Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Selef-i Sâlihîn yolundan Selefçiliğe

Selef, sözlük anlamıyla “geçmişte yaşayanlar” anlamındadır. Selef-i Sâlihîn ise geçmişte yaşayan sâlih insanlar anlamında kullanılır.

Selef-i Sâlihîn, İslamî ilimlerde bir ıstılah olmuş; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den günümüze doğru birinci, ikinci ve üçüncü kuşağı ifade eder. Ashab, Tabiin ve Etbauttabiini kapsar. Selef-i Sâlihîn yolu da onların üzerinde bulunduğu örnek yaşam tarzını, onların siretini ifade eder.

Selef-i Sâlihîn yolu, aynen namaz, hac gibi ümmete ait bilinmiştir. Selef-i Sâlihîn’den sonra gelen bütün ilim ve şuur ehli Müslümanlar, Selef-i Sâlihîn’e benzemeyi hedef hâline getirmişler, o yolda gayret göstermişlerdir. Bu yönüyle Selef-i Sâlihîn yolu, Asr-ı Saadet’in kişi yaşamları üzerinde takip edilebilir hâli ve aynı zamanda o asrın kişi yaşmaları üzerinden devamı olarak anlaşılmıştır.

İslam dünyası yükseliş süreçlerinden sonra, krizler yaşamış, krizlerden çıkış çabaları, beraberinde ihya hareketlerini getirmiştir.

İhya hareketleri, hangi menşeden gelirse gelsin daima Selef-i Sâlihîn yolunu kurtuluş yolu olarak görmüşler. Selef-i Sâlihîn yolunu, Fatiha Sûresi’nde ifade edilen Sırate’l-Müstakim üzerinde olan “Yüce Allah’ın nimetlendirdiği kişilerin yolu” olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla bu yol Müslümanların umududur, kurtuluş yoludur.

Batı’nın dünyanın sermayesini sömürmesi ve ardından yaşadığı teknik ilerleme ile güçlenmesi karşısında İslam dünyası büyük bir krize girmiş, bu krize karşı istisnasız bütün İslam alemi, Selef-i Sâlihîn yolunu kurtuluş yolu olarak görmüştür.

Müslümanlar, imkânları kısıtlı olmasına rağmen, o yolda yürüyünce Batı’nın İslam dünyası üzerinde kesin bir hâkimiyet kurmasına engel olabilmişlerdir.

Batı, bu yola karşı, modernleşmesini ideolojiler üzerinden Müslümanlara dayatmış. Ama farklı köklerden gelen Müslüman hareketler ısrarlı bir şekilde Selef-i Sâlihîn yolunu gündemde tutarak modernleşmeyi bir kurtuluş olarak görmeyeceklerini ilan etmişler, Batı’yla mücadeleyi sürdürmüşlerdir. Bu mücadele “din çağı geçti” diyen Batı’nın hiç ummadığı sonuçlar getirmiş ve İslam dünyasının hemen hemen her noktasında kurtuluş umudu oluşturmuştur.

Ne var ki Müslümanların kurtuluş umudunu Batı hep kendi açısından esaret gibi algılamıştır. 19. yüzyıldan itibaren Müslümanları esir alan Batı, bunun için, Müslümanların kurtuluş yollarını bir bir tıkamak, o kurtuluş yollarına bağladıkları umudu tüketmek için sürekli bir uğraş içinde olmuştur.

Selefçilik, Selef-i Sâlihînin yolu mudur?

Selef-i Sâlihîn yolunu tıkamaya yönelik ilk girişimler, o bereketli yolun “mezhepsizlik” olarak yorumlanması oluşturdu. Özellikle genç kesim arasında Selef-i Sâlihîn yoluna girmek, mezhepler ötesi bir İslamî yaşamı benimsemek olarak algılandı. Müslümanların yolunu genişlettiğine, İttihad-ı İslam’a hizmet ettiğine inanılan bu yorum çok da çekici geldi ve epey de faal/aksiyoner taraftar topladı.

Ne var ki geleneksel kesimler, bir kısmı İslam âlemi dışından finanse edilen propagandalar üzerinden o faal/aksiyoner gençleri “mezhepsizler” olarak etiketledi. Gençlerin onlara cevap vermesiyle İttihad-ı İslam’a hizmet edecek bir yol, Müslümanlar arasında yeni bir tefrikaya yol açtı.

