Kasa, masa, nisâ

Modern çağın Müslümanı'nın kişisel imtihanı bu üç kelimeyle kavramsallaştırılıyor.

Çok da yersiz değil aslında.

Kasa parayı; masa otorite ve iktidarı; nisâ ise ‘kadın' anlamında eril şehveti ifade ediyor.  

Kasanın başında olup haram paraya, masanın başında olup kibir ve gurura, nisa arasında olup hayâsızlığa tenezzül etmemek.

Müslüman bir yönetici için tam olarak ‘imtihanı kazanmak' bu olsa gerek.

Zira Kur'an-ı Mübin, bu ve benzeri hususları dünya hayatının geçici menfaatleri olarak görür ve varılacak güzel ve bâkî yerin, Allah'ın katında olduğunu ifade eder.

Memleketimizde bir idarecinin bunlara tenezzül etmeden siyaset yapabileceğine insanları inandırmak oldukça güç.

Zira, politik alışkanlık ve siyaset geçmişi son derece sabıkalı.

Boğazına kadar harama batmış; her türlü yolsuzluk, hırsızlık, arsızlık ve hayâsızlığa bulaşmış siyasi kişilikler, ‘oy potansiyeli' gerekçesi ile hala prim yapabiliyor.

Bunlar için siyaset sadece şahsi veya ailevi nüfuz temin aracı.

Partiler ise kendilerini Ankara'ya taşıyacak birer otobüs.

Otobüsün hangi renkte veya şoförünün kim olduğunun bir kıymeti yok.

Nasıl olsa ‘kaşıkla' verdiğini ‘kepçe' ile alacak.

Oysa Cenab-ı Allah, ilk olarak resullerinin üzerindeki bu şüpheyi kaldırmak için onların niyetlerinin dünya olmadığına dair güvence vermiştir.

Bu resullerin maksatlarının dünya malı, kadın, makam ve mevki olmadığını hem bizatihi kendisi söylemiş hem de bunu resullerine söyletmiştir:

“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. (Şuâra-109 vb.)”

Peygamberler de yaşadıkları hayat ile bunu bilfiil ispat etmişlerdir.

Bu anlamda Müslüman idarecinin gözünün de gönlünün de tok olması gerekir.

Avrupa'nın bazı ülkelerinde adaleti dağıtmakla görevli hâkimlerin maaşı yok.

Maaş yerine kendilerine açık çek veriliyor.

İstediği kadar yazabiliyor.

Rüşvete tenezzül etmeyip âdil kararlar verebilsin, diye.

Eyvallah, takdire şayan doğrusu.

Bu benim medeniyetim aslında.

Ama câri olmayınca kıymet-i harbiyesi olmuyor.

Bir saatlik adaleti yetmiş yıllık ibadetle eş değer görmüş bu büyük insanlık mektebi.

Zalime karşı hakkı üstün tutmayı, aleyhe dahi olsa haktan ve adaletten ayrılmamayı, hiçbir ayrım gözetmeksizin insanlar arasında adaleti uygulamayı hayatın ‘gayesi' ve ‘hülasası' saymış.

Öyle bir adalet ki ölçüsü, bizden olmayanlara yönelik tavrımızda gizlidir.

Bu bir medeniyet tasavvurudur.

Zira ‘öteki' ile olan münasebet, medeniyet ölçüsüdür.

Bütün bunların karşılığında kesintisiz ve ebedi olan hayatta ‘Cennet' gibi bir ücret vermiş.

Bu dünyada ise hiçbir ederin satın alamayacağı bir ‘vicdan huzuru.'

Rıza-i Bari ve Cennet taliplisi bir müminin iştahını kabartan ücretlerdir bunlar.

Bu şuura vakıf bir mekanizma içindeki mümin bir idareciyi hangi pozisyonda olursa olsun, kasa, masa veya nisa ile ayartabilmek mümkün değildir.

Günübirlik siyaset, onu baştan çıkaramaz; kendisine de benzetemez.

Çünkü o, harama girmeye lüzum olmadığını, helal dairesinin geniş olduğunu, bunun da keyfe kâfi geldiğini iyi bilir!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.