insani gıda ve ilaç yardımlarının ulaşmasını bile engelliyor. Örneğin Türkiye’deki Filistin büyükelçisinin verdiği bir davete iştirak eden Kızılay genel müdür yardımcısı orada yaptığı konuşmada Türkiye’den gönderilen yardımların Filistinlilere ulaştırılmasının İsrail güçleri tarafından engellenmesinden şikâyetçi olmuştu.

3-Biliyorsunuz İslami Direniş Hareketi HAMAS iktidara geldikten sonra nerdeyse tüm dünya devletleri Filistin’e yapmış oldukları yardımı askıya aldılar. Tabii bu ambargo siyonist devletin isteği doğrultusunda oldu ve kısmen de olsa başarıya ulaştı. Ancak bu ambargo karşısında Müslüman ülkelerden çok güçlü bir ses yükselmediği gözlendi. Yardım yapacaklarını söyleyen Arap ülkeleri yine Batılı devletlerin tehditleri karşısında geri adım attılar. Müslüman ülkelerinden yeteri seviyede bu boykota, karşı bir atak gerçekleşmemiş olmasının bu katliamda siyonist devletini cesaretlendirdiğini söyleyebilir miyiz?

Söz konusu ambargonun amacına ulaştığını söyleyemeyiz. Hatta askeri operasyonun sebebi zaten ambargonun amacına ulaşmamış olmasıydı. Daha önce de dile getirdiğimiz üzere ambargonun amacı Filistin’deki yeni yönetimi üç ay içinde çökertmekti. Ama bu amaç gerçekleşmeyince işgalci siyonist devlet askeri formül üzerinde düşünmeye başladı. Fakat dediğiniz gibi özelde Arap genelde tüm İslâm ülkelerinin pasif konumda kalması, kendilerine yöneltilen uluslar arası baskılara boyun eğerek Filistin halkını yalnız bırakmaları işgalci siyonist devleti cesaretlendirmiştir.

Örneğin bazı Arap ülkeleri ABD ve AB’nin önceki yönetimlere gönderdiği kaynağın önemli bir kısmını karşılayacak para vaatlerinde bulundukları halde Batı ülkelerinin bu paraların Filistin tarafına transfer edilmemesi için baskı yapmaları üzerine tüm Arap bankaları direktiflere uyma ihtiyacı duydu. Filistinlilere vaat edilen paraları transfer etmekten kaçındılar. Oysa bu paralar transfer edilebilseydi söz konusu ambargonun etkisi büyük ölçüde azalacaktı. Tabii bu transferin engellenmesi ve engellemeye çok hızlı bir şekilde boyun eğilmesi danışıklı dövüş müydü onu da tam bilemiyoruz.

4-Tüm bu katliamlar yaşanırken HAMAS cephesinden siyonist devlete karşı gerçekleştirilen eylemlerin ölçüsü nedir? Siyonist devlete verdikleri karşı cevapların boyutları hakkında bilgi verir misiniz?

Siyonist işgal devletinin savaşının önemli bir boyutunu da psikolojik savaş oluşturmaktadır. Siyonist devlet elindeki medya organlarını kullanarak karşı tarafa verdirdiği zararı gündemde tutarken kendisinin aldığı yaraları, özellikle de askeri yaralarını gizlemeye çalışıyor. Biz bunu Vakit gazetesinde yayınlanan yazılarımızda hassaten dile getirmeye çalıştık. Siyonist devletin böyle bir siyaset gütmesinin amacı savaşta kendi şartlarının pazarlıksız bir şekilde karşı tarafa kabul ettirilmesini sağlamaktır. Bugün BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın bölgede ateşkes sağlanabilmesi için İsrail’in şartlarının yerine getirilmesinin gerektiğini söyleyebilmesi işte bu psikolojik savaşın bir neticesidir. AB’nin herhangi bir adım atılabilmesi için öncelikli olarak İsrail askerlerinin serbest bırakılmasını istemesi bu yüzdendir. Ancak gerçekler uluslar arası siyonizmin güdümündeki medya organlarının ve mensuplarının kamuoyuna yansıttığından farklıdır. İşgalci saldırgan devlet gerçekten orantısız bir askeri güce sahiptir ve bu gücünü sınırsızca, herhangi bir ölçü tanımadan kullanmaktadır. Ama kendisi de sürekli yara almaktadır. Filistinlilerin Gazze’den, Sderot ve Askalan başta olmak üzere muhtelif yahudi yerleşim merkezlerine yönelik füze saldırıları yoğun şekilde devam ediyor. İşgalciler kuzeyden Beyti Hanun’a yoğun bir şekilde kara saldırısı başlattılar. Ama orada kayıp verdiler ve şiddetli bir direnişle karşı karşıya geldiler. Dolayısıyla geri çekilmek zorunda kaldılar. Sonra ortadan el-Meğazi mülteci kampına saldırdılar. Bu bölgede vahşi saldırılar gerçekleştirmelerine ve birçok Filistinliyi şehit etmelerine rağmen verilen mücadele karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Tabii buradaki mücadelenin Lübnan’daki mücadeleyle aynı zamana denk gelmesi de onları zorlayan sebep oldu.

