İman en güçlü silah

 Zübeyir AYDAR, KCK'nın Avrupa sorumlusu…

Aylar önce burnu yere düşse eğilip almaya tenezzül etmeyecek kadar mütekebbir…  Mağrur mu mağrur…

Kasım kasım kasılıyorken, çok geçmeden devran tersine döndü ve :"Kayıplardan biz de son derece üzüntülüyüz, beraber yaşamak istiyoruz, elbette yanıyor, biz de çok rahatsızız. Burada güçlünün adım atması gerekir. Güçlü olan da hükümettir. Bugüne kadar atılan bir adımı karşılıksız bıraktık mı?"

gibi ifadeler kullanmaya başladı.

“Güçlünün adım atması gerek” ne güzel bir söz!. Altın harflerle süslenmeli; evlerin, büroların en güzel köşelerini süslemeli…

Kibrin ayaklar altına alınması… Ezebilecekken ezmekten vazgeçmek… Yabancısı olduğumuz bu haslet, feodal Kürt toplumunda mirlere, dindar toplumlarda peygamber varislerine has bir özellik.

Mir'leri ayakları altına alan, peygambere ve varislerine savaş açan bir zihniyetten bu sözleri duymak da güzel şey...

Sonuçta hakikat ifade eden bir söz, yalancının dudaklarından döküldüğünde hakikatini kaybetmez.

Ancak insan sormadan da edemiyor:

PKK ve bileşenlerinin güçlü olup geri adım attıkları bir bölge veya bir şehir, hatta bir köy var mı?

Beş bin kişiyle Yüksekova'da Ashab-ı Kehf gibi dernekte kıstırdıkları, Mustaz'aflar Cemiyetine ait derneği ateşe verip, dernek başkan yardımcısını katledişlerinin üzerinden çok geçmedi.

Ondan sonra ne demişti, saz çalan pinokyo:

-       Gever halkı, bunları barındırır mı?

Taziyenin yapıldığı köyün su ve elektriğini kesmek de yeryüzünde en alçak toplumun başvuracağı bir yöntem değilken bunu da Zübeyir AYDAR'a hatırlatmakta yarar var sanırım.

Lice'de HÜDA PAR'a ait araçlara saldıran kudurganlar beş aracı ateşe verdikten sonra da DEMİRTAŞ:

-       HÜDA PAR'ın Lice'de ne işi var? diyecek kadar pespayeleşmedi mi?

Ya Yasin!...

Ya rabbim! O nasıl bir kin?

Sokaklar enik ve kancıklarla dolu…

Fakirlere umut olan dört masum genç..  Etrafta yüzlerce sırtlan…  Aç kurtlar gibi üşüştüler bu civanmertlere, AYDAR: ”Güçlü olan adım atmalı.” demiş miydi?

Yoksa dağların yüklemekten imtina ettiği yükü omuzlayan bu yiğitlerin gücünün farkında olan AYDAR, atılması gereken adımın bu yiğitlerin yarenleri tarafından atılmasını mı bekliyordu.

Adam haklı keyfiyet, kemiyete galebe çalar her daim.

Çünkü, hakiki imanı elde eden, kâinata meydan okur.

DÜŞMANIN DA MERT OLANI EFDALDİR!

İtler salınıp taşlar bağlandığı yerde, emanda olanlar sadece imanda olanlardır.

Sonuçta hesapları dünyevi değil...

