İslam Fıkhının Kaynakları ve Usülün Önemi

İslam Fıkhının Kaynakları ve Usülün Önemi

Fıkıh, Şer'i hükümleri delilleri ile beraber tafsili olarak bilmektir

İslam fıkhı salt akla ve beşerin heva-heveslerine dayanmadığı için Murad-ı İlahi'nin istikametinde teşekkül eder. Fıkhın tarifi beyan olunurken öz olarak tariflerden birinde “Fıkıh, Şer'i hükümleri delilleri ile beraber tafsili olarak bilmektir”[1] diye belirtilmiştir. Fakih ise; Kitap, Sünnet ve İcma-ı Ümmetten kat-i delillere dayanarak kıyasla kanaatını belirten müctehid alime denir. Şer'i bir delile dayanmaksızın şahsi bir kanaat belirtmek büyük bir vebaldır.

İslam fıkhının usûlü ile ilgili olarak usûl-ü fıkıh kitaplarında serahatle bilgiler mevcuttur. Usûl ilimleri ve kavaidi bilinmeden ve onlara riayet olunmadan ahkam kesmeye yeltenmek mefsedet ve cürüm olur.

Burada İslam fıkhının usûlünu özetlemek durumunda değiliz; ancak İslam fıkhının kaynaklarını özetle belirtmekte fayda mulahaza ediyoruz.

KİTAP

Kur'an-ı Kerim! Çok tarifleri yapılmıştır. Kısaca “Allah (cc) tarafından vahiy yolu ile Hz. Muhammed (sav)'e nazil olan ve Ondan da bize mutevatiren nakledilen bir nazm-ı celildir,” diye tarif edilir. Hem lafız hem mana olarak ilahidir, Allah'tandır. Onun lafız ve manasında kulun hiçbir payı ve müdahalesi yoktur ve olamaz.

Kur'an-ı Kerim her yönden mutlak olarak asıldır. Sureleri, ayetlerin surelerdeki yeri de tamamen tevkifidir. “Kur'an-ı Kerim'in “bir ayetini veya bir kelimesini dahi inkar eden bir kimsenin küfrü üzerinde ittifak vardır.”[2] Bununla beraber Kur'an-ı Kerim'e tazim etmek vacib (farz), ona saygı göstermemek haram, kasten tahkir etmek ise küfürdür. Kur'an-ı Kerim'e abdestsiz dokunmanın haram olduğu hususunda ittifak vardır”[3] “Kur'an-ı Kerime abdestsiz dokunulmasını bizzat Allah (cc) Resulü (sav)'nün menettiği”[4] rivayeti de mevcuttur.

Fert ve toplum olarak insanlık Kur'an-ı Kerime göre hayatlarını tanzim etmek ve ona uymakla saadet-i dareyne nail olur. Aksi halde Kur'an'a uymayıp yada Kur'an'ı kendi heva ve heveslerine göre uygulamaya çalıştığı vakit dalalete ve ebedi hüsrana düçar olur. Nitekim Allah Resulu (sav) bir Hadisi Şeriflerinde “Ümmetimin helakı Kitap'ta ve Sünnet'te olacaktır” diye buyurunca Sahabe-i Kiram; “Ey Allah'ın Resulü buradaki Kitap ve Sünnet nedir?” diye sorar. Allah Resulü (sav) “Kur'an-ı Kerim'i öğrenip, O'nun ayetlerini Allah (cc)'ın indirdiği gayeden başka şekilde te'vil etmektir,”[5] diye buyurur.

Kura'an-ı Kerim Allah Resulü(sav)'nün  lisanı üzere Arapça nazil olmuştur. Bu itibarla Arap dili ve grameri, peygamberin konumu, ayetlerin tefsiri, fıkıh usûlü, tefsir usûlü ve hadis usûlü gibi usûl ilimleri bilinmeden Kur'an-ı Kerimden hüküm çıkarmak veya sırf meallerle amel etmeye çalışmak cehalet, gaflet ve hıyanet olur.

Bu hususta İmam-ı Şafii “Kur'an-ı Kerimin tamamı, Arap lisanı üzerine nazil olmuş. Bunun için Kur'an-ı Kerim'in nasihi mensuhu, esbab-ı nüzulu, emirleri (farzları), edebi belağatı ve mübah kıldıkları iyi bilinmelidir. Bununla beraber Allah (cc)'ın peygambere verdiği mevkiin de (peygamberin konumu) iyi bilinmesi gerekir. Zira Allah (cc) kitabında va'zettiği hükümleri Resulü (sav)'nün lisanı üzere beyan buyurmuştur. Buna binaen Allah (cc) farz kıldığı hükümlerle neyi kastettiği, kimin için farz kıldığı, bütün insanların bu farzların kapsamına girip girmediği, mükellef olan kulların neye itaat etmeleri ve neden sakınmaları gerektiği bütün bunların hepsi iyice bilinmelidir”[6] diyerek bu hususu veciz bir şekilde özetlemiştir.

