Öcalan`ın Düşünce Dünyası-1

Öcalan`ın Düşünce Dünyası-1

Öcalan’la ilgili ortaya çıkan her gerçeğe bugüne kadar “montajdır, yalandır, iftiradır” dendi. Ancak unutulan bir gerçek var: İslam dünyasında hiçbir ulusal sol lider sevilmedi.

Öcalan’la ilgili ortaya çıkan her gerçeğe bugüne kadar “montajdır, yalandır, iftiradır” dendi. Ancak unutulan bir gerçek var: İslam dünyasında hiçbir ulusal sol lider sevilmedi. Hepsi, başta önder diye sunuldu. Halk onların liderliğinin kendilerine dış güçler tarafından “özgürlüğün bedeli” olarak ödetildiğini anladıkça bu bedelden ve bu bedeli ödetenlerden de uzaklaştı.

Ulusal liderler, cephelerde savaşmışlarsa bile halk onların başlarına atanmış “köle çavuşları” konumunda olduğunu gördükçe onları kendi millet hafızasından silmek için en yüksek gayreti gösterdi.

Devirler değişse de Öcalan her zaman “resmi bir kayırma” gördü. Bu resmi kayırma hangi yerel destekle buluşursa buluşsun Öcalan’ın Kürt halkı hafızasındaki yeri, İslam dünyasında Habib Burgiba türü ulusal solcuların yerinden asla farklı olmayacaktır.

Ulusal solcu liderlerin hayat hikâyelerinden kaynaklanan bir kaygıyla, onların hiçbir zaman kendi halkları tarafından özgür bir şekilde tartışılmasına izin verilmedi. Ulusal sol, hitap ettiği halkların menfaati açısından mantıksız bir projedir. Hiçbir ulusal sol hareket, halkın kendisi hakkında özgür bir şekilde konuşmasına izin vermedi. Ama hiçbir ulusal sol hareket de nihayetinde kendi kimliğini saklama becerisi göstermedi. Sokağa dökülen gençlerin çığlıkları olgunluk döneminde hiçbir zaman duyulmadı.

Kürtler açısından en yakın örnek Celal Talabani’dir. Talabani, yıllar boyu cephelerde bulundu. Körfez Savaşı’ndan sonra Kürtlerin kurtuluş önderi olarak öne çıkarıldı. Ama hiçbir zaman Kürt halkının sevgi mirası içinde yer almadı. Bugün ölüm döşeğinde ve herhalde ona dua eden bir avuç Kürt yoktur.

Öcalan, Talabani’ye göre çok daha dezavantajlıdır. Mısır’da baltacılar nasıl Mısır halkını temsil etmiyorsa kent sokaklarında ellerine molotof tutuşturulan çocuklar da asla Kürt halkını temsil etmiyor. Bu çocukların büyüdükçe Öcalan’ın fikriyatını nasıl sorguladıklarını cezaevlerinde PKK tutuklularına komşu koğuşlarda kalanlar iyi bilir. Üstelik o çocuklar, onunla ilgili çok az şey biliyor. Öcalan’ın yazılarının ne Türkçesi ne de çeviri yoluyla üretilen Kürtçesi o gençler tarafından anlaşılabiliyor. Ya bir gün onu tam anlarlarsa? Öcalan’ın liderliği üzerinden konum elde edenler, bundan ciddi ciddi endişeleniyor.

“Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” kitabı Öcalan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)ne gönderdiği savunmalardan oluşuyor. Kitabı yıllar önce Roj TV’den duydum. Halk desteği kaygısı kalmamış, Avrupa’da yerleşik propagandacıların okuduğu bölümlere hayret ettim, kitabı temin ettim, okudum ve o günlerde şu notları tuttum:

Öcalan ne söylüyor?

Öcalan, kitap boyunca olabildiğince karmaşık bir dille anlatmış, aynı bilgiyi defalarca farklı bir şekilde tekrarlamış. Bu karmaşık düşünceler, toparlanması zor olsa da dilleri sadeleştirilerek şöyle bir sıralama içinde verilebilir:

İNSANIN SOYU MAYMUNDAN GELİYOR

Darvin teorisi, 20. yüzyılın başında Marksistler arasında ilgi görmüş ve onlar tarafından halka bir bilimsel gerçek olarak anlatılmıştır. Ancak bu teori, bizzat taraftarları tarafından yalanlanmış ve tarih çöplüğüne atılmıştır. Bugün ABD gibi ülkelerde bile ders kitaplarında değinilmesi gereken teoriler arasında kabul görmemektedir.

