Mehmet GÜLSEVER

Mehmet GÜLSEVER

Dos(t)doğru Söylemeli- İki Fetih Tek Tarih

İki önemli başkent, iki önemli cazibe merkezi. Birçok medeniyete beşiklik etmiş iki kadim diyar. Surla çevrili iki şehir. Diyarbakır ve İstanbul…

Arada yüzyıllar olsa da ikisi de birer gün arayla İslam orduları tarafından fethedildi. İkisinin de fethi, girişinde kurulu oldukları coğrafyanın anahtarı olma özelliğini taşır. İkisi de arkalarına aldıkları coğrafyanın kalesi olma özelliğindedir. İkisi de dünyaca ünlü muhkem kalelerle çevrilmiş. Suhuletine bağlı olarak barışa; sıkıntılarına paralel olarak savaşa hizmet eden iki medeniyetler başkenti. İkiz kardeşler gibiler. Sonradan İslam`a girmiş Arap olmayan iki kadim milleti kaderdaş kılan iki kent.

Her ikisinin ahengi, birlikteliği ve uyumu ise bütün İslam coğrafyası için hayati öneme haizdir. Birinin baş ağrısı diğerinin midesine vurur. Diğerinin kalp sıkışması öbürünün beynine vurur.

İnsanlık serüveninde tarih, coğrafya, insan, inanç ve duygu birlikteliğinin oluşturduğu mukadderat dediğimiz olgu bazen sizi istemeseniz de bazı birlikteliklere mahkum ve mecbur eder. İşte Diyarbakır ve İstanbul`un birbirine bu tür bir mahkumiyeti ve mecburiyeti var ve esas sorunlarımıza sebebiyet teşkil eden de bu haldir. Zira bu mecburiyet her iki merkezi birbirinden ayrılmaz kılıyor.

Peki birbirine bu kadar mecbur iki merkez niçin birbiriyle bu kadar didişir? Niye bu kadar çok sorun var arada? Araya Ankara girdi de ondan. Hem “İstanbul” hem de “Diyarbakır” aklının doğru düşünmesine müsaade etmiyor “Ankara aklı”. Aynı zamanda “İstanbul” gibi hissedip “Paris” gibi yaşamakla; ha keza “Diyarbakır” gibi hissedip “Brüksel” gibi düşünmekle de olmuyor işte.

Ankara’daki İstanbullular kimi zaman ümitlerimizi doruğa çıkaran işler yaptılarsa da, son tahlilde “Ankara Havası”na dönmekte gecikmediler maalesef.

Oysa İstanbul-Diyarbakır hattını tahrip eden “Ankara havası” zeybek’in asaletine halay’ın coşkusuna çok ta eşlik etmiyor. Bu hava aynı zamanda Brüksel kafalı Diyarbakırlıların da ellerini güçlendiren bir mekanizmadır.

Dedik ya tarihin dayattığı mukadderat olmasaydı, “bu nikâh yürümez” denilir yollar ayrışırdı. Ama ortada akrabalar, çocuklar, anılar, yaşlılar ortak mezarlar ve ortak miras var.

Madem et ve tırnağız ve madem kardeşiz ve madem bu değişmez bir kaderdir o halde Ankara’nın günü birlik değişen karlı, dağdağalı havasına bir İstanbul ahengi mutlaka inmeli. İstanbullular bir türlü “havaya” giremedi; ya da zeybeği kavalsız, halayı da davulsuz oynadılar.

Tekçi ve tek tipçi “oyunlar” zenginliğimizi körelttiği gibi ifrat ve tefrit kısırdöngüsünü besleyen temel aparatlardırlar da maalesef. Çeşitliliğimiz ve çoksesliliğimize bir saz olunamadı. Kardeşliği savunan gayretlere de pranga olduğu gibi Brüksel Kafalıları da ancak palazlandırmış oldu.

Elbette İstanbul`un fethi çok önemlidir. Ancak Diyarbakır fethedilmeden İstanbul fethedilmemiştir.

Diyarbakır İslam coğrafyasının batıya açılan kalesi ise İstanbul Batı’dan koruyan kalesidir. Hal böyle olunca Diyarbakır hapşırdı mı Bağdat, Şam, Tahran grip olur. İstanbul üşüdü mü Kahire’yi, İslamabad`ı Mekke`yi sıtma tutar. Bu merkezlerin bu günkü tir tir titreyişleri de ondandır esasen.

Sonuç olarak; madem kaderin de üstünde bir kader vardır. Madem tarihin dayattığı birlikte yaşama mecburiyeti vardır. Öyle ise bu birlikteliği mutluluğa dönüştürecek olan tarihi Diyarbakır-İstanbul hattını çok ciddi ve hızlı bir şekilde yeniden inşa etmek ve ihya etmek lazım. Aksi halde Brüksel, Paris, Londra ve Washington’a giden çok hat inşa etmeye hazır bir sürü hınzır dadanır çitlerimize.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.