Menderes YILDIRIM

Menderes YILDIRIM

Son Yüzyıldaki Diriliş ve Direniş Üzerine

Ümmet –genel anlamda- son yüzyıldır; kendi milli (İslamî) (söylemini iktidara getiremiyor, barikatları aşamıyor,  kendi kıt kaynaklarına da sahip çıkamıyor. Günümüzde yaşadığımız tüm sıkıntıların kaynağında bu mesele yatmaktadır.

Yaşadığımız durum, yüzyılın başında yaşadığımız durumun tıpkıbasımıdır. Zülfü yara dokunarak yüzyılın başında yaşadıklarımızı, ibret adına analım.

Osmanlı sonrası Haçlının işgal ve sömürgeleştirme faaliyetleri uygulandı. Durup bakalım; dinleyip anlayalım ama tekrar aynı kuyuya düşmemek, düşürmemek için! Çünkü tarih, dün yaşananları öğrenme ve bundan dersler çıkarma bilimidir.

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar/ ibret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?” (Akif).

Osmanlıdan sonra tüm İslam dünyasında ”küfür, zulüm ve işgalcilere” karşı “devlet dışı unsurlarımız” direndi, savaştı. İşgalcilerin orantısız güçlerine karşı kahramanca, riyasız savaştı.

Devlet dışı bu cihat cepheleri; tarikat, cemaat, tekke ve zaviye çevreleriydi. Kimisi ağa, bey, aşiret reisleri, halkın ileri gelenleri, kanaat öncüleriydi; yılmadılar.

Emperyalistler savaşla yormak, yararak bunaltmak, bunalttıktan sonra da kendi mekteplerinde eğitmek ve devşirmelerini yetiştirmek için savaşı uzatıyorlardı; şimdiki gibi.

Uzattıkları savaşlarda; gözü kara geleceğimizin teminatı olabilecek nesillerimizi tükettiler. Bununla beraber bilincimizi bunaltarak imkânlarımızı da tükettiler.

Derken çeşitli ırk, mezhep, tarikatlardan oluştuğu halde kaynaşmış, tevhidini pekiştirmiş o cihat cephelerimizi yordular, “etkisiz hale(!)” getirdiler.

Savaş, cihat bitti dediğimiz, dermanımızın tükendiği o bitap anlarda şeytan gibi yine “Lozanlarda..” şeytanca her yönden yanaşarak “tehditlerde/vaatlerde” bulundular.

“Bizimdir” dediğimiz “cihad cephelerimizin kazanımlarını da evlatlarımız gibi devşirmeye” başladılar. Bunu da aslında “Şanlı Akıncıların; Endülüs'e, Viyana Kapılarına dayandığı dönemlerde” bizden öğrenmişlerdi. “Akledemiyorduk!” Rabbimiz, zamanla “günleri insanlar arasında dönderiyor, fıtratı tersine çeviriyordu.”

Emperyalistler, “teke tek savaşta yenilmeyeceğimizi” biliyor; mert meydanında mübarezeye o yüzden çıkamıyorlardı.  Sabırlıydılar, tavşanı arabayla tutuyorlardı. Bu yüzdende savaşları uzatıyorlardı. Uzun süren savaşlar, onlar için her çeşit kazançtı. Sanayi ürünlerini pazarlıyor, Pazar buluyor ve yarın başlarına bela olabilecek en mahir, muvahhit kadrolarımızı tüketiyor; bu mekteplerde de satılmış, işbirlikçi kadroları teşhis edip emanetlerini(!) yani geleceğimizi devrediyorlardı.

Onlar için yüz binlerin, milyon masumların katlolması, binlerce yıllık şehirler ve kültür miraslarının yok olması, kazanacakları dünyalıkların yanında bir hiçti.

İşte bu yüzden onlar için “hatt-ı savaş yoktur, sath-ı savaş vardır; o satıh kıt kaynakları, zenginlikleri barındıran tüm yeryüzüydü(!)” Onlar, bitmeyecek savaş isteyen yayman ve vampirlerdir; kan ve canla Kawa'nın Dahhak-ı Zalim'i gibi insan beyni ile beslenirlerdi; günümüzdeki yavruları gibi.

O dönemlerde de savaş bitmiyordu. Sıcak savaş bitiyor ama soğuğu başlıyordu. Tam bitti denildiğinde de ekmeğiyle beslediği öz evladıyla -anlamakta zorlandığı- başka bir çeşit savaş başlıyordu. Örneğin; alfabeler değişiyor, kılık kıyafete dokunuluyor, yasalar Frenkleşiyor. Kanaat önderlerinden, öncülerinden mahrum bırakılmış asil ama gariban halk, olan bitenleri anlayamıyordu.

Müslüman ülkelerde kurtuluş savaşları kazanıldı ve “Eşkıya bindi bire indi. Hepsinin hakkından gelen. Hepsinden daha zalim şimdi.”(Nef'î).

Halk anlamasa da işin içinde bir hinlik olduğunu düşünüyor ve “din, iman, şanlı mazilerimiz..” elden gidiyor diye taşıyordu. “Küresellere biat etmiş o işbirlikçilere” kaşı “hayır, küfürdür, olmaz; dînê mere pir u pir guneye” diyerek sözün tükendiği yerde de silahına davrandı ama “yarası içerde” ve  evladıyla mücadele edemiyordu.

Devrimlerin, evladını yemesi gibi Müslüman ülkelerdeki zaferler de kendi muzafferini(halkı) yedi.  

Katliamlar, sürgünler, suikastler ve daha neler neler… dün olanların özeti buydu.

İlkokulda çok çözerdim; “Yukarıdaki iki resim arasındaki yedi farkı bulun” gibi soruları. Oradaki farkı hemen buluyordum ama “dün ve bu gün Ümmetin, vahyin toprakları üzerinde oynanan oyunlar arasındaki (yedi) farkı bulamıyorum.

Hin de hile de ortada; her iki taraf da her şeyi biliyor. Sözüm, yüz tekrarla uygulanan hince tekrara rağmen buluşamayan ümmetedir. ”İbret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?” Vesselam!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.