Öcalan, yüce Allah’ın “Siz, Adem’in çocuklarısınız” vahyini inkar ediyor, Darvin’in evrim teorisine inanıyor ve insanın ilk atasının maymun olduğunu söylüyor:

“İnsanlığın ilk atası maymunlardır. İnsan, 20 milyon yıl önce Doğu Afrika’nın iklim koşullarında oluşan ve iki ayağı üstünde yürüyen yaratıkların evrim geçirilmiş biçimidir.”(s.17)

“İnsanlar, eskiden gelişkin bir hayvan topluluğu olarak yaşıyordu.”(s.22)

“İnsan, önce primattı( şekli tam bilinmeyen bir memeli türü), sonra maymun oldu, ardından bugünkü biçimini aldı.”(s.23)

DİN AFYONDUR

Öcalan, düşmanları tarafından bile “güvenilir” olarak bilinen ve her yönüyle örnek insan olarak görülen yüce Peygamberlerin getirdikleri mesajlara inanmıyor. Hepsi ateist olan ve ahlaksızlıklarıyla bilinen sözde Sümerologlara inanıyor, daha doğrusu Marksistlere inanıp onların görüşlerini doğru kabul ediyor. Ona göre, dinin kaynağı Sümer gelenekleridir. Bunun için Sümer tarihi okunmadan din olgusu çözülemez ve toplum dinin etkisinden kurtarılamaz:

“Sümer mitolojisi(efsaneleri) ve teolojisi(din anlayışı) tüm dinlerin başlangıcıdır.”(s.20), “Din tarihi, Sümerlerin tarihidir.(s.35)”

“Kavimlerin geçmişi dinlerin geçmişinden eskidir.” (s.51) (Bu iddiasıyla milletlerin dinsiz yaşayabileceğini kanıtlamaya çalışmaktadır.)

Öcalan, din konusunda klasik Marksist teoriyi tekrarlıyor: “Din, afyondur ve imha, işkence, açlık, hastalık gibi sorunların kaynaklarındandır.”(s.39)

Öcalan’ın din tarihinde Sümerler üzerinde neden çok durduğunu açıklarken kullandığı cümle, sözde savunmasındaki en ağır cümledir: “Aslını çözemezseniz piçini çözmekle hiçbir yere varamazsınız.”(s.182)

“ALLAH” BİR ARAP YARIMADASI TASARIMIDIR

Allah’ın varlığına inanmak, insanın fıtratında vardır. İnsan, hangi ortamda ve ne kadar kötü olursa olsun bir yaratıcının varlığına inanır. Tarih boyunca ateist dediğimiz insanlar var olmuştur, ancak ateist bir toplum ortaya çıkmamıştır. Sovyet Rusya, yıllarca ateist bir eğitim vermiş, ama kendi halkını Allah’ın varlığına iman ilkesinden uzaklaştıramamıştır. Bu ülkede yapılan anketlerde ateistlerin sayısının sembolik düzeyde olduğu ortaya çıkmıştır.

Öcalan‘ın sözde savunmasında en çok zorlandığı konu Allah’ın varlığı gerçeğidir. Öcalan, onlarca kez, bazen hiç ilgisi yokken Allah’ın varlığını inkâr ediyor. Sanki onun içinde bulunduğu duruma rağmen bu gerçek, kendini sürekli onun içinde hissettiriyor, ancak o, gün ortasında gözlerini kapatarak kendini karanlığa mahkum eden kişiler gibi her seferinde bu gerçeği kalbinden söküp atıyor, sonunda kendini zorla yanlış bir fikre inandırıyor ve bu konuda kılavuzu olan Komünistlerin bilinen düşüncelerini tekrarlıyor:

“Bir Arabistan yarımadası tasarımı olarak Allah, milattan önce 2000’lerde ideolojik bir kimlik kazanmıştır.” (s.194)

“Allah kelimesinin kökeni “el”dir, “el” eski gök tanrısıdır. Hz. İbrahim, kabilesinin birliğini sağlamak için bütün tanrıları terk edip “el”i Allah yaptı, Hz. Musa da bunu İsrail oğullarının birliği için kullandı.” (s.59,60)

“Doksan dokuz tanrı sıfatı Sümer kaynaklarından gelmektedir.(s.21)” “ Doksan dokuz tanrı sıfatı bir tür ütopyadır.” (s.242)

“Tek tanrı fikri, izafiyet teorisinin bilimsel olmayan, ilkel bir ön aşamasıdır.” (s.38)

“İbrahim, “el”i “elohim”a dönüştürdü. Musa onu “Yahova” olarak dönüştürüp millileştirdi.” (s.158,242)

Bu çürük düşünceler, sözde savunmada onlarca kez bölük pörçük bir şekilde yer alıyor. Kürt halkı aslında bu düşüncelerin çoğunu duydu. Ancak “aramızdan bu kadar ileri giden biri çıkamaz” diye düşündüğünden duymazlıktan geliyor.

