İnancımızı kuşanalım!

Bir önceki yazımızda şartlar ne olursa olsun, medeniyet tasavvurumuzun esasını teşkil eden vahdet/birlik fikriyatımızdan vazgeçmememiz gerektiğini dile getirmiştim.

Bu konuda hem ye's/ümitsizliğe kapılmanın hem de bu ümitsizliği başkalarına aşılamanın İlahî kaynaklarımızın yanı sıra beşerî gerçekliklere de aykırı olduğunu dile getirmiştim.

3 bin yıl boyunca yeryüzünün değişik yerlerinde avare avare dolaşıp yoksulluk, yoksunluk, sefalet ve horlanmışlık içinde yaşamalarına rağmen, Yahudileri birlik ve devlet olmaya götüren hususun buna olan inançları olduğunu söylemiştik.

Yazıya çok olumlu tepkiler geldi.

Özellikle Suriye meselesi üzerinden siyasi yönde yaptığımız eleştiri veya önerileri mezhep çıkmazı üzerinden okuduğu için bizi tam olarak anlamadığını, ancak bu yazının altına imza attığını söyleyen kimi okurlarımızın bu hasbî tavrı beni ziyadesiyle memnun etti.

Ayrıca yazımıza teveccüh gösterip sosyal medya üzerinden herkesin bu yazıyı okuması gerektiğini dile getiren gazetemiz genel yayın yönetmeni Mehmet Göktaş hocama da şükranlarımı sunuyorum.

İşin hakikatinde söylediğimiz şeyler ilk olarak ortaya konulmuş veya ilk defa söylenmiş şeyler değil.

Bazı hakikatlerin sık sık dile getirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Kur'an-ı Kerim'de bazı ayetlerin düzenli ve belirli periyotlarla dile getirilmesi gibi.

Beşerî sistemlerde de durum farksız.

Lenin'in "Propaganda tekrardır!" sözü bu gerçeğe işaret ediyor.

"Üzülmeyin, gevşemeyin; inanıyorsanız, üstün olanlar sizlersiniz!"  ayet-i kerimesi(Âl-i İmran-139), bir işin olmasının başat koşulunun ona inanmak olduğunu sarahaten beyan ediyor.

Merhum Nebhani'nin Hilafet'in ilgasını müteakip "İmamet, Hilafet" yani birlik fikriyatının Müslümanlar arasında sürekli diri ve canlı tutulmasına yönelik çabasını hep takdirle karşıladım.

Zira bir şey konuşulmaya konuşulmaya küllenmeye ve unutulmaya yüz tutuyor.

HÜDA PAR olarak Müslümanların gündemlerine "İttihad-ı İslam"ı almalarının fert, cemiyet ve devlet bazındaki zaruret ve farziyetine ara ara değinmemizin ana sebebi de budur.

Akan kanlar, yiten canlar, hanedanlar, viran olan coğrafya bizimdir.

Ağır yara alan medeniyet tasavvurumuz, ümmet ve kardeşlik şuurumuzdur.

3 bin yıl kaybolmayan bir inanç karşısında, ulvî alemlere kadar izdüşümü bulunan bir medeniyet tasavvuru ve birlik ufkunun 6 yılda tahrip olmasınadır sitemim, serzenişim.

Fert ve cemiyet olarak yapacaklarımız belli olduğu gibi siyaset ve devlet olarak yapacaklarımız da bellidir.

Bu mesele karşısında alimlerin de bir araya gelerek bir siyaset fıkhı oluşturmaları ve tıkanıklığı giderecek bir fıkıh güncellemesi yapmaları zaruret halini almıştır.

Seleflerimizin pratiği ve bizim hayal dünyamızda, düşünce ufkumuzda yerini alan bir liderlik ve birlik oluşmuyor madem;

Mevcut kurumların harekete geçirilmesi ve gündemlerinin güncellenmesi için mücadele edilmesi gerekmez mi?

Merhum Erbakan Hoca'nın öncülük ettiği D-8'ler projesinin etkinleştirilmesine dönük "Bıkmadan ve usanmadan bütün şartları zorlama" seçeneğinin devreye konulması iyi olmaz mı?

Varlık nedeni Filistin'i siyonist işgalden kurtarmak olan İslam İşbirliği Teşkilatı'nın gündeminin güncellenerek aslına rücû etmesi sağlanamaz mı?

İmamet ve hilafet düşüncesi Ümmet genelinde sürekli diri tutularak bu uluslararası kuruluşlar üzerinden dönem başkanlığı ve dönem sözcülüğü uygulamaları çok daha etkin hale getirilemez mi?

O halde bize üstünlük getirecek bu inancımızı bir kez daha kuşanalım.

Sefer bizden, zafer Allah'tandır; zira sonuçların sahibi Allah'tır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.