Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Türkiye için yeniden yapılanma dönemi

Türkiye, Tanzimat'tan bu yana sistem arayışını sürdürüyor ancak Batı karşısındaki durumu, bu arayışı kendi koşulları içerisinde tartışıp kararlaştırmasına izin vermiyordu.

1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı'nın Batı'nın azınlıklarla ilgili taleplerinden kaynaklanan şerrinden korunmak için ilan edilmişti.

Osmanlı'daki yenileşmenin esasını teşkil eden ferman, 1856'daki Islahat Fermanı ile birlikte Osmanlı'nın sonunu getirdi.

1876'da II. Abdülhamid'in önünü açan ve onun tarafından ilan edilen ferman da tam olarak yerelde oluşmuş bir planlamanın neticesi değil, Batı'nın yoğun etkisi altındaki elit sınıfın ve azınlıkların galibiyetinin neticesiydi.

II. Meşrutiyet, hiç kuşkusuz Yahudilerin o dönemde siyasette bugünkü ABD kadar etkili oldukları Almanya'nın ve Selanik Yahudilerinin desteğiyle ilan edildi.

Bugünkü sistemi getiren Cumhuriyet de ilan edildiği günlere kadar hiçbir Osmanlı aydını tarafından dillendirilmemiş, kimse bu konuda kafa yormamıştı. Bazı eski İttihatçıların bu yönde bir planlaması varsa da bu zemine yansımamıştı.

Cumhuriyet'le gelen rejimle birlikte idari sistem de Lozan sürecinde şekillendi. Lozan görüşmelerindeki bugün dahi mahiyeti tam bilinmeyen baskılar söz konusu olmasaydı bu düzenlemeler ne olurdu bilen yok.

Türkiye, 1950 öncesindeki tek partili sistemi Batı'nın yönlendirmesiyle veya o günkü Batı'nın bir kısmına özenerek oluşturduğu gibi 1950'li yıllara doğru çok partili sisteme de NATO üyeliği umudu ve Batı Bloku'nun doğrudan talebiyle geçti.

1960 İhtilali'nin İngiltere-ABD ayağını herhalde duymayan kalmamıştır. İhtilal, yeni bir sistem getirmemişse de 1920'li yıllarda inşa edilen rejim ve idari sistemi tahkim etmiştir.

1980'li yıllara geldiğimizde önce Avrupa Ekonomik Topluluğu, sonra yeni adıyla Avrupa Birliği'ne (AB) intibak çerçevesinde basit insan hakları düzenlemeleri dahil, bütün sosyal ve idari düzenlemeler Batı'nın kararı, talebi ve programlaması doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

Bu dönemde Türkiye, yapacağı her sosyal ve idari düzenlemeyi Batı'ya izah etmek ve Batı'ya onaylatmak durumunda kalmıştır. Bu durum, Batı'nın İslam karşıtlığının pek konuşulmadığı bir dönemde muhafazakâr bir kesim için Batı'yı “bütün iyiliklerin kaynağı” mevkisine yükseltmiş, o kesimin Batısız bir Türkiye'yi karanlık bir Türkiye olarak görmesine yol açmıştır. Bu kesimlerin bir bölümü, ancak son dönemde Batı ile iyilik arasındaki ilişkiyi sorgulayabilmiştir, henüz bu sorgulamasının nereye varacağından da emin değildir.

Batı, bunun farkındadır; Türkiye'deki klasik Batıcı kesimle bu kesimin Batı yanlısı bir cephe oluşturabileceğine ve Batı ile ilişkilerin bozulmasına yol açacak adımların o cephe tarafından engellenebileceğine inanmıştır.

Batı, referandumun sonucunun özellikle belirsiz olduğu günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığını daha açık hâle getirerek Türkiye'de Batı'yla yaşanacak bir kopuştan endişe duyanların sarsılmasını ve sistem değişikliğinin önüne geçmesini istedi. Ama sonuç Batı için olumlu olmadı.

16 Nisan'da modern Türkiye'de ilk kez Batı'nın onayı alınmadan ve hatta Batı'ya rağmen bir sistem değişikliği yapıldı.  Batı'nın söz konusu süreçteki tutumu, Türkiye ile Batı arasındaki kopuşa psikolojik bir zemin de hazırladı, kopuşu hızlandırdı.

Ama 16 Nisan, sistem değişikliği sadece bir başlangıçtır. Türkiye'nin bundan sonra hızlı bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır.

Batı bu yeniden yapılanmayı yönlendirmek için bir uğraş içinde bulunacaktır. Batı'nın bu uğraşı ne kadar engellenebilirse yeniden yapılanma o ölçüde ihtiyaca uygun ve yerli olacaktır. Ne var ki Batı'nın imkânları ve Türkiye üzerindeki etkisi bu engellemeyi zorlaştırmaktadır.

