Kem alatla kemalat olmaz

KEM ALATLA KEMALAT OLMAZ

İsimler üzerinde mizah üretmeyi öteden beri etik bulmam. Zira isimler de nesep gibi, insanın iradesi ile edinmediği özelliklerdendir. Ancak isimler bir yönüyle soydan ayrılır: Çünkü soyunuzu inkâr ettiniz mi soysuz olursunuz, ancak isminizi mevcut yasalara göre değiştirme şansınız var.

İsimler üzerinde mizah üretmeyi uygun bulsaydım,  üzerinde en fazla mizah üretecek isimlerden biri keMAL olurdu herhalde.

Düşünün kemal ve hamal sözcüğünün dışında kaç sözcüğün içinde hiçbir çaba sarf etmeden “mal” sözcüğünü bir araya getirebilirsiniz ki?

Yani anlayacağınız bu isimde mizah için yeterli MALzeme var.

Tabi her ismi keMAL olandan MAL'ı yakalamak da mümkün değil.

Olgunlaşma ifadesi olan bu kavramdan mizah üretmek için ismin sahibi biraz da olacak yani.

Mesela dokunulmazlık oylamasında pusulanızı kabinde unutabilmeniz, yürüyen merdivene ters binmeniz, Avcılar'daki miting için Pendik'e gitmeniz, geçici kayıt yaptırdığınız Gültepe Mahallesi ile Kâğıthane ilçesini karıp İstanbul'a nur topu gibi bir “Kağıttepe” hediye etmeniz gerekir.

Rastgele kullanılamaz.

Her içinde mal sözcüğünü barındıran kavramla oynamanız durumunda da mizahtan söz edilemez. Bir Şimalden mal devşirmeye çalışmak ergen çocukların “gıdıkla da güleyim” tarzı beyhude bir çaba olur.

Sözü nereye getirecektim?

Ha şu yeni başbakanımıza, Binali Yıldırım'a getirecektim.

Binali ismini duyduğumdan beri bu ismin ne anlama geldiği üzerinde epey kafa yordum, ancak bir anlam çıkaramadım. Bin tane Ali, ilk akla gelen...

İşin kötüsü son akla gelen de bu.

***

Birkaç yıl önce Ticaret ve Sanayi Odaları'nın bir toplantısına konuşmacı olarak Ali Babacan katılacaktı. Ancak son anda Babacan'ın işi çıkınca Binali Yıldırım, hükümet adına apar topar gönderildi.

Konuklar Binali Yıldırım'ı beklemiyorlardı tabi ki. Binali Yıldırım Bey kürsüde görülünce suratı asılanlar olduğu gibi oflayıp puflayanlar da oldu.

Bunu fark eden Binali Bey, Ali Babacan'ı kastederek:  ‘'Biliyorum, siz bir Ali'yi bekliyordunuz, size bin Ali gönderdiler” girizgâhıyla hem ortamı yumuşattı hem de isimler üzerinde mizahın güzel bir örneğini sergiledi.

Ancak “Binali” üzerinden “İn Ali” esprisi yapan kişinin ülkenin ikinci büyük partisinin başında bulunmasından daha vahim bir durum yok. “İn Ali” esprisi, orta son öğrencilerinden rol çalma olabilir.

Belki de espri değil, altta kalmanın bir isyanı olabilir.

İki partinin olduğu hiçbir seçimde birinci olamayan bir parti liderinin altta kalma ezikliğinin bir ifadesi olamaz mı?

Olur, ama Ali'nin inmeye niyeti yok.

Velhasıl işin özü:

“Kem alatla kemalat olmaz”

TENEKEDEN ELMAS, KİRDEN MİR OLMAZ

Kürt tarihinde Mir'lerin karakteristik bir özelliği vardır: Kararlılık.

Velev ki yanlış da olsa, velev ki ucunda ölüm de olsa…

Şaşmaz bir kuraldır, Kürt toplumunda. Mir'i Mir yapan gizil güçlerden biri de bu olsa gerek.

Tavanı Kürt olmayan, ancak tabanı Kürt ağırlıklı HDP'deki Figen'in ortağı Demirtaş, dokunulmazlık konusu ilk gündeme geldiğinde "Bize dokunulmazlık güvencesini sağlayan şey, anayasadaki dokunulmazlık maddesi değil, halkımızdır. Bizim dokunulmazlığımız meşruiyetimizden ve halkımızın desteğinden geliyor.” deyince içimizden “Kürt kültüründen uzak da olsa Kürt Mir'lerinin kararlı duruşunu sergiledi” demeden edemedik.

