Tahrip Eden Değil, Tadil Eden Eleştirinin Yöntem ve Teknikleri

Tahrip Eden Değil, Tadil Eden Eleştirinin Yöntem ve Teknikleri

Görüldüğü gibi vahyin odağı şahıslar değil, eylemlerdir. Bu tavrın bir diğer hikmeti de “kötü insan yoktur, kötü eylem vardır” sözünün işaret ettiği hakikatte açığa çıkar.

Giriş

Herkes belli bir konu üzerinde zihinsel bir çaba gösterebilir ve sonuçta akli bir yargıya varabilir. Örneğin, “eleştirel düşünce” (critical thinking) kavramını sıklıkla duyarız. Acaba, “zihinsel çaba” tabirinden kasıt eleştirel düşünce olabilir mi? Ya da her zihinsel çaba eleştirel düşünce midir? Değilse, eleştirel düşünce nedir?

Eleştirel düşünmek için öncelikle, üzerine konuşulacak konuya karşı duyguların işe dahil edilmemesi gerekir. Bu, duyguların tamamen devre-dışı bırakılması gerektiğini salık vermez. Sadece, düşüncenin önüne geçmemesi gerekir. Eğer duygular düşünceden ağır basarsa, konuya yönelik tepkilerimizin nedenini açıklamakta güçlük çekebiliriz. Öyle ki, üzerine tartışılacak konuya karşı kişisel hassasiyetlerimiz ve duygularımız rasyonel zeminden daha etkin olursa, bir psikoloji hilesi olarak kendimizi iyi hissetmek adına hayatı çarpık gösterme eğilimimiz artacaktır.

Bununla birlikte, eleştirel düşünceyi içselleştirmiş kişi, neyi “bilmediğini-bilen” kişi olmak durumundadır. Bu bakımdan, insan sadece karşısındakilerin bilgilerine değil, kendi bilgilerine de eleştirel bakmalıdır. Ancak “eleştirel düşünce” salt olumlu bir yöntem değildir. Bu tavrın olumlu ve olumsuz sonuçları vardır. Bu bağlamda, eleştirel düşünce; tahrip ve tadil edici olarak iki alt kategoriye ayrılabilir. Şimdi, bu kategorik koşulları tahlil edeceğiz.

Kavram Eleştirisi

Tahrip eden değil, tadil eden bir eleştirinin ilk adımı “kavram” eleştirisidir. Böylelikle, kavramların tahrip ve tadil edici bir şekilde eleştirilmesinin hangi sonuçlara yol açtığı gösterilecektir. Kavram eleştirisi, “nedir” soru kalıbı ile başlar.

“Nedir?” sorusu, üzerine yöneldiği kavramın önceden kabul edilmiş içeriğini geçersiz kılar ve onu yeniden tanımlayıp doldurulması gereken bir kavram haline getirir. Örneğin, “barış” ya da “kötülük” kavramlarının ardından gelen “nedir” sorusu, bu kavramların bilinen göndergelerini boşaltıma açar ve kavramı yeniden içeriklendirmek için bir zemin hazırlar.

Kelime-i Tevhid’in “La” (red) ile başlaması bu hakikate işaret eder. Söz gelimi, Allah “La İlahe” ile kullarının zihninden tüm sahte ilahların temizlenmesini, yani “ilah” kavramının öncelikle “içeriksiz” bırakılmasını, daha sonra da “İlla Allah” (sadece Allah) ile bu kavramın hakikate uygun bir şekilde yeniden doldurulmasını emretmiştir. Öyleyse “nedir” sorusu, bir “içerik boşaltma” işlemidir. Ancak bununla sınırlı kalmaz, aynı zamanda yeni bir anlamı da meydana getirir. Yani, bir kavrama “nedir?” sorusunu sormak, önce onu bilinen anlamından temizlemek, sonra da içeriksiz kalmış bu kavramı yeniden doldurmaya yönelik atılan bir adımdır. Ancak kavramların bu şekilde doldurulmaya müsait olması ve bu müsaitliğin insan nefsine terkedilmesi, “tahrip edici” eleştirinin çıkış noktasıdır.

Örneğin tarihte, “nedir” sorusunu, “adalet” kavramına yönelten her ideoloji veya lider, “adalet” kavramını kendi “bencil” düşünceleri ile doldurmuş ve “adalet” kavramını her kullandığında; aslında kendi düşüncelerini bu kavramda açmak istemişlerdir. Dolayısıyla birazdan görüleceği gibi bu tür insanlarda "adalet" kavramının hakikatte 'ne' olduğunun bir merakı değil, yalnızca bu kavramın pragmatist bir düşünceyle doldurulması ve ardından açımlanması söz konusudur.

