Abdurrahim AMEDÎ

Abdurrahim AMEDÎ

Gelenekten İslam'a

Her yörenin veya bölgenin belirli örf ve adetleri vardır. Acaba İslam’ı kabul ettiğini söyleyen insanlar bir yaşam tarzı ortaya koyan İslam’ı bu adetlerinin kabul edilip edilmemesinde yegâne ölçü olarak alıyorlar mı? Alıyorlarsa bu her konuda mı olmakta yoksa bazı konularda mı? Şunu hemen söyleyelim ki Allah'ın hayata tatbik edilmesi için insanlara din olarak seçtiği İslam her ideoloji, felsefe ve yaşam tarzından üstün tutulmadıkça ve bu, içselleştirilmedikçe Müslüman olma iddiası laf û güzaftan ibaret olacaktır. Müslüman bir şahsiyet İslam’ı cahili geleneklerden üstün görmediği ve hayatını bu değerlere göre yaşamadığı müddetçe İslamî kimliğinde bir problemin olduğu açık bir şekilde görülecektir.

Dünyaya bir zamanlar medeniyet ustalığı yapan ecdadımızın torunları, esefle belirtelim ki şimdi esaret hayatı yaşamaktadırlar. Hayatlarını esaret altına alan zincirlerden kurtulmak endişesini taşımamaktadırlar. Tüm benliklerini geleneklerin çirkefliği sarmış bulunmaktadır. Kalplerini kör,  kulaklarını sağır ve akıllarını ışıksız bırakan yaşamdan zevk almaktadırlar.

Geleneksel İslam; Kur’an, sünnet ve ilme değil, kulaktan dolma bilgilere ve pasif bir İslam’ı yaşamaya dayanan bir anlayıştır. Böyle bir anlayışın ne Müslüman âleme ne de insanlığa olumlu anlamda bir katkı sunması beklenemez. Ne yazık ki İslam dışı iktidarların ayakta kalmasının sebebi de duyarsız Müslümanlar sebebiyledir. Samimi olmayan bu tür Müslümanlar küfrün, şirkin ve zulme dayanan otoritelerin ortadan kalkmasına ve tevhit,  adalet, barış, esenlik, güven, huzur ve sükûnetin hâkim olmasına çalışacaklarına bilerek veya bilmeyerek destekledikleri partileri, sahip oldukları fikirleri, kılık kıyafetleri ve yaşam tarzlarıyla İslam’ın önünde en büyük engellerden bir saik olmaktadırlar.

İslam bunlar için sadece camiye gitmek, birkaç rekât namaz kılmak, ramazanda bazı günlerde oruç tutmak, ihtiyarlandığında hacca gitmek şeklinde algılanmaktadır. İslam’ı hayatlarına rehber edinmeleri gerekirken başkalarının ortaya koydukları yaşam tarzlarını benimsemektedirler. Hâlbuki tüm insanlığın kurtuluşu için Allah’ın gönderdiği Kur’an, başa konulup öpülmesi, mezarlıklarda okunması, muska yapılıp taşınması, sırf ezberlenmesi, mübarek bazı günlerde okunması, Perşembe günleri ölülere okunması, evlerin en güzel yerlerine asılması ve cami içine münhasır kılınması için gönderilmemiştir.                                             

Kur'an, mesajları itibariyle insanlar için bir hayat modeli sunacak verilere sahiptir. Mevcut tüm ideolojilerin baskılarından, zulümlerinden, ayıplarından, rezaletlerinden, arsız hareketlerinden, insanlık değerlerini ayaklar altına alan yaklaşımlarından, fıtratı yok edici düşüncelerinden ve hayatı yaşanmaz hale getiren kaosundan kurtarmak gayesini taşımaktadır.

İslam’la Hıristiyanlığı karşılaştırıp İslam’ı da Hıristiyanlık gibi sadece camiye hapsetmeye çalışanların tarihi bilgileri kıttır ve her iki dinin temel noktalarını anlamamışlardır. Zira Hıristiyanlığın sadece kiliseye sığdırılması haklı bir nedene dayanır. Hıristiyanlık, asli hüviyetini kaybettikten sonra onun kiliseye hapsedilmesinden daha doğal bir durumu yok idi. Ama din adamları Hıristiyanlık perdesi altında zulümler işlediler. Belli bir zaman sonra din adamları ellerinde bulundurdukları haksız payelerini tek tek kaybettiler. Neticede kiliseye sığınmak mecburiyetinde kaldılar. Hıristiyanlığın kökeninde ''Tanrının hakkı Tanrıya, Sezarın hakkı Sezara '' anlayışı vardır. Yani tanrının işine -ki bu her ne işse- Sezar; Sezar’ın işine de tanrı karışamaz.