Ancak aynı Demirtaş, dokunulmazlık mevzuu ete kemiğe büründükçe yalpalamaya, dahası bırakın şerit değiştirmeyi vites değiştirip anarya gitmeye başladı.

Anarya dedimse Kürt sokağı bu kavrama aşinadır.

Yoksa dönek, dönme sözcüklerinin, birilerinin LGBT sevdasından önce, Kürt mahallesinde esamesi okunmazdı.

Yani Demirtaş'ın Mir'liği blöften ibaretmiş.

Onca horozlanmadan sonra, onca “korkumuz yoktur” laflarından sonra yok CHP'den destek turları, yok “solcu vekil varsa bizi desteklemeli” masalları, yok AB'yi ikna umutları…

Bilader ‘'korkumuz yok'' diyordun, bugün bunca tutuşmanın anlamı ne?

“Şeriatın kestiği parmak acımaz” de!

Deme deme, şeriatı sen ağzına alma!

Geçmişteki Kürt liderlerinden az bir ders al yahu!

Önceleri ders aldığınızı iddia ettiğiniz, sonraları gerici diye yaftaladığınız Kürt büyüklerinden Şeyh Said Palevi, kıyam hazırlığını yapıp evden çıkacağı zaman hanımı ona şöyle der: “Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun, bizim halimiz nice olur?”
Bu soru karşısında Şeyh Said, şu tarihi cevabı verir:
“Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak, ben yine bu kâfirlere karşı çıkacağım. Ne ben Hz. Hüseyin'den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bu kâfirlere karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi; ‘Ey Said, Allah o kadar mal mülk verdi sana, sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah'ın emirlerini ayaklar altına almışlar... Evet, ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!'

Demirtaş'ın blöfü de Şeyh Said'in söyleminden uzak görünmüyor nitekim.

Asıl sorun bundan sonra başlıyor.

Demirtaş, tünelin ucunu görünce sıtmaya tutuldu.

Çalmadık kapı bırakmadı, yüzüne kapanan kapıları aşındıracağa benziyor.

Kürt geleneğiyle büyümüş, İslam tedrisatından geçmiş, yolun hak olduğundan en ufak bir şüphesi olmayan Şeyh Said'e bırakın tünelin ucunu, tünelin tamamı vız gelir ve idam sehpasına doğru yürürken kendisine son isteği sorulduğunda, kâğıt kalem ister ve kâğıda Arapça olarak şunları yazar:
"Ve lâ ubâlî bi sulbî fî cuz'u-ir râda, İn kâne mesre'i fî- Allâh'i we fî'd- dîn."
“Mücadelem Allah ve din için olduktan sonra, idam sehpalarında asılmamda korkum yoktur”

Tenekeyle elması kıyaslamak, beraberinde iki haksızlık barındırır. Zira tenekeye paye biçilirken elmasın itibarı zedelenmekte.

Mir ile kir arasındaki farkı da sadece bir harf görür, algıyı gözle sınırlı tutan materyalist beyinler.

Annesi Türk olan malum lider(!)den sonra ister misiniz Demirtaş da mahkemede: “Benim teyzemin ortanca kızı bir Türk'le evli” desin.

YAŞASIN HALKLARIN KALLEŞLİĞİ

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi raporlarına göre son beş yılda altmış bin kişi Suriye'de rejim hapishanelerinde can verdi.
Rejim hapishanelerinde can verenlerin hepsi işkenceden ölmedi tabi ki. İlaç, gıda eksikliği gibi nedenlerden de ölenler var.
Dolayısıyla Esed'i mücahit gören nakıs beyinler, gıda eksikliği veya açlıktan ölenleri Esed'e yazmaz. Zira nedenden sonuca gidecek yolu görmez, sonuç odaklı düşünürler. Sonuç dedimse bu sözcüğün sonundaki “ç” harfi ile iktifa ederler.

Hem Esed'in yaptıklarını da yabana atmamak gerek(!) onlara göre.

Adam, Ortadoğu'nun mollası ile ateistini birleştiren gizemli bir güç.
Ümmetin vahdetini bundan başka sağlamak mümkün mü?
"Kahrolsun Şeriat, Mollalar İran'a" diye slogan atanlar, bugün öğrenci derneklerinin kampını ve envai organizasyonlarını İran'da yapıyorsa bunda kuşkusuz Esed'in inkâr edilmez bir payı var.