Söz gelimi, Hitler’in Nazi ideolojisinde “adalet” Aryan ırkının üstünlüğünü savunarak sadece bir grup insanın haklarını tanımış, tüm diğer ırkları dışlamış ve adaletin tanımını bir ırkın egemenliğini pekiştirmek olarak tanımlamış ve sonuçta milyonlarca insan faşist fanteziler ile katledilmiştir. Çünkü “adalet” kavramı Hitler’in düşünceleri ile eş anlamlı olarak doldurulmuştur: Hitler faşizmi, yani adalet. Mao’nun Çin’deki komünist devriminde de adalet, ekonomik eşitliği sağlamayı amaçlayan bir kavram olarak tanımlanmış olsa da, bunun sonucunda bireysel özgürlükler ciddi şekilde kısıtlanmış, milyonlarca insanın hayatı, düzen ve toplumdaki homojenlik adına feda edilmiştir. Lenin’in Bolşevik devriminde adalet, proletaryanın çıkarlarını savunmak amacıyla kapitalistlere karşı sert bir tutum sergileyen bir kavram haline gelmiştir; ancak bu ideoloji, bireylerin hak ve özgürlüklerinden çok, devrimci sınıfın ideolojisine hizmet eden bir zulme neden olmuştur.

Nemrud ve Yezid örnekleri de bu anlamda okunabilir. Örneğin, Nemrud, adaleti kendi tanrısal iddiasını sürdürmek ve halkı kontrol etmek amacıyla kullanmış, adalet kavramını halkına zulmetme ve onları kendine taptırmaya yönelik doldurulmuş bir araç olarak kullanmıştır. Yezid de benzer şekilde, adaleti kendi iktidarını koruma ve kendi görüşlerini dayatma adına yeniden tanımlamış, bu şekilde adaletin gerçek anlamını bozarak toplumun ve inançlarının üzerinde bir baskı kurmuştur.

Bu türden örnekler çoğaltılabilir, ancak konu anlaşıldığı için biz daha fazlasına yer vermeyeceğiz. Amacımız, kavramların doldurulmaya müsait olduğu hakikatinden hareketle; tarihte zalim liderlerin ve despot ideolojilerin kavramlara “nedir” sorusunu sorarak, kavramların bilinen-anlamlarını yıktıklarında ve sonra kendi nefsani arzularını bu yolla kavramlara içkin kıldıklarında, bu yöntemin nasıl bir zulüm kaynağına dönüştüğünü göstermekti. Demek ki kavramlar tahrip edici bir şekilde eleştirildiğinde kötülük ile dolduruluyorlar. Ancak bunun tersi de mümkündür. Kavramlar, tadil edici bir şekilde eleştirilirse iyilik ile doldurulacaktırlar. Şimdi bunun örneklerini göreceğiz.

Mutedil Akıl ve Vahiy

Eleştirel düşüncenin tadil edici yönünün iki şekilde ortaya çıkması mümkündür. Birincisi, ya hakikatten başka hiçbir derdi olmayan kişilerin mutedil-akılları (Hz. İbrahim’in akıl yoluyla nelerin ilah olamayacağını bulması ya da Newton’ın kütle çekim kuvvetini keşfetmesi) referans alınacak veya mutlak Alim olan bir ilahın kavramları tanımlama biçimine sadık kalınacaktır. İşte tadil edici eleştirinin mutlak iki yolu bunlardır. Öyle ki ancak bu iki yol ile “kavramlar” içeriklendirilirse, eleştirel düşüncenin “tadil edici” özelliği ortaya çıkacaktır. Gerçekten de bu iki yol ya “mutedil akıl” ya da “vahiy” olabilir. Her türlü bilimsel ve ilmi hakikatin ortaya konması, kavramların mutedil akıl ile içeriklendirilmesine dahildir. Bu türden buluşları veya ilimleri, bu kategoride değerlendirebiliriz.

Tadil edici eleştiri ile kavramların içeriklendirilmesini Allah ve Resulüne dair örnekler üzerinden görebiliriz.

Eğitim bilimlerinde öğretmen adaylarına öğretilen ilk ilkelerden biri “öğrencinin” değil de “davranışın” eleştirilmesi gerektiğidir. Örneğin, öğrenciye “Sen dikkatsizsin” yerine, “Dikkatsiz hareket etmek başına iş açabilir” ifadesinin kullanılması telkin edilir. Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.v.) de eleştiride şahsiyeti değil davranışı hedef alırdı, “Bazı kimseler şöyle yapıyor…” diyerek hatayı genel bir ifadeyle dile getirirdi. Bunun dışında, Kur’an’da dahi Allah, kötülüklerin babası sayılan şahsiyetler (Ebu-Leheb, Firavun vb.) haric, (ki bu kimselerin sembolik değeri şahsi kimliklerinin önüne geçmiştir) daima davranışlara yönelik genel ifadeler ile kullarına uyarıda bulunur:

“Kibirlenip insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme.” (Lokmân, 31/18).

“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha iyidir.” (Hucurât, 49/11).

Görüldüğü gibi vahyin odağı şahıslar değil, eylemlerdir. Bu tavrın bir diğer hikmeti de “kötü insan yoktur, kötü eylem vardır” sözünün işaret ettiği hakikatte açığa çıkar.

Son olarak, vahiy ile mutedil aklın aynı hakikatte örtüştüğü üçüncü bir yol da mümkündür; ancak buna dair örnekler bulmayı size bırakıyoruz…

Söz&Kalem Dergisi - Yusuf Sincar

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.