HZ. ADEM KISSASI SÖYLENCEDİR PEYGAMBERLİK YOKTUR

Öcalan, peygamberliği bazen, gelişmiş kabile şeyhliği olarak anlatmakta, bazen, güçlü bir toplumsal öncülük olarak tanıtmakta, her iki durumda da ilahi kaynağından koparmakta ve kendisinin konumuna yaklaştırmaya çalışmaktadır.

Savunma boyunca peygamberlikle kendi konumu arasında açıkça dile getiremediği sinsi bir ilgi kurmaktadır:

“Peygamberlik, Sümer, Mısır ve daha sonraları başka merkezlerin kabile ve din anlayışından doğmuş bir kurum olarak tanımlanabilir.” (s.156)

“Peygamberlik, bir tür Sümer bilgeliğidir.” (s.27)

“Peygamberlik, İbrahim tarafından gericileşen ve yıpranan rahipliğin yerine geliştirilmiş bir kavramdır.” (s.145)

“Adem ve Hava’nın yaratılış hikayesi Sümer kaynaklı bir söylencedir.(uydurma hikaye)” (s.71,72)

“Adem’in çamurdan yaratılması Sümer kaynaklıdır, ancak Sümer kaynaklarında dışkıdan yaratıldığı söylenmektedir. ” (s.73)

“İbrahim’in hikâyesi bir efsanedir. ”(s.156)

“İbrahim’in İsmail’i kurban etmesi bir efsanedir. ” (s.58)

“İbrahim’in Nemrut’a karşı çıkış hareketi bir kabile hareketidir. ”(s.59)

“Yusuf’un öyküsü, Mısır bürokrasisi içinde yükselişin tanrı kelamı biçimine getirilmiş halidir.”(s.61)

“Musa, iki rahipten etkilenerek kendi ideolojisini geliştirmiş, kabilesinin birliğine verdiği önem onu İbrahim’in dinine yaklaştırmış ve tek tanrılı dinler için önemli bir kişi yapmıştır. ” (s.62,63)

“Nuh tufanı, Sümerlerin Gılgamış destanında da geçen bir efsanedir. ”(s.74)

“Eyüp hikâyesi, Sümerlerde acı çekmenin kutsallığını anlatan bir efsanedir. ”(s.74)

“Yahya bir vaizdir. ” (s.160)

“İsa, kendini yetiştirmiş bir peygamber olmaktan öte kendisine peygamberlik yakıştırılmış biridir. ”(s.161)

AHİRET YOKTUR

Öcalan, imanın esaslarını tek tek inkâr ederken ahiret ve cennet konusunda klasik materyalist görüşü tekrarlıyor:

“Cennet, Sümer toplumunda alt sınıfın hayal ettiği, üst sınıfın yaşadığı yerdir. Cennet aslında Basra Körfezi ile Dicle ve Fırat kıyısındaki tapınaklardan ve saraylardan başka bir şey değildir. ”(s.73,74)

İSLAMİYET BİR BEDEVİ ARAP ÇIKIŞIDIR

Öcalan’ın İslamiyet’in ortaya çıkışıyla ilgili anlattıkları her tür kaynaktan yoksun, Marksist yazarların Batılı müsteşriklerden tercüme ettiği kin ürünü, bayatlamış fikirlerdir:

“İslamiyet, Nesturi rahiplerle Yahudi kabilelerinin etkisi altında Muhammed’in kişiliğinde ortaya çıkmış bir bedevi Arap çıkışıdır. ”(s.72) diyen Öcalan, İslamiyet’i anlayacak bir beyinden yoksun oluşunu aynı sayfada “Halen İslamiyet’in ne tür bir kişilik yarattığı tam anlaşılmamıştır. İslam, halen bir muammadır. Din olarak da siyaset olarak da içyüzü çözümlenmiş olmaktan uzaktır. diyerek itiraf etmekte, ardından İslamiyet’le ilgili (Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında ölçülü davrandığı halde) hakaretler dile getirmektedir. Belli ki kendisini Batılıların gözünde yüceltmeye çalışıyor:

“Kur’an’ın karanlık yüzüyle aydınlık yüzü o kadar iç içe geçmiştir ki din çağını sona erdirmiştir.” (s.191)