“Mollalar İran'a” diye slogan atanlar, bir bir arşınladı İran yolunu.
Ha, bu arada Esed'i gündeme getirerek "ne iti an, ne çomağı hazırla" veciz sözün hikmetini ihlal ettiğimi de itiraf edeyim.
Raporun sonucu korkunç olunca çomarı anmadan edemedim! Toplam ölen/öldürülen insan sayısından söz etmiyoruz.

Rejim cezaevlerinde can veren insanlar, raporun konusu.
Beş yılda altmış bin insan… Yılda on iki bin... Gün başına otuz üç kişi…
Saatte ortalama bir buçuk insan… Ve işkenceyle...

Hangi kitaba göre?
Kazıklı Voyvoda'nın öldürdüğü insan sayısı bu kadar değil şüphesiz.
Her şeyi "israil oyunu” diyerek geçiştiren, “Kahrolsun Amerika" sözünü hikmetinden uzak, papağan işleviyle tekrarlamaktan başka bir iş görmeyen dostlarım, rahat mısınız?
Beni soracak olursanız, ben acaaaip rahatsızım!

FOSEPTİĞİN AĞZI AÇIK UNUTULUNCA

24 Mayıs Salı günü CHP grup toplantısı vardı.

Toplantıya gayet doğal olarak Genel başkanlık koltuğundaki Kemal Kılıçdaroğlu başkanlık yapıyordu.

Daha önce “bahtsız bedevi” benzetmesinden gocunan Kılıçdaroğlu'nun “kutup ayısı”na kadarki macerası hepimizin malumu.

Başkan “kutup ayısı”na kadar gider de geriden gelenler geri kalır mı diyeceğim, siz zaten geriden gelenler geride değil mi diyeceksiniz.

Rahatlayacaksanız sizin dediğiniz gibi olsun.

İşte o geriden gelenler, salı günkü grup toplantısında tempo tutarak “ Tayyibin … leri yıldıramaz bizleri” diye bir ağızdan bağırmaya başlamasınlar mı?

Hatırlanacağı üzere Kılıçdaroğlu'na atılan yumurtanın azmettiricisi olarak Melih Gökçek işaret edilmişti.

Yumurta olayında “bahtsız bedevi” pozisyonuna düşen tavuğun isyanını ve kanatlarına vurduğu jiletle dillendirdiği  “Allah'ım neydi günahım!” arabeski arada kaynadı gitti.

Slogan atanlar, maç için bir araya gelen bir tinerci grubu değildi. Dikkat edin, aydın geçinen Cumhuriyet tosuncuklarıydı bağıranlar. Son kullanma tarihi geçmiş kokoşların sesleri salonda yankılanıyordu. Okuyucularımdan özür dileyerek belirtmek isterim bir bireyin “piç” sözcüğünün ağırlığını bir anneye yükleyecek kadar sefihleşeceğine inanırdım da bu kadar erkek ve kadının çukura şapka çıkaracağına inanmam mümkün değildi.

Mikrofondaki Kılıçdaroğlu mest olmuş olacak ki, topluluğu uyarma gereği görmedi.

Ha bu arada hakkını yememek gerek.

Öyle el kol hareketi falan da çekmedi!

Ne bileyim, siz ondan böyle bir şey bekleyebilirsiniz.

Bütün bu olanların altından da Melih Gökçek'in çıkacağına bire on iddiaya girerdim, iddia kumar sayılmasaydı.

Ne ilgisi var demeyin.

Vermiştir ASKİ'ye bir talimat, kanalizasyon borularından birinin ucunu salona açmışlar.

Yoksa bunca pisliğin salonda ne işi olur.

BİRAZ DA GÜLELİM :]

Meral Danış Beştaş, ismindeki danış sözcüğünden yola çıkarak 19 Mayıs öncesi ”IŞİD saldırısına karşı Anıtkabir'de gerekli önlemler alınmalı” diyerek Kemalistlere öpücük gönderdi.

Sosyal medyada  “Kürt mahallesinde kan gövdeyi götürürken Anıtkabir'den sana ne?” diyen HDP'liler dışında kimseden olumlu veya olumsuz bir tepki gelmedi.

Biraz daha dikkat çekmek için olsa gerek, müthiş bir iddia ortaya attı:

“Biz meclisten çekilirsek daha çok kan akar.”

Şu anda domates salçası kullanılıyormuş, rol gereği yani, ne bileyim.

