Kabrimize Girip Kefenimize Sarılalım

Kabrimize Girip Kefenimize Sarılalım

Hayret ki ne hayret! Şaşmamak elde mi? Şu insanoğlunu anlamak gerçekten zor... Kâr-zararını bilemeyecek kadar saf mı desek?

Hayret ki ne hayret! Şaşmamak elde mi? Şu insanoğlunu anlamak gerçekten zor... Kâr-zararını bilemeyecek kadar saf mı desek? Yoksa faydasına olacak şeyleri idrak edemeyecek kadar gafil mi? Veya ne yaptığını göremeyecek kadar basiretsiz mi? Ya da hepsi mi? Aslında daha zoru, nasıl oluyor da insan özbenliğinden bu kadar fersah fersah uzaklaşabiliyor. Nasıl oluyor da bile bile yanlışlığa düşüp dünya ve dünya malına bu kadar düşkün olabiliyor. Hem de Resulullah (sav) ’ın yaşantısı ve sözleri göz önündeyken.

İkrime b. Ammar, Ebu Zumeyl’den naklediyor: “İbn-i Abbas (ra) ’ın bana bildirdiğine göre Ömer (ra) şöyle demiş:

“O zaman kendine ait ambarında bulunan Resul-i Ekrem’in yanına girmiştim. Baktım ki, Efendimiz bir hasırın üzerine yan üstü yatmış idi. Ben girince izarını üzerine atıp oturdu. Ne göreyim. Hasırın Efendimiz’in böğründe izi çıkmamış mı? Resulullah (sav)’ın ambarına göz gezdirdim; orada bir veya iki avuç arpa, iki sa’ gelecek kadar selem ağacı meyvesi olan karaz, henüz dabağlanmamış askıda asılı bir veya iki kurutulmuş deri dışında dünya malına ait hiçbir şey yoktu. Bu durum gözlerimden yaşlar boşanmasına yol açtı. Allah Resulü; ‘Seni ağlatan ne, Ey Hattaboğlu?” buyurunca: ‘Ya Resulullah (sav)! Niye ağlamayayım! Sen Allah’ın en halis kulu, O’nun Peygamberi ve yarattığı şeylerin en hayırlısısın. İşte hanenizin hali bu... İran Kisraları, Bizans Kayserleri meyveler ve nehirler içinde yüzerken sen de böyle olacaksın ha!’ dedim. Bunun üzerine: ‘Ey Hattaboğlu! Ahiretin bizim, dünyanın da onların olmasına razı olmaz mısın?’ buyurunca, ben; ‘Tabi razı olurum, Ya Resulellah (sav)!’ dedim. Efendimiz (sav) de; ‘Öyleyse Allah’a hamd-u sena et!’ buyurdu.”[1]

Ya biz? Günümüz insanları ne âlemde. Dünya sevgisi, dünya malına olan düşkünlük bütün hücrelerimize işlememiş mi? Hayatımıza yön verirken dikkat ettiğimiz temel nokta dünya olmamış mıdır? Saygı ve sevgimizi bile belirleyen ölçü dünyalık değil midir?

Ama nasıl oluyor bu? Dünya bu kadar değerli midir? Bu kadar tatlı ve çekici midir ki? Elbette değil. Bütün itikadımızla vereceğimiz cevap kat’i olarak ‘hayır’ olacaktır. Öyle olsaydı dünya ve hatta ahiret yüzü suyu hürmetine yaratılan Kâinat Sultanı Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ondan yüz çevirir miydi? Eğer kıymetli ve çekici olsaydı Cebrail (as)’in teklifine “Refik’ül a’lâ”[2] deyip gerçek dostu tercih eder miydi?

Mesudî anlatıyor: “Bize Amr b. Mürra, İbrahim, Alkame isnadıyla Abdullah b. Mesud’un şöyle dediğini haber verdi. Peygamber (sav) bir hasıra yaslanmış hasırın izi cildine geçmişti. Ben de hemen elimle vücudunun o kısmını ovmaya başladım ve “Anam babam sana feda olsun! Bize izin versen de, sana bir döşek yapsak olmaz mı?” dedim. Efendimiz;