5-İsrail’in, Filistin’e yönelik saldırıları devam ederken, Hizbullah destek maksatlı olarak, sınırda bulunan İsrail kontrol noktalarından birine saldırdı. 8 İsrail askeri öldürülürken ikisi de esir alındı. Ardından İsrail’in Lübnan’a yönelik yoğun saldırısı başladı. Bununla beraber nükleer tehditle ilgili İran hakkında verilen son kararların, esir edilen iki askerin İran’a götürüldüğü şeklindeki iddialar, yakın bir tarihte İran ve Suriye’ye yönelik bir savaş senaryosunun uygulamaya geçirilişinin ilk adımları olarak algılamak mümkün müdür?

Lübnan’da Hizbullah’ın gerçekleştirdiği eylemi tabii ki Filistin halkına uygulanan zulüm ve vahşete sessiz kalanlar anlayamıyorlar. Onlar bu eylemin İsrail vahşetini Lübnan’ın üzerine çektiğini düşünüyorlar. Oysa bunu söylemek yerine Filistin halkına yapılan zulme karşı işgalci siyonist devletten hesap sorma işini sadece Hizbullah’ın, HAMAS’ın ve benzeri direniş örgütlerinin üzerine bırakmamaları, Filistin halkının çağrılarına kulak vermeleri gerektiğini düşünmeliydiler. Bu konudaki sorumluluklarını düşünmedikleri için başkalarını suçlamaları kolay oluyor.

İşgalci siyonist devletin bu derece cüretkâr olmasının en önemli sebebi çağdaş emperyalizmi arkasına almış olmasıdır. Bundan dolayı da dediğiniz gibi Suriye ve İran’ı da hedeflerine yerleştirebilecekleri yönünde tehditte bulunuyorlar. Bu tehditlerinin amacı Lübnan’a yönelik vahşi saldırılarına gerekçe oluşturmaktır. Yoksa cepheyi o derece genişletmeleri kolay olmayacaktır. Siyonist devlet Lübnan’a saldırırken kendisi de ciddi bir sorunun içine sürüklenmiştir. Bu savaşın uzun sürmesi işgalci siyonist devletin problemlerinin büyümesine ve bu devletin bataklığa doğru sürüklenmesine sebep olacaktır.

Burada önemli olan ümmetin Lübnan ve Filistin’deki haklı ve meşru direnişe sahip çıkmasıdır.

6-Bu saldırıların devam etmesi halinde gelecekle ilgili neler söyleyebiliriz. Boyutlarının uluslar arası alana sıçraması ihtimali var mıdır?

Bilindiği üzere bu gibi gelişmeler ortaya çıktığında hemen dünya savaşı senaryoları üretilir. Böyle yapılmasının en önemli sebebi işgalci siyonist devletin ve ABD’nin çok fazla abartılmasıdır. Oysa ABD bugün Irak ve Afganistan’da ciddi zorluklarla karşı karşıyadır. Sudan’la ilgili senaryolarını hayata geçirememiş, Somali’deki taraftarlarının ağır yenilgi almalarını önleyememiştir.

Lübnan’da geniş çaplı yıkım ve saldırı başlatan siyonist işgalci devlet her ne kadar ölçü tanımaz tutumu sebebiyle büyük zayiata yol açıyorsa da kendisi de zor durumdadır. Savaşın devam etmesi, cephenin genişlemesi onun kaldıramayacağı bir yükle karşı karşıya gelmesi sonucunu doğuracaktır. ABD’nin, Irak ve Afganistan’da kuyruğu sıkışmış olmasaydı belki askeri destek vererek işin içine girebilirdi. Ama bunu yapması o kadar kolay olmayacaktır. Suriye ve İran’a yönelik tehditler tamamen psikolojik savaştan ibarettir. İran’ın Irak’ta ve Basra körfezinde çok önemli avantajlarının olduğunu ve bu avantajların sadece ABD’yi değil başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı ilgilendirdiği bilinmektedir.

Bize göre aslında işgalci siyonist devlet ve çağımızın Moğol imparatorluğu niteliğindeki ABD çöküş merhalesine geçmiş durumdadır. Allah’ın izniyle ve ümit ediyoruz ki ümmet bu iki vahşet gücünün Sovyet saltanatı gibi çöküşünü seyredecektir.

İnzar Dergisi

İslam ve Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.