Mehmet GÜLSEVER

Mehmet GÜLSEVER

Dos(t)doğru Söylemeli

Bölgeyi; doğuyu; Osmanlı Devleti'nde ‘Kürdistan' olarak geçen coğrafyamızı konuşmaya devam ediyoruz/edeceğiz.

Dostluğun, kardeşliğin zedelendiği yerleri onarma, müzahir olan yerleri de muhkemleştirme adına konuşacağız. Gerektiğinde acı söyleyeceğiz. Hatta gerektiğinde yanlış yapacak olan minberdeki Ömer'i kılıçlarıyla düzeltip şükrüne sebep olan kılıç sahipleri olacağız.       

Usulen, kardeşliği bozan yine kardeşliği teslim etmekle mükelleftir. Çünkü mes'uldur. Mağdur taraf ise naz-tuz eder. Ayak sürer. Ağırdan alır. Hakkıdır da. Ancak buna rağmen biz mağdurlar, yapay sınırlarla bölündüğümüz/bölünmeye çalışıldığımız bu coğrafyadan irade sahiplerine haykırıyoruz. ‘Ne olursunuz artık naz-tuz etmeyin. Artık uyutan ve avutan ‘strateji' ve ‘konsept'lerden vazgeçin. Daimi, kalıcı ve adil bir kardeşliğin tesisinde ciddi ve gerçekçi adımlar atın. Görece sessizlik ve suskunluklara aldanmayın.'

Bize, çocuklarımızı ikna edecek kardeşlik sahneleri yaşatın. Değilse; geçmişte görüldüğü gibi insanlar kardeşlik ve eşitlik sunmayan bir din ve inançtan uzaklaştılar/uzaklaştırıldılar. Hem de ‘haç' ve ‘kippa' sahiplerinin eliyle…

 Elbette ki inancımızın hüküm ve prensiplerinden kaynaklı bir mağduriyet söz konusu değil. Ancak ‘adil' bir dinden ‘adi' bir din üretenlerin bize dayattığı bir sonuçtur bu. Zaten bu gerçekliğin bayraktarlığını yapan son bir iki kale kaldı elde o da düşerse bugünün dünyasında İslam kardeşliği dışındaki ‘yapay birleştirici' argümanlar ile kardeşliği ayakta tutmak mümkün olmayacaktır.

Zalimlerin kötü amel ve emelleri sebebince on yıllarca İslam'ı, halkların hakkını elinden alan bir din olarak anlattılar çocuklarımıza. Birkaç nesil ifsad edildi. Kendi çocuklarını da ‘sizi din geri bıraktı' diyerek ifsad eden bu ‘aklın' ortak düşman olduğunu bir kısım çocuklarımıza anlatabildiysek de bugün “üst akıl”la mücadele ettiğini söyleyen merkezi iradenin benzer pratiklerini hem kendimize hem de çocuklarımıza anlatmakta güçlük çekmekteyiz.

Daha önceki yazılarımızda da yazmıştık. Bölge, kayyumların etrafını muhasara altına alan bir grup merkezden referanslı, çıkarcı adamların ‘müstemleke' tavrıyla yerel yönetimi, oligarşik yerel bürokrasiyle birlikte eskiyi de aratmayacak bir sürece evirmiştir. Bu durum eğer Merkez'ce görülmüyorsa –ki inanmıyoruz- durum çok vahim. Yok, eğer Merkez'ce görülüyor da göz yumuluyorsa-ki bu Merkez'i bir tercih olur- o zaman durum daha da vahim.

Eğer bölge ve yeni yerel yönetimin, her görüşten müteşekkil cemiyet ve camialarla, bunların oluşturduğu STK'larla diyalog kanalları kapalıysa; ‘28 Şubat' ve benzeri konulu panel, sempozyum gibi düzenlenecek etkinliklere, daha önce HDP,  PKK, LGBT gibi bilumum ifsad gruplarınca sonuna kadar kullanılan belediyenin şuan boş duran salonları bile kullandırılmıyorsa durum halk açısından öncekinden farklı değildir. Eğer belediye ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına sadece bir adamın veya bir ailenin belirlediği kişiler atanıyorsa bundan önceki belediyenin sadece ‘dağ' kafalı adamları işbaşına getirmesinden ve işe almasından farklı bir sonuç üretmez. (hasbelkader atanmış müstesna istisna birkaç adam hariç)

Bu sayfaya sığmayacak onlarca kötü örnek ve uygulamaların yaşandığı bütün bu süreçler, yerelde daha yerel ve bölgesel bir aklın gelişmesine de zemin hazırlıyor elbette. Bölgede, merkezi de daha doğruya evirecek dos(t)doğru bir aklın muhkemleşmesi elbette ki hayati derecede önemlidir. Ancak zaten hem etnik hem de mezhebi açıdan kan, gözyaşı, bölünme ve parçalanma yaşayan İslam Coğrafyası'nın çok merkezi bir bölgesinin sükûnet, suhulet ve kardeşliğe çokça ihtiyaç hissettiği bir zamanda; kendini koruma hakkı ve refleksiyle gelişen ve gelişecek olan yerel akla merkezi aklın da kulak kabartması bir o kadar hayati önem taşımaktadır. Bu ümitle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.