Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

İslâm dünyasındaki savaşın toplum zemini

 Batı'nın bugünkü derdi, İslâm âlemindeki neredeyse onun gibi yaşadığı hâlde siyasi olarak ona karşı duran kitleleri İslâmî duruşa destek vermekten vazgeçirip siyasi olarak da kendi kampına çekmektir

Birbirleri ile karşılaşan toplumların ilişkilerinde, tanışma, hayran kalma, farkının farkına varma, ayrışma ve rekabete geçme gibi süreçlerden söz edilir.

İslâm dünyası, Batı'yı cephe ötesi etkinlikler alanında, 18. yüzyılın sonlarında Batı'ya giden elçilerden ve Batı'dan gelen seyyah ve misyonerlerden tanıdı.

Selahaddin-i Eyyübî zamanından, birkaç Haçlı esirinin aynı ipe bağlandığı, bir Haçlı esirinin değerinin üç dinara indiği günlerden o güne tepeden baktıkları, horladıkları, Osmanlı'nın “pis gavur” diye nitelendirdiği Batı'nın yükseliş hızı Müslümanları hayretler içinde bıraktı. Kendilerinden Akdeniz adaları ve Endülüs'ü almış olsa da eninde sonunda ipe bağlanacak bir korsan gibi gördükleri Batı, Amerika'nın keşfi ve işgali ile genişlemiş; hukukunu oluşturmuş, sanayisini gelişme yoluna koymuş ve dünyanın dört bir yanında bir kısmı İslâm topraklarından olmak üzere sömürgeler edinmişti.

Buna karşı, Osmanlı'da zevk u sefa artmış, israf çoğalmış; saray, kadınların çatışma alanı haline gelmiş, medreseler durgunluğa sürüklenmiş, ordu hantallaşmış, başkentteki adaletsizlikler taşrada isyanlara yol açmış, asayiş bozulmuş, bereket azalmıştı.

Bir de İran'da kurulan Safevi Devleti ve devamındaki hanedanlar… Bir zamanlar Timur'un Kırım'da kurulan Altın Orda devletini zayıflatıp Asya'nın kuzeyindeki İslâm topraklarını Rusya'ya açması gibi, Osmanlı'yı epey yıpratmış, Hindistan'a uzanmış, Nadir Şah'ın Hindistan seferleri ile İslâm Hindistan'ı iyice çökmüş, İngilizler için yem olacak kadar zayıflamış, nihayet İngiliz işgali altına girmişti.

BATI'YA HAYRAN KALANLAR VE BATI'YA KARŞI OLANLAR

İslâm dünyası ile Batı arasındaki fark bir sonraki asırda Osmanlı'nın ünlü şairi Ziya Paşa'nın dizelerine şöyle yansıyordu:

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslâm'ı bütün virâneler gördüm

Bu ağır durum karşısında Müslümanların okumuşları iki ana sınıfa ayrılmıştı: Batı'ya hayran kalanlar ve Batı'ya karşı mücadeleyi seçenler.

Daha sonraki asırda bu ayrılık Batıcı Tevfik Fikret ile İslâm'ı toplum ve devlet için kurtuluş yolu olarak öneren Mehmet Akif'in dizelerine bariz bir şekilde yansıyordu.

Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürün

Minkar-ı âteşini duy, dâima düşün:

Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?

Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?

Yükselmek asumana ve gülmek, ne tatlı şey

Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey

Müştâk-ı feyz u nûr olan âti-i milletin

Meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin

Yüklen getir - ne varsa - biraz meskenet - fiken

Bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen

Esmâr-ı bünye-hıyzini; boş durmasın elin

Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin

Gökten dehâyi narı çalan kahramanını

Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını 

diyen Tevfik Fikret, Müslüman gençlere,

-Batı'nın yükselişi üzerinde düşünün.

-Batı'nın yöneldiği gibi eski Yunan'a yönelin, kurtuluşu o mukaddes din öncesinde arayın.

-Yunan efsanesinde tanrı Prometos'un göklerden çaldığına inanılan ateşin Batı'ya vuran aydınlığını kendiniz için alın diye tavsiyede bulunuyordu.

Tevfik Fikret'in sözcülüğünü yaptığı bu düşüncenin sahipleri, İslâm dünyasının geri kalmasına sebep olarak İslâm'ı görüyor; Müslüman gençlere İslâm'ı dışlamayı, Eski Yunan'dan başlayıp adım adım Batı'yı taklit etmeyi öneriyordu. Fikret, dönemin en etkin okullarından Mekteb-i Sultanî'nin  (Galatasaray Lisesi'nin) müdürüydü ve bir dönem önemli bir kültür dergisinin de başındaydı. Pek çok idareci, Galatasaray Lisesi'nde onun düşünceleriyle yetişti. Cumhuriyet'ten sonra ise Fikret'in düşünceleri resmi ideoloji haline geldi.