Kan akacakmış, öyle diyor.

SİNYOR TERİM

Fransa'da Avrupa kupası elemeleri Ramazan'a denk gelince futbolcuların oruç tutup tutmamaları tartışılmaya başlandı.

Tutmak isteyenlere izin yetkisi teknik direktörde olunca Fatih Terim, "Fransa'da tek Müslüman takım biz olacağız. Ramazan ayı bizim için bu anlamda çok önemli. Eğer maça uzun zaman varsa, oyuncular oruç tutabilir. Ama iş varsa, sonra tutarlar. Bu sağlıkları için önemli çünkü. Biz onların yerine tutarız, zaten hep birlikte tutuyoruz. O sıcak ortamda iki antrenmanın olduğu günde oruç tutmak, sağlıklı olmayacaktır. Ama bizim arkadaşlarımız, futbolcularımızın manevi ortamını çok iyi sağlayacaktır" dedi.

“Onların yerine tutarız” kısmı ilginç. Yerine tuttuğunda kabul olup olmayacağını biz bilmeyiz de FİFA'ya başvurup oruç tutanların yerine sahaya çıksa daha iyi olmaz mı?

FİFA kabul etmez ki, diye mırıldanan kardeşim, orucu farz kılanın kabul edip etmeyeceğinin garantisini kim verebilir?

“Fatih Hoca” şöyle “Fatih Hoca” böyle denilince, adam fetva vermeye başladı.

TERS BAKIŞ

SİZ HÂLÂ ÖZGÜRLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

Korkmayın, sözcüğü ekine - köküne ayırtmayacağım.

En uzun Türkçe sözcük polemiğine girmek gibi bir niyetim de yok.

Bir olayı paylaşmaktır maksadım.

İdris Balüken  ve beraberindeki heyet, Sur'da yasak kalktıktan sonra hem halkla hasbıhal etmek hem de halka moral vermek(!) amacıyla Sur sokaklarında dolaşmaya başladı.

Öyle arkalarında korumalar ordusu yok tabi, zaten yanlarında halktan da pek kimse yoktu.

Aslında İdris Balüken, halkın okuyamadığı bir detayı okumak, göremediği bir ayrıntıyı göstermek için oradaydı.

Zafer sonrası savaş alanındaki pehlivan gibiydi mübarek.

Yaklaşık üç aydır sokağa çıkma yasağının kalkmasında HDP'nin olağanüstü çabasından(!) dolayı hak ettiği bir takdiri aramıyor değildi.

Hem Sur da zaten artık özgürleşmemiş miydi sayelerinde?

Eskiden kimin geçip gittiği belli olmayan daracık sokakların yerinde şimdi bir ovayı andıran düzlükte bir Sur karşımızda duruyorsa, bunda PKK'nın etkisi kadar İdris Balüken'in sözcülüğünü yaptığı HDP'nin de etkisi vardı ve bu etki görmezden gelinemezdi.

Yani İdris bir başarı hikâyesi(!)nin ana aktörlerinden biri olarak oradaydı.

Ama yaşam bazen sürprizlere gebedir, tarih de olayları iyi okuyamayan insanlarla dolu olunca kaderin kedere  dönüşmesi an meselesi veya bir harf harekesi olur.

HDP'nin Sur'u özgürleştirdiğini fark etmeyen, algı melekesini kaybetmiş, belki de algısıyla birlikte malını, eşini, yeğenini, çocuğunu, kardeşini kaybetmiş kendini bilmez bir grup, ta Ankaralardan gelmiş koskoca milletvekiline hemi de HDP milletvekiline “hangi yüzle geldiniz” demez mi?

Bre işbirlikçiler, bre cahşlar, bre özgürlükten nasiplenmemiş gafiller, bre hendeğin derinliğini fark edemeyip sığ sularda yüzen sazanlar, bre barikatı tarikat sanan gafiller, bre vejetaryen ekolojik dengenin korunması için çabalamayan aymazlar!

Daha ne diyeyim?

Neyse Allah'tan bizim İdris teşhisi hemen koydu: “Bunlar kontra işidir” dedi.

Bir rahatladık, bir rahatladık sorma!

İdris de fena adam haaa! Kontrayı gözlerinden tanır.

Aşinalığı nereden geliyor bilmem ammma, Rahmetli Necip Fazıl'ın dilinden bu beyti dinlemenin zevki bir başka olurdu:

Sur'da bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes

Bırak ey kahpe rüzgâr ne yandan esersen es

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.