Kendini Bilmek

Kendini Bilmek

İnsanoğlunun yaratılışından bu güne aklının ve tefekkürünün yegâne uğraşı, varlığı tanımlama üzerine süregelmiştir.

“Nefsini (kendini) bilen Rabbini bilir” (Suyuti, El-Havi lil-fetava c. 2, s. 451)

İnsanoğlunun yaratılışından bu güne aklının ve tefekkürünün yegâne uğraşı, varlığı tanımlama üzerine süregelmiştir. Varolmak ne demektir, varlık nedir, niçin ve nasıl varolmuştur? gibi varlık fenomenine ait sorular, bütün akıl erbablarının ve tüm felsefelerin tefekkürlerinde merkez ve üssül-esas olmuştur.

Vakıa göstermiştir ki insanoğlu, harikulade üstün yeteneği ve aklının âli melekelerine rağmen kendi başına bu soruyu veya soruları tatminkâr bir şekilde cevaplandıramamıştır. Bunca felsefi ve fikri akımın ellerinde, bin yıllar geçmesine rağmen safsatadan başka bir şey kalmamıştır.

Tüm zamanların altın çağı diye kabul edilen yirminci asırda ise hezeyan, vahşi böğürmesiyle doruğa çıkmış, altınçağ iddiasındaki debdebeli insan, Darvinist alçalışın kokuşmuş kazuratında bir asır boyunca sefil bir şekilde debelenip durmuştur.

İnsanlık tarihinin her deminde şu ana dek görünen o ki, bu fenomenin çözümünde varlığın sahibi ve yaratıcısının desteği gerekmektedir. Nitekim yüzbinlerce peygamber bu kutsal çözümün elçileridirler ve getirdikleri ilahi mesajda, bu büyük sırrı keşfeden anahtarlar sayısız mucize eşliğinde akıl ve tefekkür aynasında hiçbir leke bırakmayacak şekilde, insanoğlunun akıl ve gönlüne sunulmuştur.

Bu durumda insana düşen vazife, bu kutsal, engin, berrak bilgi denizinde tefekkür dalgaboylarında kulaç atıp kavrayış ve izanın nefeslerini derin çekerek bilgelik koyunun derinliklerine dalıp inci ve mercanları çıkarmaktır.

Sen ey ‘bilmek’ denizinin azgın dalgaları arasında meçhul inciler avlamaya çalışan cesur avcı! Öncelikle şunu bil ki hayranlık uyandıran yekdane inciler hazinesi sendedir. Sen kendin misilsiz inci gerdanının şatafatlı, altın kaplamalı bir sandığısın. Aradığın her şey sendedir. Ve fakat bundan önce, bu sandığın kapağını açacak değerli anahtara ihtiyaç var. İşte bu anahtarı vahyin bitimsiz hazinesinde zahmetsiz, masrafsız bir şekilde elinle koymuş gibi bulabilirsin. O halde hep beraber dalalım, Kerim Rabbimizin cömertlik denizine…

“Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi?” (Fussilet: 53)

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgârları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Bakara: 164)

“Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete’ (melekût) Allah’ın yarattığı şeylere ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?” (A’raf: 185)

“Şimdi Allah’ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye güç yetirendir.” (Rum: 50)

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum: 22)

“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk: 3-4)

“Güneşe ve onun parıltısına andolsun, onu izlediği zaman aya, onu sarıp-örttüğü zaman geceye, göğe ve onu bina edene, yere ve onu yayıp döşeyene, nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.” (Şems: 1-9)

“Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? Sizi çift çift yarattık. Uykunuzu bir dinlenme yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü bir geçim-vakti kıldık. Sizin üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik. Parıldadıkça parıldayan bir kandil (güneş) kıldık. Sıkıp suyu çıkaran (bulut)lardan ‘bardaktan boşanırcasına su’ indirdik. Bununla taneler ve bitkiler bitirip-çıkaralım diye. Ve birbirine sarmaş-dolaş bahçeleri de.” (Nebe: 6-16)

“Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin: 4)

Rabbimizin önümüze serdiği sonsuz ikram ve irfan hazinesinin emsalsiz numunelerinden sadece bazılarıdır bu ayetler. Ama sadece akıl ve tefekkür melekelerini kullananlar bu hazinenin farkına varıp ebediyen zengin olabilirler.

Yaratanı bilmek için yaratılanı bilmek lazım. Özellikle insan kendini ve özünü bilmekle Rabbinin irfan semasına ulaşır. Bu hakikati ayet ve hadisler bazen sarih bir ifadeyle bize bildiriyorlar; bazen de işaret ve rumuzlar yoluyla tefekkürümüze getiriyorlar.

Zira tüm yaratılanlar, onları yaratan zatın aynası ve göstergesidir. Her şey onu yansıtır. Tüm güzellikler O’nun mutlak noksansız güzelliğinin bir şulesidir elbette. Ve elbette büyüleyici bir güzelliğe ve kemale sahip şu gördüğümüz kâinatta, en ulvi bir güzel, en latif bir varlık ve en kâmil ve narin bir yaratılışa sahip canlı şu insanoğludur. Demek ki yaratanın en mücessem, en mücella ve en müzeyyen parlak aynası insandır. O halde kendini bilen ve kendindeki sırları keşfedebilen Rabbini de bilir ve varlık âleminin nirengisinde kâinat kadar büyük ve müşkülatlı o muhteşem soruya en kesin, en kolay ve en tatminkâr cevabı kendisine bakarak hemencecik bulabilir.

Nitekim irfan güneşi Gavs-ı Azam hazretleri şöyle buyuruyor:

“Akıllı insan, öncelikle kendi nefsine ve onun yapısına bakmalıdır. Sonrasında diğer mahlûkatı incelemeli ve mahlûkattan yola çıkarak yaratıcı ve var edicisine delil bulmalıdır. Mahlûkatın üzerinde var edicisine ve onun eşsiz kudretine apaçık deliller vardır.” (Futuhu-l Gayb)

Selamve dua ile.

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.