Bu akıma karşı duran Mehmet Akif ise,

O Buhara, o mübarek, o muazzam toprak;

Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak!

İbn-i Sînâ'ları yüzlerce doğurmuş iklîm

Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm!'

diyerek İslâm aleminin geri kaldığı tespitine katılıyor. Ama,

‘Çalış dedikçe Şeriat, çalışmadın durdun

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun

Sonunda bir de ‘tevekkül' sokuşturup araya

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!'

Diyerek geri kalmışlığın İslâm'dan uzaklaşmaktan kaynaklandığını tespit ediyor.

‘O, ne dehşetli terakkî, o, ne müthiş sür'at!

Öyle bir hârika gösterdi mi insâniyyet?'

Dizeleriyle örnek alınacak asır olarak Asr-ı Saadet'i işaret ediyor.

‘Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dîni;

O yerin gökten inen dîni, hayatın dîni?'

İfadeleriyle Asr-ı Saadet'teki İslâmî yaşam tarzına özlem duyuyor. Batı'nın öğretilerinin bir “tanrı buyruğu” gibi kabul edilmesine karşı çıkıyordu.

Garb'ın eşyâsı, eğer kıymeti hâizse yürür;

Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür

Dizelerinin şairi Akif, Batı'nın tahlil edilmesini, Batı'dan gelenlerin adeta gümrükten geçirilerek alınabileceklerin alınmasını, alınamayacakların Uzak Doğu'da yapıldığı gibi çöpe atılmasını öneriyordu:

Akif, Batı'da öğrenim görmeye ve Batı'nın yararlı bulunan ürünlerinin alınmasına karşı değildi. O, Tevfik Fikret ve benzerlerinin aklımızı tatil edelim, aklımızı yok sayalım, gözümüzü kapatıp Batı'ya uyalım önerisine karşı çıkıyordu:

Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atını;

Veriniz hem de mesâînize son sür'atini.

Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;

Çünkü milliyeti yok san'atın ve ilmin; yalnız.'

Dizeleri Akif'in kaleminden çıkmış. Bununla birlikte Batı'da eğitim görmenin problemlerini de biliyor,

‘Al okut, Avrupa tahsîli desinler, gönder

Servetinden bölerek nâmütenâhî para ver;

Sonra bir bak ki: Meğer karga imiş beslediğin!'

dizelerinde uyarısını açıkça ifade ediyordu. Ona göre nihayetinde, “Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?”dı. O canavara karşı imanla mücadele etmek mümkündü.

Tevfik Fikret'in Batı konusundaki, “TANI-GÖZÜNÜ KAPAT- TAKLİT ET VE BAĞLAN” formülüne karşı Akif'in formülü, “TANI-YÜKSELİŞ SEBEPLERİNİ GÖR-GEREKENİ AL-GÜÇLEN VE ONA KARŞI MÜCADELE ET” biçimindeydi. Akif, bunu önermekle kalmıyor, aynı zamanda buna cesaretlendiriyordu:

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar

Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var

Ulusun, korkma, nasıl böyle bir îmânı boğar?

Özetle, İslâm dünyasındaki Batıcılar, Batı'nın ulaştığı düzeyi yakalamak için körü körüne onun ardından gitmeyi ve o aradaki fersah fersah uzaklığı onun gibi ve onunla aynı hızda yürüyerek aşmayı önerirken İslâmî kurtuluşa inananlar, Batı'yı tanımayı, tahlil etmeyi, onun olumlu yönlerinden yararlanmayı, olumsuz yönlerinden uzak durmayı ve son aşamada ona karşı güçlenip mücadele etmeyi öneriyordu.

Bu çekişmede ilk zaferi Batı yanlıları kazandı. İslâm dünyasındaki idarî makamlar tamamen onlar tarafından işgal edildi. Eğitim kurumlarının programlarını onlar yaptı. Kitleler onlar gibi yetişti ve İslâm âleminde elit bir sınıfı aşan önemli bir Batı hayranı kitle oluştu.

Değişimin devamını çatışmayla mümkün bulan Batı, bu hayranlığa bakıp bu sürecin kendisinin mutlak zaferiyle sona erdiğine inandı; kendisinin dünya tarihinde rakipsiz kalan ilk medeniyet olduğuna inanarak tarihin sonuna gelindiğini ilan etti.

Oysa tam bu noktada İslâm âlemi, hayranlık sürecini aşıp Batı'dan farkının farkına varıyor, Batı'nın çürük yanlarını tespit ederek onlardan uzak durmak gerektiğini öğreniyor, Batı'dan ayrışmak gerektiğine dair fikirleri dillendiriyor ve nihayet Batı'yı kendisinin karşısında görerek ona karşı mücadele etmesi gerektiğine inanıyordu.

