Bildane KURTARAN

Bildane KURTARAN

DİKKAT! ÖNÜNÜZE KUL HAKKI ÇIKABİLİR...

Bazı vebâller vardır, boynumuza yüklenmemiz bir çırpıda gerçekleşir. Ancak o vebâlin hesabı, ebedi çırpınışlara sebep olabilir.

Kul hakkı tam da böyle bir vebâl işte...

Kim bilir, “kul hakkı” konusunu görmek veya duymak, artık dikkatimizi bile çekmiyordur çoğu zaman..

Belki, ilmihal kitaplarının tozlu yaprakları arasına sıkıştırılmış bir başlık olarak kaydettik bilinç dağarcığımıza. Böylece darağacına asıp, nefesini kestik bu kavramın da...

Sahi, kul hakkı refleksimizin ışığını söndürmüş olabilir miyiz acaba?

Şayet böyleyse, içimizde ışığını söndürdüğümüz her ne varsa, o artık karanlıktır bizim için. Varlığına son verdiğimiz bir yokluktur. Haliyle, yok olan görülmez,  duyulmaz, hissedilmez...

Bu durumda, o konuda bir farkındalık oluşmaz, lakaytlık/vurdumduymazlık baş gösterir.

Tam da bu nedenle, bizleri manevi bataklıklara çeken bazı vebâller konusunda zarar ve ziyana düşmemek için, hak ve sabır tavsiyesi zırhını kuşanarak, karanlıklarımızı aydınlatmamız gerekmektedir.

Hak ve hakikatler hatırlandıkça farkındalığımız, dikkatimiz ve nihayet o konudaki rikkatimiz ikmal olur. Sabır ve vebâle götüren sebeplere direnç, hayatımızda hayat buldukça, irademizi kontrol altında tutmak konusundaki hakimiyetimiz tutarlılık bulacaktır.

Kul hakkı veya benzeri vebâlleri almaya sürükleyen-götüren tüm dengesizlikler de yok olup gidecektir.

Bu nedenle bu hatırlatmalar, hak ve sabır ekseninde birer hatırlatmadır ve oldukça elzemdir.

Önce başımızı iki elimiz arasına koyalım ve düşünelim;  Rabbimiz bir konuya dikkatlerimizi çekmişse ve bu büyük günahlar arasında zikredilmişse, Peygamberi(S.A.V.) bu konudaki hassasiyetin, zirve noktasında olması gerektiğine işaret etmişse ve bu iş hak ve hukuk bağlamında, dinimizin kırmızı çizgisiyse, bu kıstasları görmemek, önemsememek haddimiz midir?

Yok eğer İlahi ölçünün ve Nebevi ahlâkın kırmızı çizgilerini kendimizce yeşil sayıyor ve yerine kendi kırmızı çizgilerimizi koyuyorsak bu, tam bir had bilmezliktir!

Asla unutmayalım ki, had bilmezlerin hadlerinin bildirileceği dehşetli bir gün var!

Boynuzsuz koyunun hakkının, boynuzlu koyundan alınacağı bir gün!

Ve o gün, makamların en yücelerinden olan Şehadet makamına dahi erişsek, sorulacak olan bir haktır 'kul hakkı'!

Muhammed b. Cahş  (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanında oturuyorduk. Başını semâya kaldırdı, sonra elini alnına koyup:

“–Sübhânallah! Ne kadar ağır bir hüküm indirildi!” buyurdu. Biz çok korktuk ve sükût ettik. Ertesi gün:

“–Ey Allah’ın Resûlü! O indirilen ağır hüküm ne idi?” diye sordum. Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir kişi Allah yolunda öldürülse, sonra diriltilip tekrar öldürülse, sonra diriltilip tekrar öldürülse, üzerinde bir borç (kul hakkı) varsa, borcu ödeninceye kadar Cennete giremez.” (Nesâî)

Kul hakkının birçok boyutu var elbette. Neticede her muhatap olduğumuz insanla aramızda bir şekilde hak-hukuk ilişkisi meydana geliyor. En yakınından en uzağına kadar.

Fakat altını çizelim; yakın olanın hak-hukuk ilişkisi ayrıca hassasiyet gerektirir.

Ayrıca, hayatımızın belli zamanlarında farklı farklı insanlar girerler hayatlarımıza. Kimiyle muhabbetimiz ilerler; kardeşim, dostum deriz..

Ablam, bacım, abim deriz...

Kalbimizin sınırları içinde, yerleşmelerine izin veririz, mesken tutarız kalplerimizi karşılıklı olarak.

Sonra gel zaman, git zaman bir bakarız ki, yakınlar uzak olmuş. Oluşan hukuklar kaybolup gitmiş. Oysa beraber içilen su, ekmek bir tarafa, birbirimize en değerli hazinemiz olan ömrümüzden ikram etmişiz; vaktimizi/zamanımızı vermişiz...

Aramızda kul hakkı oluşuvermiş. Kuru kuruya 'hakkını helâl et...!’ demek yeterli olur mu?

Günümüz insanları olarak tüketicilik vasfımız oldukça yoğun.  Fakat en çok tükettiklerimizin başında yukarıda zikrettiğimiz türden ilişkiler geliyor.

Belediye bile kendi sınırları dışında imar yapım ve yıkım izni vermezken, Rabbimizin kudret eliyle yaptığı kalbimiz haşa sahipsiz mi?  Keyfimize göre insan seçip mesken tutmalarına izin vermek, sonra da keyfimize göre mesken tutan insanların meskenlerini yıkmak, bıçakla keser gibi hak-hukuk tanımadan diyaloğu kesmek neyin nesidir? Bu hakkı nereden buluyoruz?

Kalbimizin sahibi olan Allah'ın (C.C) yanında kalbimize dair her eylemin bir hesabı ve kullarına dair her işlemin bir hesabı vardır unutmayalım!

İnsanları eşya, kıyafet vs. gibi biriktirip, ihtiyacı olunca hatırlamak, ihtiyacı yoksa umursamamak ve kalbinin insan istifi arasına hapsetmek, keyfine göre diyalog kurmak, zevkine göre insan seçmek en büyük kul haklarındandır...

Rabbimiz ‘kul hakkıyla' karşısına çıkanlardan kılmasın bizleri!

Tüm bu hatırlatmalar, önce kendi nefsimizedir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.