Livaneli, siz ne Kürt Murat’ı seversiniz, ne de kilamını! Çünkü… 1

Bu iddiamı son paragraflarda delilleriyle birlikte ispatlayacağım. Sayın Zülfü Livaneli de Kürt Murat’ın şahsında Kürt’ü, Kürtçeyi ve Kürt’ün kilamını gerçekten sevdiğini veya en azından saygı duyduğunu ispatlasın, onun elinden öpeceğime kamuoyunun önünde söz veriyorum.

Fakat bu meselenin merkezinde 90 küsur yıldır hüküm süren bir inkârcı rejimin yanı sıra bir de bir yanda bu rejimin hala kan ağlayan mağdurları ile diğer yanda yine bu rejimin hala kana doymayan bekçileri olduğu için, uzun yazacağız.

Olayı biliyorsunuz… Sevgili kardeşimiz Van’lı Murat Akbaş’ın kilamını dinleyen Livaneli, sesin cazibesine kendisini kaptırıyor ve bir anlığına Atatürkçülüğünü unutup sosyal medya üzerinden, “… Keşke bulabilsek de Diyarbakır başta olmak üzere konserlerime konuk sanatçı olarak davet etsem” diye yazıyor. Böylece farkına varmadan altından belki de hiç kalkamayacağı bir yükün altına giriyor. Müzisyen Mahsun Kırmızıgül de hemen durumdan vazife çıkarıyor ve “Zülfü abinin, bu muhteşem sesin sahibini aradığını ve kendisinin de bu güzel sese aranjörlük yapacağını” yazıyor. Bir zamanlar birçok Beyaz Türk’ün işret sofrasına meze olan Türküleri ve genelde Kürtleri aşağılayan filmleriyle gündem olan Kırmızıgül’ün hafızalarda kalan karesi, ırkçı sanatçıların Ahmet Kaya’yı çatal-bıçakla linç ettikleri o gecede o saldırganlarla birlikte avazının çıktığı kadar Onuncu Yıl Marşını çığırmasıdır!

Livaneli, Murat’a niçin sahip çıktığını ve neden onu sahneye çıkarmak istediğini şu cümle ile açıklamıştır: "Türkiye’nin en çağdaş ucuyla en geleneksel ucunu birleştirmek çok hoş bir şey olur." Beh beh beh! Görüyor musunuz Livaneli’nin şu alicenaplığını? Türkiye’nin en çağdaş ucu Atatürkçü Livaneli şaha kalkmış ve Türkiye’nin en geleneksel ucu olan Kürt Murat’ı sahneye çıkarma lütfunda bulunuyor! Müsaade ederlerse, yeri gelmişken Atatürkçülerin sıkça sordukları şu soruyu yöneltmek istiyorum Livaneli’ye: “Atatürk başını kaldırsa veya şimdi yaşıyor olsaydı, sizin bu kilam aşkınıza ne derdi acaba?”

Atatürkçüler oldum olası böyledirler; kendilerini en çağdaş, en özgürlükçü, en demokrat, en barışçı, en çevreci ve en ilerici insanlar olarak görürler. Türkiye’ye bir karabasan gibi çöken ve Türkiye Milletinin semalarını karartan bu güruhun en nefret ettiği ve hiç karşılaşmak istemediği şey de yüzüne ayna tutulmasıdır. İşte buna hiç mi hiç tahammülleri yoktur. Bunun en son örneği, Livaneli’nin Sayın Ayşe Hür ile aralarında geçen tartışmadır. Livaneli’nin Kürt Murat’ı ve kilamını sevmekte gerçekten samimi olup olmadığını anlamak maksadıyla, Livaneli’ye Atatürk’ün Kürt politikasını hatırlatmış! Oldukça masumane ve oldukça yerinde bir hatırlatma… Biz Livaneli’den o yüzünden hiç eksik etmediği tebessümüne uygun bir cevap beklerken, güneşi görünce dengesini yitiren memeliler gibi sendeleyen ve saldıran bir Livaneli gördük karşımızda…

Hâlbuki böyle celalleneceğine, örneğin, şunları söyleyebilirdi: “Tamam, Kürtlerin inkârı, Kütçe yasağı, Kürtçe yerleşim yerlerinin adlarının değiştirilmesi, ülkenin Başbakanının deyimiyle Dersim Katliamı ve bu katliam sürerken dağlara kaçanların bile fare zehriyle öldürülmeleri… Evet, bunların hepsi her ne kadar Atatürk hayatta iken olduysa dahi, Atatürk’ün bu olayların hiçbirinde dahli yoktu. Bütün bu insanlık dışı eylemleri Atatürk’ün çevresindekiler yaptılar. Amaçları ve niyetleri de Atatürk’ü Türk Milletinin gözünden düşürmek idi.” Hatta şunu da ekleyebilirdi: “Aslında biz bu ülkenin en çağdaşları Atatürk’ün adını kötülemek için koydukları inkâr, asimilasyon ve imha yasalarını da kökünden söküp atmak istiyoruz, ama başımızdaki diktatör Erdoğan buna müsaade etmiyor.”

Hiç şüphesi olmasın Livaneli’nin, bu sözlerine bile örneğin, Rahmi Turan’lar, Uğur Dündar’lar, Müjdat Gezen’ler, Ahmet Hakan’lar inanırlar. Ama insanlıklarını korumaya çalışanların ve hele hele Kürtlerin de kendisine inanmalarını istiyorsa, evvela Kürt Murat’ı ve kilamını gerçekten sevdiğini ispatlaması gerekir.

Fakat takdir edersiniz ki, Livaneli, bu bedel, siz Atatürkçülerin onlarca yıldır uygulayageldikleri inkâr politikalarını –kefenini de giyerek- bir nebzecik yumuşatan Erdoğan’a diktatör demek kadar kolay olmadığı gibi, Gezi Parkı olmadı, bari Kaz Dağları olsun diye okyanus ötesine selam çakmak gibi de değildir.

Fakat isterseniz, size naçizane birkaç önerimi arz edebilirim. Hem önünüzde çıkacağınız konser turu da varken, lütfen değerlendiriniz. İşte önerilerim:

Bir: Diyarbekir konserinizde, tıpkı Cumartesi Anneleri gibi, PKK-HDP’nin kaçırdığı çocuklarının yollarını gözleyen anneleri ziyaret etmeseniz bile, PKK’ya ellerindeki binlerce Murat’ı serbest bırakma çağrısı yaparsanız…

İki: Murat’ın da şehri olan Van’da 33 masum Kürt’ü kurşuna dizen Atatürkçü Mustafa Muğlalı’yı bu ırkçı eyleminden dolayı mahkûm etme erdemi gösterirseniz…

Üç: Bingöl’de iken 33 askeri katleden PKK’yı lanetler ve bir kez daha ellerinde rehin tuttukları Murat’larımızı bırakmalarını ve dahi Mehmetçiğe kurşun sıkmamaları çağrısında bulunursanız…

Yerimiz bitti, ama bu konuya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.