Daha acısı ise, ilmî önderlikten yoksun o mücahit gençlerin Suudi Arabistan tuzağına düşmesidir. Suudi Arabistan, İslam dünyası için bir dönüşüm noktası olan 1960’lı yılların başından itibaren Medine Üniversitesi’nde Abdülaziz bin Baz başkanlığında Selef-i Sâlihîn yolunu Muhammed b. Abdülvahhab’ın yoluna yorumladı. “Mezhepsizlik”le boşluğa düşen gençleri, Hanbelî mezhebinin Vehhabî yorumuna, üstelik “tevhid” adına hapsetti. Genişleyen bir yolu Müslümanlar arasında en dar yol olarak bilinen yola dönüştürdü, küfürden arınmayı ifade eden “tevhid” akidesini, Vehhabi olmayan “diğer Müslümanlardan arınma” şeklinde değiştirdi; Selef-i Sâlihîn yolunda olanların ıstilahlarını kullanıp hilesini örtbas ederek Selef-i Sâlihîn yoluna karşı Selefçiliği türetti.

Bu türetişle o güne kadar dünyanın küfür güçlerine kafa tutan gençler, mahallerindeki türbeye kafa tutmaya, o güne kadar kahrolsun ABD-İsrail-Sovyetler diyen gençler kendileri gibi düşünmeyen kardeşlerine kahrolsun demeye başladılar.

Hep bölünmeye ayarlı Selefçi gruplar, 1980’li yılların başında “ılımlılar” ve “radikaller” olmak üzere ikiye bölündüler. Ilımlıların geniş bir kesimi İslam dünyasında Selef-i Sâlihîn yolundaki ıslahatçı hareketleri bölüp etkisizleştirirken radikaller, “cihadîler” adı altında önce Afganistan ve Çeçenistan, sonra Suriye ve Irak’ta İslam dünyasındaki kurtuluş hareketlerini marjinal eylemciliğe dönüştürdüler, bu kurtuluş hareketlerinin terörizme yorumlanmasına yardımcı olacak bir eylem tarzına yöneldiler.   

Selefçiliğin Selef-i Sâlihîn yolundan farkı

Selef-i Sâlihîn yolu, köke en yakın, bütün mezhepleri kapsayan ve dolayısıyla üst bir yol olarak genişliği ifade ederken Hanbeli mezhebinin İbn Teymiye fikriyatı içinde Vehhabi bir yorum olan Selefçilik ise üçüncü kademe bir alt yol olarak aşırı bir darlığı ifade eder.

 Selef-i Sâlihîn yolunda ittihad; Selefçilik yolunda tefrika esastır.

Selef-i Sâlihîn yolunda Müslümanlar konusunda hüsn-ü zan esastır; Selefçilikte Müslümanlar konusunda kuşku esastır. Dolayısıyla Selef-i Sâlihînin yolunda olan, iman işareti gördüğü sürece kişiyi mü’min kabul eder. Selefçilik ise, küfre hatta günahkarlığa yönelik bir işaret arar ve o işaret ile ilgili bir kuşku dahi taşıdığında kişiyi küfürle itham eder. Bu yaklaşımla Selef-i Sâlihîn yolu ümmeti büyütürken Selefçilik ümmeti böler ve küçültür.

Selef-i Sâlihîn yolunda cihad, küfre karşıdır; Müslümanlara yönelik ise emr-i bil maruf ve nehyi anilmünker vardır. Selefçiliğin yaygın uygulamasında ise kendilerinden olmayan Müslümanlara karşı “cihad”; küfre karşı ise düşünsel eleştiri vardır. Selef-i Sâlihîn yolu mücadelesinde, Müslümanların katledilmesi istisna bir durumdur ve zorunluluğun getirdiği bir musibet olarak kabul edilir. Selefçilik ise bugüne kadar yaygın bir şekilde Müslümanları katletmiştir.

Özetle Selef-i Sâlihîn yolu, Müslümanları bütünleştirerek istilacı güçlere karşı savaşı ön görür; Selefçilik ise Müslümanları bölerek birbirlerini imha edinceye kadar savaştırma üzerine kuruludur.

Selefçiliğin Müsibetleri

Selefçiliğin yol açtığı musibetlerin başında Selef-i Sâlihîn yoluna yönelik olumsuz bir algı oluşturması, bu yolu kendi tekelinde göstererek tıkamasıdır.

Batılı kuruluşlar da kasıtlı bir şekilde bu tekeli kabul eder görünmekte ve Selef-i Sâlihîn yolunu Selefçilik olarak tanıtmaktadır. ABD’nin CIA ve Pentagon teşkilatları güdümünde yapılan çalışmalarda Şah Veliyullah Dehlevî ve Afrika’da Fransızlara karşı cihad hareketlerinden başlanarak İslam dünyasındaki bütün kurtuluş hareketleri Selefçi diye etiketlenmiştir.