“Dünyadan bana ne. Benimle dünyanın hali gelip bir ağacın altına konup istirahat ettikten sonra kalkıp yola devam eden ve orayı terk eden süvarinin haline benzer”[3] demiştir. Peygamberliğinden önce bile ‘Emin’ olarak vasıflanan Peygamberimizin hâşâ yalan konuşmayacağı açık olduğuna göre bizde ki bu hal niye? Bu sürükleyici tutkunun gücü nereden? Niye ölçümüz Resulullah (sav) gibi ahiret, Allah rızası değil de dünya olabilmektedir. Niye meselelere bakış ve hayatımıza yöneliş ölçümüz Allah'a açık bir alınla ulaşma değil de fani dünya olabilmektedir. Ölüm hak mı? Evet. Hesap kesin mi? Evet. Zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağı muhakkak mı? Evet. O zaman bu yaman çelişki niye? Hayat yürüyüşümüzdeki bu med-cezir’in sebebi ne? Allah'ın rahmetinden kovulma cezasına uğramış şeytan-ı lain’in tuzağına düşmemiz niçin? Neden açıkça düşmanımız ilan edilen bu şerir şeytanın hilelerine karşı tedbir almamaktayız. Bize zarar verme ihtimali olan düşmanlarımız olunca onlar için tedbir almıyor muyuz? Yurdumuzu terk edip gitmiyor muyuz? Hatta yürürken bile ikide bir de arkamıza bakmıyor muyuz? Hâlbuki olabilecek en kötü şey birkaç günlük bu dünya hayatını kaybetmek, diğer bir deyişle her an bizi bulabilecek ölüm akıbetine uğramak değil midir? Durum böyleyken diğer taraftan en büyük silahlarından biri dünya sevgisi olan şeytanın düşmanımız olduğu açık. Şüphe de yok. Allah’u Teala bildiriyor; “…Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.”[4] Vereceği zarar ise öyle birkaç günlük geçici olan hayat değil, ebedi bir hayattır. Telafisi mümkün olmayan bir ziyandır. Hayret ki ne hayret deyişimiz de bundan. Evet, hayret ki ne hayret! Ebedi hayatımıza kasteden bir zalim düşmana karşı tedbir almamakta, dahası hilelerine kanıp tuzaklarına düşerek Allah'ın istemiş olduğu bir hayat tarzını yaşamada gevşeklik gösterip dünya metaının peşinde koşabilmekteyiz.

Dolayısıyla bu durumda olanlarımız, kendimizi sorgulamamız ve bir nefis muhasebesine gitmemiz gerekecek. Eksiğimiz nerede? Fazlalıklarımız nerede? Vasatı yakalayamayışımızın nedeni ne? Allah için çalışmamıza engel teşkil edip ahiretin önüne geçen dünya dostluğunun kaynağı ne? Bizi gevşeterek gaflete sürükleyen etken ne? İnandığımız halde inandığımız değerleri hakkıyla hayatımıza hâkim kılmaya engel oluşturan nedenler ne? Her birimiz kendimizi bildiğimize, kendimizi tanıdığımıza göre çözüm de bizdedir. Tedavi olmak da elimizdedir.

İş buraya gelmişken meseleye bir pencere daha açmamız gerekecek. Çoğumuzun da sık sık karşılaştığı “inançsız, kâfir, zalim, isyankâr ve Allah'a ibadet etmeyen insanlara dünya malı, makamı, dünya rahatı verilirken Müslümanların mahrum olup sıkıntılar içinde yaşaması belki de onları dünya malının peşinde koşturmaktadır. Bunda ki sır ne?” Ve bu bağlamda başka sorular. Anlaşılan o ki tarih boyunca bu, insanların kafasını meşgul eden, sorula gelen bir soru olmuştur. Hatta Hz. Ömer’in sözlerinden bunun Asr-ı Saadet’te bile sorulduğunu görmekteyiz. Bunun için cevabını da cevap verenlerin en hayırlısı Efendimiz’den alıyoruz. Ma’mer, Zühri, Ubeydullah b. Abdullah b. Ebi Sevr, İbn-i Abbas, Hz. Ömer isnadıyla, Hz. Ömer'den şöyle nakleder:

“…Evin içinde üç ham deri dışında göze çarpan bir şey yoktu. Ben, ‘Ya Resulallah! Allah’a ümmetine rızık genişliği vermesi için dua ediversen. Allah, İran ve Rumlara bile bol bol veriyor. Hâlbuki onlar Allah'a ibadet bile etmiyorlar’ dedim. Efendimiz doğrulup oturdu ve;