Türkiye'de toplumun Batı'yla ilişkisi dört kategoride ele alınabilir:

 1. Batı'ya yaşam tarzı ve düşünce bakımından karşı oldukları gibi siyasi olarak da yakın durmaya karşı olanlar

2. Batı'ya yaşam tarzı ve düşünce bakımından teslim oldukları gibi siyasi olarak da teslim olmaktan yana olanlar

3. Düşünce ve yaşam tarzı bakımından Batı'ya teslim olduğu halde idari olarak teslim olmaya karşı olanlar

4. Düşünce ve yaşam tarzı bakımından Batı'ya uzak olduğu hâlde siyasi bakımdan Batı'yla uyuma önem verenler

Bu tablo, toplumda Batı'ya herhangi bir şekilde yakın neredeyse yüzde ellilik bir saha açıyor. Bu, yerlileşme programını yürütecek olanların elini kolunu bağlayabilecek bir durumdur. Ancak Batı'nın sömürgeci karakterinin iletişim olanakları ile daha çok bilinmesi ve Batı'nın niyetinin ifşa olmuş olması bu yöndeki programlar için halk desteğini bir eğilim olarak günden güne artırmaktadır.

Siyasi dönüşümlerde kitlesel eğilimin önemi varsa da asıl yolu açan, elit ve öncü bir sınıfın varlığıdır. Türkiye, böyle bir sınıfı oluşturma konusunda farklı sebepler yüzünden başarısızdır. Hâlâ okumuşluk ile kendine yabancılaşma arasında doğru bir orantıdan söz ediliyorsa bu Türkiye'deki eğitim sisteminin böyle bir programın önünde ne ölçüde engel teşkil ettiğinin bir kanıtıdır.

Başta eğitim müfredatı olmak üzere toplumu yeniden inşa etmeye katkıda bulunacak sinema, tiyatro, televizyon ve basın, yeniden ele alınmalı ve yerlileşmeye uygun dizayn edilmelidir. İnsan unsuru ancak aynı hedefe yönelmiş bu tür çoklu imkânla değiştirilebilir. Bu, çok titizlikle oluşturulmazsa Batı, bizzat toplumun farklı kesimlerine müdahale ederek yeniden yapılanma döneminin 16 Nisan'da alınan sonuçla uyumlu yol almasını engelleyecektir. Alman Başbakanı Bayan Merkel'in 17 Nisan Pazartesi sabahı erkenden yayımladığı mesajda Türkiye'deki toplumsal renkliliği konu alması önemlidir. Bu mesajın bir yönü Batı'ya dönük iken diğer yönü Türkiye'ye dönüktür. Merkel, Batı'ya umut vermekte, Türkiye'yi ise bu karıştırılmaya müsait kitleler üzerinden dolaylı olarak uyarmaktadır.

Diğer yandan,

Batı'ya karşı bağımsızlaşmanın Batı'dan ithal bir zihniyetle yapılamayacağı 16 Nisan sonuçlarına bakılarak bir kez daha anlaşılmış olmalıdır.

Ulus devletçi, modern milliyetçilik hiç kuşkusuz Fransız İhtilali'nin bir ürünüdür. Bu zihniyetle yapılacak her yenileşme Batı'ya başka bir kapıdan teslimiyet anlamında ele alınmalıdır.

Modern milliyetçiliğin iddia edilenin aksine birleştirici, dış güçlere karşı önleyici bir fonksiyonu yoktur. Modern milliyetçilik, İslam alemine modernleştirici, bölücü, Batı'ya bağımlı hâle getirici bir zihniyet olarak ithal edilmiştir. Batı'dan kaçarken bu zihniyete sığınmak tutarsızlıktır.

Türkiye'nin doğusunda milliyetçilikten rahatsız olanlardan kayda değer bir kesiminin 16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumunda “Evet”; Türkiye'nin batısında ise milliyetçilerin neredeyse tamamının “Hayır” oyu vermesi dikkate değerdir.

Ulus devletçi modern milliyetçiler 1917'de “Batıcı” sınıf içinde yer aldıkları gibi 2017'de de bu sınıfın içinde yer alıyorlar, vatanseverlikleri onları bu konumdan uzaklaştırmamıştır. Onların tezleri ile Türkiye'de bütünlüğü pekiştirecek bir yapılanmanın yapılması mümkün görünmemektedir. Türkiye'de milliyetçiliğin son yıllarda içine girdiği ıslah yolu önemlidir, ciddiye alınmalıdır ama bu ıslaha bakılarak milliyetçiliğe teslim olmak yanlıştır. Doğru olan, kısmen ıslah olanlara teslim olmak değil, onların daha iyi ıslah olmalarını sağlamaktır.

Kalkınma projeleri için kapitalizmin önünün açılması, yeniden yapılanmanın önündeki diğer bir engeldir. Kapitalizm de milliyetçilik gibi ithal edilmiştir. Kapitalist ekonomi, şu anda adaletsizliğin en önemli kaynakları arasındadır, ıslah adaletsiz bir programla yapılamaz. 

Türkiye, 2019'a kadar bu yeniden yapılanmanın içinde bulunacak ve kaçınılmaz olarak bir değişim programını izleyecektir.

Bu program, ırkçı ve kapitalist kesimlerin taleplerine değil, adalet arayışında olan toplumun her kesiminin taleplerine endeksli olmalıdır aksi hâlde başarısız olmaya mahkûmdur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.