Bu, tam anlamıyla bir uyanıştı. Bu, uyuşturularak boğazlanmak istenen bir kahramanın kafası koparılmak için bağlandığının farkına varması ve celladının elinden kurtulmak için çırpınmasıydı. Batı, bu uyanış karşısında neye uğradığını şaşırdı, “medeniyetler çatışması”nın devam ettiğine, çatışma bitmediği için de değişimin mümkün olduğuna, dolayısıyla mutlak zaferi ilan etmenin hata olduğuna kanaat getirdi ve İslâm'a karşı yeni bir hamle yaptı.

BATI İLE İSLÂM ARASINDAKİ BUGÜNKÜ ÇATIŞMA ZEMİNİ

Biri iktidar, diğeri muhalefet de olsa İslâm dünyasında Batı hayranı ve Batı karşıtı iki elit taraf hep vardı.

Batı'yı yeniden “medeniyetler çatışması” tezine döndüren İslâm dünyasındaki Batı karşıtı elitin yok edilememesi değildir.

Batı'yı asıl endişelendiren, İslâm dünyasında toplumun büyük çoğunluğunu kapsayan, Batı karşıtı geniş bir kitlenin varlığı gerçeğidir.

Bu geniş kitlenin önemli bir kesimi, cuma namazı ve bayram namazı gibi belli aralıklarla eda edilen ibadetler dışında ibadet etmiyor, hatta zaman zaman Batı gibi yiyip içip eğleniyor ama Batı karşısında kendisini İslâm'ın safında görüyor; İslâm'ın kaybından, Batı'nın ise zaferlerinden endişe duyuyor. Özgür seçimler söz konusu olduğunda Batı hayranlarını güvenilir bulmuyor, onları desteklemiyor; aksine İslâm ahlakından az çok nasiplendiğine inandığı adayları yönetime layık buluyor, tercihini onlardan yana kullanıyor.

Batı,

-Kendince ve başkalarının da gözlemleriyle göz kamaştırıcı bir ilerleme çağına girmişti.

-Kendisi dışındaki dünya her alanda etkisiz hale gelmişti.

-Kendi değerlerini, dergiler, gazeteler, tiyatro, sinema ve azınlıklar üzerinden büyük yatırımlarla ithal etti, gönüllü bir Batılılaşma için zemin oluşturdu.

-İslâm dünyasında baskıcı rejimler kurarak gönüllü Batılılaşmaya razı olmayanları sindirecek ve Batılılaşmanın içine çekecek en zorba tedbirleri aldı.

-İnsanın aklını durduran bir hileyle o baskıcı rejimler karşısında sözde insan hakları hamisi rolüne büründü, diktatörlerin baskısı altında inleyenlere kapılarını açma yoluna bile gitti.

Ama İslâm âleminde kendisine karşı oluşan “HAYRANLIK” evresinin “BATI'YA BAĞLILIK” talebine dönüşmesini sağlayamadı. Aksine bu evre, farklı olmanın farkına varma, ayrışma ve muhalefet etme şeklinde yol aldı.

Batı, bu vaziyet karşısında adeta çıldırdı; kendisinden en az elli kilo daha zayıf ve amatör rakibini yenemeyen madalya düşkünü bir boksörün hıncından sağı solu yumruklaması misali, ister istemez, medeniyetler çatışması sürecini yeniden ilan ederek İslâm dünyasında karmaşık, kirli ve alabildiğine kanlı bir savaşı başlattı.

Batı'nın bugünkü derdi, İslâm âlemindeki neredeyse onun gibi yaşayıp ona karşı duran kitleyi İslâmî duruşa destek olmaktan vazgeçirip siyasi olarak da kendi kampına çekmektir.

Bunun için o ana kitlenin huzursuz olacağı, ürkeceği bir yaklaşımı asıl İslâmî yaklaşım diye reklam ediyor. Asıl mücadelesi bu kitleyi Batı'ya karşı sevk ve idare ederek yeniden dirilişi (ihyayı) sağlayacak taraflar olduğu halde, o tür gruplara karşı mücadele ediyormuş rolü oynuyor. İhvan tipi kitlesel hareketleri ise iktidardan ediyor.

Bu geniş kitleye sizin seçtiğiniz yol “ÇIKMAZ SOKAK”tır; mesajı veriyor, onu bütün imkânlarını kullanarak kendisine doğru çağırıyor, çağrısının karşılık bulmasını da ancak o tür gruplarla İslâm'ın özdeşleştirilmesinde buluyor.

Bugün asıl çekişme zemini burasıdır ve umut verici olan, Müslüman toplumun bu yeni dönem oyununa rağmen “BATI'YA BAĞLANMAYI” bir kurtuluş yolu olarak görmemesi, hâlâ Batıcı cepheyi değil, Batı'ya karşı olan cepheyi kendisine yakın bulmasıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.