‘Sen şüphe içinde misin yoksa ey Hattab’ın oğlu! Onlar, dünya hayatında iken ahirette verilecek güzel şeyler burada verilen -ahirette mahrum kalan- bir topluluktur’ buyurunca ben, ‘Estağfirullah’ dedim.”[5]

Bırakalım dünya onlara olsun. Ahirette mahrum kalmaları yetmez mi? Olsun, biraz zevk-sefa yaşasınlar neticede gülen biz olmayacak mıyız? Ebedi mutluluk ve saadet bizim olmayacak mı? Dünya nimeti ve zevki ahirete karşılık ne ki. Bakın, özlediğimiz dünya hayatı ve dünyalıklar için Allah-u Teala ne buyuruyor:

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise (günahlardan) sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Hiç akıl erdirmez misiniz? ”[6]

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘ (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.”[7] Alın size, işte bu kadar basit ve değersizdir dünya…

Basit ama tehlikeli oluşunu biraz daha görelim ve bir nebze daha uyanıp yakine ulaşalım. Sahabe Amr b. Avf el-Ensarî’den Resulullah (sav)’ı dinleyelim. “…Ebu Ubeyde, Bahreyn’den cizye vergisi olan malları getirdi. Ebu Ubeyde’nin gelişini Ensar duymuştu. Sabah namazını Resulullah (sav) ile birlikte kılmak için geldiler. Resulullah (sav) onları huzurunda görünce tebessüm etti ve ‘Herhalde Ebu Ubeyde’nin bir takım şeyler getirdiğini duydunuz’ buyurdu. Onlar da ‘Evet öyle ey Allah'ın Resulü’ dediler. O da ‘Sizi sevindirecek böyle şeyleri ümit ederek sevinin. Allah'a yemin olsun ki, sizin hakkınızda endişe ettiğim şey, fakirlik değildir. Ancak, dünyanın, sizden öncekilere yayılıp genişletildiği gibi size de yayılıp genişletilmesinden endişe ediyorum. Onların dünyaya koşup yarıştıkları gibi sizlerin de yarışıp dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum”[8] buyurdu. Dikkat edelim! Resulullah (sav)’ın ümmeti hakkındaki korkusu fakirlik değil, dünyanın onlara yayılıp genişlemesidir. Müslümanları helak etmesidir. Mesaj önemli ve mühimdir. İyi anlamak ve idrak etmek lazımdır.

Son olarak biraz da kendi zamanımıza dönerek çağımızın üstadına müracaatla kalplerimizi biraz da onun kalbinden çıkan nurla tutuşturup alev alev yakarak külünü göğe savuralım.

“Ey Rabb-ı Rahimim! Ve ey Halık-ı kerimim! “Her gelecek yakındır” sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kaaliyle bağırarak dedim:

“El-Aman el-Aman! Ya Rahman! Ya Hennan! Ya Mennan! Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!

İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nidâ ediyorum: ‘El-aman, el-aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!’

İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyiciler beni bırakıp gittiler. Senin afv ü rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki, senden başka melce ve mence yok. Günahların çirkin yüzünden ve masiyetin vahşi şeklinden ve mekânın darlığından bütün kuvvetimle nida edip: “el-Aman, el-Aman! Ya Rahman! Ya Hennan! Ya Mennan! Ya Deyyan! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! ”

İlahi! Senin rahmetin melcemdir ve rahmeten lil-âlemin olan Habibin (asm) senin rahmetine yetişmek için vesilemdir.[9]

Kalbimizin yanık kokusunu hissettiysek mesele tamamdır İnşaallah. Unutmamak üzere Resulullah (sav)’ın şu hadisini ezberleyip benliğimize kazıyarak düstur edinelim: “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını yetecek kadar eyle!”[10]

Kurban bayramınızı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dileriz. Gerçek ve özgür bayramlarda kavuşmak dileğiyle.

İnzar Dergisi

[1] Tarihül İslam (İmam Zehebi) 2. cilt

[2] Sahih-i Buharî, Tecrid-i Sarih 1700. hadis

[3] Tarih’ül İslam, İmam Zehebî 2.Cilt

[4] Yusuf: 5

[5] Tarihü’l İslam, İmam Zehebî 2. Cilt

[6] En’am: 32

[7] Hadid: 20

[8] Sahih-i Buharî Muhtasar Tasrihi Sarih 1337. hadis

[9] Mesnevi-i Nuriye

[10] Tarihü’l İslam, İmam Zehebî 2. Cilt

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.