Selefçiliğin ikinci büyük müsibeti, cihadın terörizme yorumlanmasına yol açacak eylemlerde bulunması; milli kurtuluş hareketlerine karşı Batılı Şövalye ve sosyalist militan tarzı bireysel savaşçılığı yaygınlaştırmasıdır. İslam tarihi boyunca bırakın Müslüman kadın ve çocukların katledilmesi, düşmanın kadın ve çocukları dahi öldürülmemiştir. Bunun için Haçlılar, “en büyük düşmanımız” dedikleri Nûreddin Mahmud Zengî ve Selahâddîn-i Eyyûbî’ye gizli bir hayranlık duymuşlar, onların adil olduklarını kabul etmişlerdir. Oysa Selefçiler, vakalarla hiçbir ilgisi olmayan halk pazarındaki, havaalanlarındaki hatta camilerdeki Müslüman kişileri dahi cihad adı altında öldürdüler. Dolayısıyla Selef-i Sâlihîn yolunda cihad insanı yaşatmaya odaklı iken, Selefçilik yolunda öldürmeye odaklı olmuştur.

Selefçiliğin üçüncü musibeti, tasavvufa dayalı geleneksel örgütlenme/cemaatleşme biçimini yok etmesi, onun yerine grupçuluğu getirmesidir. Mezhepçi hareketleri beslemesi ve hatta terörize etmesidir.

Selefçiliğin dördüncü musibeti, ihya ve tecdidin sapma olarak yorumlanmasına yol açacak malzemeyi İslam düşmanlarının ve köhnemiş gelenekçiliğin eline vermesidir.   

Selefçiliğin beşinci musibeti, İslamî yönetimin imkânsız olduğuna dair bir algı oluşturmasıdır. Selefçilik, farklı grupları ile İslamî yaşamın her tarzını eleştirerek, hiçbir uygulamayı beğenmeyerek “İslamî yönetim ancak cennette olur” düşüncesini oluşturmuş, İslamî yönetim yönündeki umutlara zarar vermiştir. Siz ne yaparsanız yapın,  hicivci Arap şairi misali eleştiriye, kusur bulmaya odaklı Selefçi “Bu, şu yönüyle İslamî değildir” der, reddeder; farkında olmadan nihayetinde kişileri “İslamî yönetim aslında dünyada yoktur/olamaz” noktasına getirir.

Bu yüzden Batı’daki Hıristiyan Selefçilikten sonra laiklik yaygınlaşmıştır, İslam dünyasında da yapılmak istenen Selefçiliğin, Suudi Arabistan ve bu kez yanında Birleşik Arap Emirlikleri olduğu hâlde sekülerizme dönüştürülmesi, daha doğrusu onun oluşturduğu zeminde laikliğin ekilmesidir.

Selefçiliğe Karşı Önlem

Batı, Selefçiliği Protestanlık olarak İslam dünyasından önce, Osmanlı’nın da sponsorluğuyla yaşadı. Osmanlı güçten düştü, Batı Selefçiliğini kendi lehinde ve Batı’nın aleyhinde yönetmeyi sürdüremedi. Bu ortamda Batı Selefçiliği, Hıristiyanlığın her tarzını eksik bularak, öze uzak diye eleştirerek Hristiyan’ca yaşamayı imkânsızlık noktasına götürdü ve nihayetinde sekülerizm/laiklik için ortam oluşturdu. Ancak İngiltere’de Yahudi bir aşıyla Batı Selefçiliği Evanjelist örgütlenemeye büründü. Bugün evanjelizm, Yahudiliği en büyük düşman bilen klasik Hıristiyanlıktan farklı bir şekilde Yahudilikle sentezlenmiş bir mezhep olarak ABD’nin ideolojisi hâline geliyor.  

İslam dünyasında Selefçiliği BAE-Suudi Arabistan üzerinden hem sekülerleştirme hem de dinler arası diyalogla Evanjelistleştirme yönünde bir çalışma var. Papanın bugünlerdeki BAE ziyareti de bununla ilgilidir.

Buna karşı yol, Selefçiliğin kritize edilerek nerede saptığının tespit edilmesi ve Selef-i Sâlihîn yolunun İhyaî-müceddidî bir hareketle ihya ve tecdid edilerek ortaya konmasıdır. Sırat-ı Müstakim budur, kurtuluş yolu budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.