Nazm-ı Celil'de zikrolunan “ruh” kelimesini “Kur'an” olarak tefsir eden Ulemanın beyanı da gösteriyor ki, İslam'ın ruhu Kur'andır. Müslümanlar ise Onun bedenidir. Binaenaleyh ruh ile irtibatı kesilen beden veya bedenin herhangi bir azası nasıl ki leş olmaktan başka bir mana ifade etmiyorsa, Kur'an'la irtibatını koparan bir insan veya toplum da hakeza bir leş, mel'un ve müfesseh olup hüsrandan başka bir mana ifade etmez. Yani zararı yalnız kendisiyle sınırlı kalmaz, bilakis çevresinin de hayatını tehdit ederek kokutur. Bazen bu koku şer güçlerin ve beşeri sistemlerin yardımıyla bulaşıcı ve öldürücü virüslerden oluşan kasırgalar gibi yeryüzüne yayılır.

Yazılı olan Kur'an-ı Kerim'in canlı yaşantısı (pratikte yaşayan Kur'an) olan, bütün âlemlere rahmet ve insanlığa rehber olarak gönderilen, Hatemül Enbiya ve Seyyid-ül Murselin (sav) tanınmadan ve Onun yoluna tabi olmadan Kur'an anlaşılmış ve yaşanılmış olmaz. Zira Kur'an'ın en büyük müfessiri bizzat Allah Resulü(sav) dür.

SÜNNET

Kelime olarak; siret, tabiat ve takib edilen yol gibi manalara gelir. Cahiliyye devri Arapları dahi sünnet kelimesinin bu manalara geldiğini biliyor ve böyle kullanıyorlardı. Ashab-ı Kiram da sünnet kelimesinin bu manaya geldiğini bildikleri için Allah Resulü (sav) “Size benim sünnetime sarılmanızı tavsiye (emir) ederim.”[7] diye buyurduğunda Resulullah'ın sünnetinin “O'nun umumi ve hususi hayatındaki bütün davranışlarını ifade ettiğini”[8] bilip anladıklarından (bu kelimeye yabancı olmadıkları için) bu hususta başka bir şey sormaya ihtiyaç duymamışlardır. Resulullah (sav) için sünnet bu manaya gelirken, bir de Allah (cc) için adetullah manasına gelen sünnetulllah vardır ki Kur'an-ı Kerim'de “Daha evvel geçenler hakkında Allah bu sünneti koymuştur. Allah'ın sünnetini değiştirmeye ise asla imkan bulamazsın.”[9] diye buyurulmaktadır. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de bu manada daha başka ayetlerde de bu kelime zikrolunmaktadır; ancak konumuz Resulullah'ın sünneti olduğundan fıkıh ilminin ikinci kaynağı olan sünnetten bahsetmek durumundayız.

İslami ıstılahta “Sünnet; Allah Resulünün söz, fiil ve takriri ile sabit olan hükümlerdir”[10] şeklinde tarif olunmuştur.

Allah Resulu (sav)'nün söz ve fiilleri sünnet olduğu gibi takriri (ashabının yaptığını gördüğünde razı olduğu haller) de sünnettir. Hanefi uleması Allah Resulunun sünnetini Sünnet-i Hüda ve Sünneti Zevaid diye iki kısım olarak belirtmişlerdir.

Sünnet-i Hüda; uyulması hidayet, terki kerahet ve isaet olan sünnettir. Ezan, kamet ve cemaat gibi sünnetler ve bu sünnetlerden mütevatir olanlarını inkar etmek küfür, haber-i ahad olanlarını inkar etmek ise fasıklıktır.

Sünnet-i Zevaid ise; uyulması müstahsen (güzel) terki günah ve itab gerektirmeyen ve mübah olan sünnetlerdir.”

Burada daha ziyade üzerinde durmak istediğimiz birinci şıkka dahil olan bağlayıcı sünnettir. Yüce Allah (cc) Resulünü, uyulması gereken güzel örnek (usve-i hasene) olduğunu beyanla hükmederek bütün insanlığa rahmet olarak göndermiştir. Nitekim bu husus Kur'an-ı Kerim'de “And olsun ki Resulullah'ta sizin için Allah (rızasın)'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır,”[11] diye buyurmakta ve bu hükmü yeminle teyid etmektedir. Ayrıca Allah (cc)'ı sevmek

Allah Resulu (sav)'ne itaat etmekle olur. Allah Resulüne itaat etmek, şüphesiz ki sünnetine ittiba etmektir. Yüce Allah (cc), Resulüne itaati bir çok ayet-i kerimede emretmektedir. Bunlardan iki ayet okuyalım: Kur'an-ı Kerim'de “(Habibim de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.” De ki: 'Allah'a ve Peygambere itaat edin.' Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah da o kafirleri sevmez,”[12] diye buyurmaktadır.

Allah Resulünün sünnetine tabi olmadan din'in (İslam'ın) anlaşılması ve yaşanması sıhhatli olamaz. Sünnet anlaşılmadan ve yaşanmadan İslam'ın yaşanabileceğini iddia etmek peygamberliğin ehemmiyetini ve peygamberin konumunu luzümsüz görmek olur ki, bu iddia itikadı ifsad eder. Kur'an-ı Kerim'de mücmel olarak farz kılınan ilahi emirler ve yasak kılınan bütün nehiyler Allah Resulu (sav) tarafından Ashab-ı Kiram'a açıklanmıştır. Beş vakit namaz ve rekatları, Cuma namazı ve kılınışı, Hac farizası ve keyfiyeti ve sair ibadetlerin keyfiyet ve mahiyetleri gibi.