Gördüğümüz gibi tam bir laiklik anlayışı buradan gelmektedir. Şimdi bu laiklik anlayışının getirilip asırlarca İslam’la idare edilmiş memleketlere uyarlanmaya çalışılması zulümattan, zıtlıklar ve kaoslardan başka hiçbir şey ortaya koymayacaktır. İslam’ın topluma egemen olmasını istediği ve öngördüğü bir idare şekli kaynağını Kur'an ayetleri ve İslam peygamberinin sözlerinden alır. Kaldı ki İslam asli şeklini koruduğu için ne bilimle ne mantıkla ne de fıtratla çelişir. Yaşamın her yönünü belirleyecek ilkeleri söz konusudur. İslam’ı bununla beraber hayata karışmaktan, hükmetmekten, devletlerarası ilişkileri düzenlemekten, cezai müeyyideleri uygulamaktan ve topluma çeki düzen vermekten alıkoyuyorsanız ona zulmetmiş yani onu olduğundan farklı göstermiş olursunuz. İslam Hıristiyanlık gibi değil ki sadece vicdanlara hapsedilebilsin. Kaldı ki İslam vicdanlara hapsedildiği için gittikçe yozlaşan bir toplumla karşı karşıyayız.

Bu toplumun yaşayış biçimini belirleyen ve ona yön verenler fasık ve facir kişilerden başkaları değildir. İnsanları cehenneme odun olmaya teşvik eden bu zihniyetler karşılarında kahır güç bulamayınca rahat bir şekilde fikirlerini ve kültürlerini benimsetmektedirler. Bu gidişe dur diyecek şuurlu Müslümanların güçlü teşkilatlanmaları olmadıkça istedikleri havayı estireceklerdir. Duyarsız ve gafil Müslümanlar gaflet uykusundan kalkıp kültür ve gelenek fakirliğinden özgürlüğüne kavuşmadıkça, Allah’ın dinini dava edinmedikçe, davası uğrunda her şeyinden vazgeçmedikçe üzerimizdeki kara bulutların gitmesi mümkün değildir.

Allah'ın razı olduğu İslam, şeklini, çerçevesini Allah'ın belirlediği İslam’dır. İslam'ı kılık kıyafetine uydurmaya çalışanlar, kılık kıyafetlerini İslamileştirmeye yeltenmeyenlerdir. Bir de utanmadan yaptıklarını İslam’a yaftalamaya çalışanlardır. Düğünlerimizin veya toplantılarımızın İslam’la uyumlu olmadığı her hayatın -biz İslami zannetsek bile- gelenek haline gelmiş bir hayat olduğunun farkında olmalıyız. Gelenek kabuğundan soyunup İslami hayatın berrak suyuna artık kendimizi bırakmalıyız. ''Kim İslam dışında bir din (hayat sistemi, rejim) ararsa o kendisinden kabul olunmayacaktır.'' ilahi kelamına kulak verip Allah'ın İslam’ını benimsemeliyiz. Allah'a kulluk şuuruyla her sözümüzü ve her hareketimizi İslam'la barışık hale getirmeliyiz. Cahili hayatın tüm yamalı elbiselerini ve kirlerini üzerimizden atıp İslam'ın izzet pınarından doya doya içmeliyiz. Yaşanmayan veya amel edilmeyen İslam'ın bize fayda getirmeyeceğini aksine başımıza bela teşkil edeceğini unutmayalım.

Nasıl ki sahabe toplumu Kur'an'la kendilerine gelen düzenin yanlışlıklarını düzelttiler, Allah'ın kabul etmediği örf ve atadan gelen gelenekleri bir tarafa attılar, bizler de sahabenin sevenleri ve dinimizin gereği olarak İslam'ın tasvip veya onay vermediği tüm olumsuzlukları, keşmekeşlikleri, rezaletleri, fuhuşları ve tuğyanları bir tarafa atıp İslam’ın şeref göğsünden doyasıya emelim. Kurtuluşumuzun, özgürlüğümüzün ve her iki dünya refahımızın İslam’a veya Kur'an’a sımsıkı sarılmakla mümkün olduğunun daima idrakinde olalım. İslam'ın yeşil ışık yakmadığı geleneklere tavır takınalım. Bu tür geleneklerin yaşanmaması ve toplumdan çıkarılması için elimizden gelen gayreti sarf edelim. Bu geleneklerin gelecek nesle sirayetini keselim. İslam’la ancak dirileceğimizi ve özgürleşeceğimizi unutmayalım.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.