Muahafazakarlık üzerine/Ali Bulaç

Muahafazakarlık üzerine/Ali Bulaç

"Muhafazakârlık" felsefi ve siyasi arka planı olan bir terimdir. Türkiye'de, AK Parti'nin kendine "muhafazakar demokrasi" kimliği seçmesi ve iktidar olması süresince medya ve belli çevrelerde sorulan "Türkiye muhafazakârlaşıyor mu?" sorusuyla aktüel olara

"Muhafazakârlık" felsefi ve siyasi arka planı olan bir terimdir. Türkiye'de, AK Parti'nin kendine "muhafazakar demokrasi" kimliği seçmesi ve iktidar olması süresince medya ve belli çevrelerde sorulan "Türkiye muhafazakârlaşıyor mu?" sorusuyla aktüel olarak gündeme geldi. Bu soruyu soranlar muhafazakârlaşmayı belli bir anlam çerçevesi içinde anlamaktan yanadırlar. Belli bir kaygı veya endişeyi ima eden "Türkiye'nin muhafazakarlaşması" söyleminden özellikle 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti'nin iktidara gelmesi, hatta daha öncesinde 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde yerel yönetimlerin Refah'lı belediyelerin eline geçmesiyle ortaya çıkan yeni siyasi durum kastedilir. Buna göre başını örten kadınların ve kızların, Cuma namazına giden erkeklerin, namaz kılanların ve oruç tutanların, yerleşim birimlerinde inşa edilen camii veya mescid, imam hatip okullarına veya Kur'an kurslarına olan talep sayısındaki artış muhafazakârlaşma eğiliminin artışı göstergeleri arasında yer alır. Zaman zaman da kavram, İslami hayat tarzına uymayıp günah sayılan fiilleri alenen işleyenlere karşı mütedeyyin insanların ve genel olarak "muhafazakar" olduğu kabul edilen toplumun "hoşgörü" kriteri olarak da kullanılmaktadır. Mesela Hürriyet yazarı da bir keresinde Cuma namazına gidenlerin sayısının %65'lere ulaştığını bunun Türkiye için bir tehlike arz ettiğini yazdı.

Temelde sol-sosyalist siyasi gelenekten gelenlerle aynı kriterleri paylaşan liberal kesime göre de –İslam'a muğayir yaşama tarzına gösterilen hoşgörü çerçevesinde- muhafazakarlaşmanın ölçümünde kullanılabilecek kriterler, somut örnek tutumlar vardır. Liberal ve solcu aydınlar Anadolu'nun herhangi bir şehrine gittiklerinde içki servisi veriliyor mu verilmiyor mu diye lokantalara bakıyorlar; eğer içki servisi yoksa bu durumu Türkiye'nin muhafazakarlaştığının bir göstergesi kabul ediyorlar, bu salt bir gösterge de değildir, aynı zamanda "yaşama biçimine yönelmiş bir tehdit"tir. Sıkça öne sürülen bir başka gösterge de, İslami tatil kültürünün yaygınlaşmasıdır. Beş yıldızlı otellerin dindar kesime hitap ediyor olması, kadınların ve erkeklerin ayrı ayrı plajlarda denize veya havuza girmesi muhafazakârlaşmanın göstergesi sayılmaktadır.

Sıraladığımız kriterler meselenin aktüel boyutuyla ilgilidir. Aslında"Türkiye muhafazakârlaşıyor mu?" sorusu ile sorulmak istenen "Türkiye dindarlaşıyor mu?", biraz daha derine inilirse "Türkiye'de irtica artıyor mu?" sorusudur. Dolayısıyla en dip tabakada irtica, ikinci tabakada dindarlaşma/İslamlaşma, üstte görülen de muhafazakârlaşmadır.

Yukarıda işaret edildiği üzere söz konusu tartışma 2002'de Ak Parti kurulurken kendine yeni bir siyasi kimlik olarak "muhafazakâr demokrat" kimliği seçmesiyle başladı. Parti kurucu ve kurmaylarının bu kimliği seçmelerinin sebebi Türkiye'de İslamcılık temelinde ve İslamcı siyaset zemininde parti kurmanın ve siyaset yapmanın mümkün olmaması, aynı zamanda bunun parti kapatma sebebi olmasıdır. İç hukuki zorluklar ve küresel algı ve İslam'ı ötekileştirme politikalarının baskın etkisi baz alındığında bunun anlaşılır bir açıklaması vardır. Bu bir bakıma bir zaruret, mazur bir gerekçe gibi görülse de daha gerisine baktığımız zaman bu, merkeze sorunsuz yürüyüş düzenlemenin kolay ve pragmatik bir yolu olarak görüldüğü de anlaşılmaktadır. Zira muhafazakâr siyasi kimlik demek aynı zamanda merkezdekilere bir güvence telkin etmek demektir. Bununla verilmek istenen mesaj şudur: "Biz radikal, köktendinci veya siyasal İslamcı değiliz, iktidara ortak olmak istiyoruz, ama köklü değişimler yapmayacağız. Dindarız ve dinle barışığız; fakat biz aynı zamanda muhafazakârız. Milli Görüş –aynı zamanda İslamcı- gömleği üstümüzden çıkardığımızı açık bir dille beyan etmiş bulunuyoruz." Bu stratejinin işe yarar (pragmatik) bir boyutu olduğunda hiç kuşku yok, zira Türkiye'de "bürokratik merkez" ideolojisi ile muhafazakârlık siyaset tarzı  arasında sıkı bir ilişki var.

Pekiyi, İslamcı gelenekten gelen bir siyasi kadronun kendine muhafazakarlığı uygun bulması doğru veya isabetli bir kimlik tanımlaması mıydı? Siyaset biliminin altını çizdiği tanımlamalar ve Türkiye toplumunun beşeri-sosyolojik yapısı esas alındığında doğru ve isabetli değildi, çünkü siyasi desteğini almak istediği seçmen kitlesinin bizatihi kendisi muhafazakâr değildir. Milli Görüş Partilerine oy veren, merkez sağa ve merkez sola gitmeyen, kuruluşundan sonra Ak Parti'nin arkasında toplanmış olan seçmen kitlesinin ana gövdesi muhafazakâr değil, reformcu, değişimci ve hatta genişletilebilecek tanıma göre devrimci bile sayılır. Adına "toplumsal merkez", denen ana gövde hiç kuşkusuz bürokratik merkezin dışındadır; siyasi yönelimi ve süren çabaları itibariyle merkeze akmak; iktisadi, idari, siyasi mekanizmaları denetlemek istemektedir. Bu doğrudur, ama bürokratik merkezin ideolojisi olan muhafazakârlığı benimsemesi için makul bir sebep yoktur; tam aksine reform talep etmektedir.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.