Kulp-Lice yolunda gencecik bir doktor Abdullah BİROĞUL… At izi ile it izinin karıştığı bir ortamda yaralara merhem olmak için kendini feda eden bir halk/hak aşığı… Namert bir kavganın ortasında yapayalnız… Alçak mı alçak bir saldırı, kahpe mi kahpe bir kurşunla ruhunu Rahman'a teslim etti. Doktor Abdullah vuslata erer ermez, Türkiye'nin taa diğer ucundan-  Edirne'den- bir havlak, ses verdi sokak köpeklerine.
Hipokrat yeminini tasmadan ibaret belleyen bu itin şimdiye kadar “bir cahilden kurtulma adına” kaç mütedeyyin insanı ısırdığı meçhul…
Yıllar önce Filistinli yedi çocuğa AIDS'li kan enjekte eden bir kancık, kanımızı dondurmuştu; bugün de aramızda dolaşan kansız bir it, yanımızda, yanı başımızda tüm dişlerini göstererek yüzümüze yüzümüze havlıyor.
Yaratandan ötürü yaratılandan nefret eden ve tıynetinde kalleşlik taşıyan bu kirli zihniyet, gün gelir müftü karısı(!) olur rezaleti yüzüne şamar gibi iner, gün gelir bir partinin teşkilat sorumlusu olur toplumun değerlerine gün yüzü görmemiş küfürler sallar, deşifre olunca “ben yazmadım”a yatar, gün gelir ipleri Pansilvanya'da olan bir profesör, peygamberimize dil uzatacak kadar ileri gider, “hesabımı başkası kullanmıştır”a bağlar. Bugün de Hipokrat yeminli bir havlak olarak karşımızda beliriverdi. Çıkardığı ses, Türkiye'nin dört bir tarafında duyuldu.
Ancak hepsinin ortak bir savunması var:

"Hesabımı başkası kullanmış."

Ağızların yaptıklarını söylediği, el ve ayakların şahitlik edeceği gün, bu alçakları hangi savunma kurtaracak

Hasip, hesabı kesince ilahi adalet tecelli edecek, elhakk!

Öfkemiz düşmanın namert oluşunadır.
Rabbim, bizi düşmanın mert olanıyla karşılaştır!..

 

TERS KÖŞE!

NİKÂH MEMURU ŞAŞKIN!

Seçim hükümetinin kurulması için birçok alternatif düşünüldü,  günlerce yorumlar yapıldı, kanun ve tüzükler tartışıldı.

Partilerin oy oranlarına göre bu geçici hükümette dağılım 12 / 5 / 3 / 3 şeklinde olacaktı.

CHP ve MHP hükümete bakan vermeyeceğini ilk başta açıkça ilan etti.

HDP Eşbaşkanı DEMİRTAŞ, Duran KALKAN'nın "HDP siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. Başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar! Biraz gerçekçi olmaları lazım. Halkların, Kürt halkının temsilciliğini iyi yapmaları gerekli. Meclisi niye işletemediler, bunun üzerinde yoğunlaşmalılar.(...) Kendi işleriyle, meclis işleriyle uğraşsalardı ve çözüm getirselerdi, savaş yerine demokratik siyaset temelinde olurdu." şeklindeki zılgıtın etkisinden henüz yeni kurtulmuştu.

Yine Duran KALKAN'ın “emanet oylar” ile ilgili Sırrı Süreyya ÖNDER'in yüzüne attığı tokattan, parmak izi kalmıştı.

Sazının tınısından dolayı kandırılan beyaz Türkler de DEMİRTAŞ'ın kulaklarını neredeyse koparacaklardı. Daha kulağın kimin elinde kalacağı da meçhul. Çeken çekene…

Her şeye rağmen HDP grubu toplanıp, hükümette yer alma kararı alındı.

Hatta DEMİRTAŞ kendinden o kadar emindi ki: "HDP eşbaşkanlarının dışında 78 milletvekili olarak hangimiz olursa olsun hükümete girmeye hazırız" diye bir açıklama bile yapmıştı.

Oynadığı rol gereği mütebessimdi ve nikah masasında nikah memurunun “Siz sayın HDP vekilleri AKP vekilleri ile 1 Kasım'a kadar beraber kalmaya razı mısınız?” sorusuna DEMİRTAŞ :“Böyle gereksiz soru mu olur?” kabilinde kendinden emin bakarken salona giren Levent TÜZEL'in “Hayır!” sesiyle önce bir sarsıntı geçirdi, sonra gözleri karardı.

Ortalarda:"HDP bileşenlerinin her biri EMEP ve Tüzel gibi davranırsa ortada ne HDP, ne de örgüt kalır. Şimdi gündeme giren soru şu: EMEP, bu karardan sonra HDP'nin bir bileşeni olmaya devam edecek mi? Levent Tüzel, 1 Kasım seçimlerinde aday olursa eğer HDP seçmenine bu durumu nasıl izah edecektir?" yorumları dolaşıyor, ancak bu yorumlara katılmak yersiz.

HDP' nin seçmenine izah ettiği ne oldu ki şimdiye kadar?