“İslamiyet, Sümer mitolojyasının üçüncü aşamasıdır. Hz. Muhammed’in bütün çabalarına rağmen bu mitolojyayı ve onun ürünü olan daha önceki iki dinin gücünü aşması sınırlı kalmıştır.” (s.191)

“Denilebilir ki Mısır ve Sümer nasıl Nil, Dicle, Fırat’ın bir hediyesi ise İslamiyet de Arabistan ve Mekke merkezli bir ticaretin hediyesidir. ”(s.192)

“Muhammed, Mekke-Şam-Kudüs arasında yolculuk yaparken Asuri Nesturi rahiplerinden çok şey öğrenmiştir. Ayrıca Yahudilerle içli dışlı yaşadığı için onlardan etkilenmiştir. İsa Esensiler tarikatından etkilendiği gibi Muhammed de Haniflerden çok etkilenmiştir. Zerdüşt’ün fikirlerini de duyması muhtemeldir. Hıristiyanlık, Musevilik ve Zerdüştlük Muhammed’in ideolojisini hazırlayan ideolojilerdir. ” (s.192)

“Muhammed’in kişiliği, özce dile getirilen dönemin etkisi altında oldukça çelişkili bir gelişim göstermektedir. ” (s.209)

“Hatice olmadan Muhammed’in peygamberleşmesi mümkün görünmemektedir. ” (s.211)

Öcalan, İslamiyeti ilahi kaynağından uzaklaştırmak ve beşeri bir ideoloji konumunda göstermek için daha da ileri gidiyor ve Peygamberimizin İslam dünyasında ancak başta Kıbrıs olmak üzere Yunan adalarının fethiyle Emevi ve Abbasiler döneminde adları duyulan Aristo ve Eflatun’dan etkilendiğini iddia ediyor:

“Muhammed, Allah kavramına ağırlıklı olarak politik ve askeri sıfatlar eklemiştir. Onun bu çabası Grek felsefesinden, Aristo’dan ve Eflatun’dan etkilenmesinin ve Nesturi rahiplerinden etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. ”(s.215)

“Muhammed ve İslamiyet’i daha başlangıçta Yeni Eflatunculuğun güçlü bir temsilcisi olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır. ”(s.238)

Cehaletin bu kadarına şaşmak böyle bir adam için yersizdir. Ama bu adamın bunu AİHM savunmasına koyacak kadar ileri gitmesini anlamak zordur. Eminim ki bu iddiaları okuyan hakimler uzun uzun gülmüşlerdir.

İSLAMİYET, GERİCİ BİR DİNDİR

Öcalan, İslamiyet’in insanlığa kazandırdığı değerleri anlatırken Komünistlerin din hakkındaki klasik görüşlerini tekrarlıyor, bu yüce dinin insanlığı saadete erdirmesini görmezlikten gelmektedir:

“İslamiyet, bir dinle bir felsefe olma konusunda tercih yapamadığı için çıkmaza sürüklendi. İslamiyet’in bu iki yönü sürekli çatışma halindedir. ”(s.217)

Öcalan, kimi zaman İslamiyet hakkında olumlu sözler söylüyor, ardından hemen İslam’a saldırmaktadır. Pek çok konudaki sözleri gibi bu konudaki sözleri de hasta bir kişiliğin ve derin bir bunalımın ürünüdür. Örneğin İslamiyet’in kabile toplumuna son vermesini, kölelik kurumunu zayıflatmasını, Hz. Hatice’nin kişiliğinde kadının rolünü güçlendirmesini övmekte, ardından şu sözleri sarf edecek kadar küfründe ileri gitmektedir:

“İslamiyet, gerici bir dindir. Başlangıçtan beri zincirinden boşanmış aç bir aslan gibi etrafına saldırmaktadır. Adeta çevre uygarlıklardan bir intikam hareketi gibi bir atılım yapmaktadır. İslam‘ın çevreye saldırması Avrupa’da barbarlık aşamasındaki Gotlarla Hunların Roma uygarlık merkezlerine saldırılarına benzemektedir. ”(s.218)

“Genel Ortadoğu tarihi açısından bakıldığında İslamiyet sınırlı bir ilerleme rolüne sahiptir. Fazla yaratıcılık değeri yoktur. İdeolojik kimlik olarak Sümerlerin üçüncü bir versiyonudur. Kabileleri uygarlaştırma çabası vermişse de aslında bir feodalizm ihracatçısıdır. Cihat anlayışını da bunu için geliştirmiştir. ” (s.249)

“Öcalan, hukuki bir savunmayı neden İslam’a saldırı aracı haline getirdi?” Haftaya...

Not: Sayfa numaraları kitabın Mem Yayınları’nca yapılan ilk baskısına aittir.
 

ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.