Bununla beraber Allah Resulünün bütün söz ve filleri bizzat Allah (cc) tarafından te'yid ve talim olunmuştur. En ufak bir hata (zelle) dahi Allah tarafından uyarılarak (Abese Suresinin başındaki ayetlerin sebep-i nüzulunda olduğu gibi) düzeltilmiştir. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de “Ve O (Resulullah) kendi heva ve hevesinden söz söylemez. O (kendisine ilka edilegelen) vahiyden başka bir şey değildir,”[13] diye buyurulmaktadır. Sünnet de Allah Resulü (sav)'ne Allah tarafından bildirilmiştir. Bu hususta Resulullah (sav) bir hadis-i şeriflerinde

“Şüphesiz ki bana bir kitap ve onunla birlikte bir benzeri verildi,”[14] diye buyurmuşlardır. Bu minvalde olan ayet ve hadislere istinaden İslam uleması; “Cebrail Kur'an-ı Kerim'i getirdiği gibi, sünnet'i de Allah Resulü (sav)'ne bildirip öğretmiştir,”[15] hükmünü beyan ederek meseleyi vuzuha kavuşturmuşlardır.

Allah (cc) Resulüne kitap ve hikmet verildiği Kur'an-ı Kerimde zikrolunmaktadır. Kitap ve Hikmet yedi ayet-i kerimede beraber zikrolunmaktadır. Bu ayetlerin tefsirinde Ulema, kitaptan muradın Kur'an-ı Kerim, hikmetten muradın ise Sünnet olduğu hükmünü çıkarmışlardır.

Bu hususta İmam-ı Şafii (ra) “Bu ayetlerde Allah (cc) kitap ve hikmeti zikretmektedir. Kitaptan maksat Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an ilmine vakıf olan ve itimat ettiğim alimlere göre hikmet, Resulullah (sav)'ın sünnetidir. Zira Kur'an-ı Kerim bir zikirdir. Hikmet ise ona tabi kılınmıştır. Allah (cc) kitabı ve hikmeti öğretmekle kullarına verdiği nimeti hatırlatmaktadır. Bu husus dikkate alınırsa hikmetin Resulullah (sav)'in sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek doğru değildir,”[16] diyerek konuyu tasrih etmiş ve mevcut olan önemli bir hükmü tespit edip belirtmiştir.

Ayrıca Allah Resulü (sav)'nün belirlediği hükümleri alıp nehiylerini insanların hayatlarında yasaklamalarını da Allah (cc) emretmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerimde bu hususta “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın azabı çetindir.”[17] hükmü beyan buyrulmaktadır.

Ayrıca Allah Resulü (sav) veda hutbesinde; “size iki şey bırakıyorum; bunlara sımsıkı sarılırsanız (hidayette kalır) delalete düşmezsiniz. Biri Allah'ın kitabı diğeri de Resulünün sünnetidir,” diye buyurarak sünnetinden ayrılmanın da delalet olduğu ifade buyrulmuştur.

Hülasa hiçbir mü'minin “Allah (cc)'un emrini alıp, Resulü (sav)'nün sünnetini almaması söz konusu olamaz. Allah Resulü (sav)'in sünnetine karşı “hiç kimsenin şahsi kanaatini ve aklını esas alarak muhalefet etmesi caiz değildir. Sünnet; zanni değil, kat'i bir delildir. Hesap gününü düşünen bir mükellef Resul-i Ekrem'e (sav) muhalefet edemez.”[18] bununla beraber haber-i ahad durumunda olan hadislerin de kat-i bir delil olduğu hususunda Hanefi fukahası ittifak halindedir.

İnzar Dergisi
[1] M.Ebu Zehra, Hukuku İslamiye Metodolojisi sh.13

[2] Fetevayi Hindiyye c.2 sh. 266

[3] Cezeri Kitabul Fıkhiyye alamezhebul erbaa c.1 s.47

[4] İmam Kurtubi C.A.K. c.17 sh.255

[5] İmam Hanbel-Müsned c.4 sh.155

[6] İ.Şafii, Er-Risale sh.40-41

[7] Sünen-i İbn-i Mace c.1 sh.15-16

[8] Y.Kerimoğlu Emanet-Ehliyet c.1 sh.39

[9] Ahzab S. 62

[10] M.Hüsrev Mir'atül Üsul c.2 sh.35

[11] Ahzab S. 21

[12] Al-i İmran S. 31-32

[13] Necm S. 3-4

[14] Sünen-i E.Davud c.5 s.10

[15] İ.Suyuti El İtkan c.1 s.45

[16] İ.Şafii, Er Risale s.78

[17] Haşr S. 7

[18] Y.Kerimoğlu Emanet ve Ehliyet c.1, s.42
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.