“İmralı'yı basacağız, APO'nun kellesini getireceğim.” diyen Abdullah ZEYDAN Hakkâri'den vekil olurken, “Bana bir şans verin Türkiye'ye hizmet etmek istiyorum.” diyen zat da HDP ve PKK'ya önder oldu.

Levent TÜZEL'in nikâh memuruna “Hayır, ben evlenmek istemiyorum, benim beşik kertmem var!” itirazı davete katılmayıp davetiye kartını yırtan MHP'yi tam sevindirecekken, Tuğrul TÜRKEŞ'in “Levent Tüzel yerine ben evlenmek istiyorum.” sözü ne sadece MHP'yi ne de HDP'yi, yanılmıyorsam AK PARTİ tabanı dâhil tüm Türkiye'yi ters köşeye yatırdı.

 

HAYDİ BAŞKA MASALA!...

Aşağıdaki satırlar, Gündem gazetesinden  Veysi SARISÖZEN'in “Türk Ordusundaki Astsubay Gerillaya Niçin Güvendi?” yazısından alıntıdır.

Yazıyı yorumlamayacağım.

Yazının altına bu masalın anlatıldığı bazı köy isimlerini yazmakla yetineceğim. Liste kabarık… Ancak alanım sınırlı…

Köylerin adını PKK harfleriyle beraber yazın, google'de tarayın; masalın tüm detayları karşınıza çıkar.

 

“Tunceli İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli olan ve Erzincan'dan dün öğlen saatlerinde özel otomobiliyle eşi ve çocuğuyla Tunceli'ye gitmeye çalışan ismi öğrenilemeyen Astsubay, Tunceli'nin Pülümür vadisinin Alacık Köyü yakınlarında kalabalık bir grup PKK'lının yol kestiğini görünce acil dönüş yaparak yönünü değiştirdi. Yol kontrolü yapan PKK'lılar otomobilin geri dönerek hızla uzaklaşmaya çalıştığını görünce lastiklerine ateş etti. Otomobilinin lastikleri patlamasına rağmen durmayarak geldiği istikamete kaçan Astsubay ancak 4 kilometre gidebildi. 4 Kilometre gittikten sonra durdurduğu aracından inen Astsubay, bölgeden geçen bir başka araç ile olay yerinden uzaklaşırken, eşi ve çocuğunu ise otomobilinin yanında bıraktı. Otomobilin durduğu yerde bulunan bir lokantaya sığınan Astsubay'ın eşi ve çocuğunun yanına giden PKK'lılar eşine ‘Bizim senin ve çocuğunla bir işimiz yok. Eşinle işimiz var' diye propaganda yaptıktan sonra gitti. Astsubayın ailesi ise bir başka otomobilde Tunceli'ye gönderildi.”

Acaba bu “garip” gibi görünen davranış nasıl yorumlanmalı?

Kendisi “askeri” bakış açısından “doğru” olanı yaptı. “Düşmana teslim olmamak” için kaçtı. Karısını ve çocuğunu “muhtemel bir çatışma” ihtimali karşısında “emniyete” almak için yolun kenarında bıraktı.

Karısının ve çocuğunun gerillalar tarafından öldürülmesinden ya da DAİŞ'lilerin yaptığı gibi “kaçırılmasından” korkmadı mı?

Korkmadı.

Neden? Çünkü astsubay, savaş alanında bulunan subaylar gibi, (hatta bunların kadın gerillanın çıplak bedenini teşhir edenleri, çocukları vuranları da içinde) gerilla hakkında tam bilgiye sahip: Gerilla “kadın, çocuk ve bebek öldürmüyor.”

Hakkâri – Uludere – Ortabağ

Mardin – Ömerli – Pınarcık
Mardin – Nusaybin – Behmenin
Hakkâri  – Yüksekova  – İkiyaka

Şırnak – Çevrimli

Silvan – Yolaç(Susa)
Bitlis – Cevizdalı
Siirt – Şirvan - Gözlüce

Erzincan – Başbağlar

Bitlis – Mutki – Kavakbaşı/Yenidoğan

Erzurum – Çat - Yavi

Şırnak – Peçenek

Siirt – Kalkancık

Siirt – Daltepe

Şırnak – Dumanlı

Haydi başka masala!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.