Kim, hangi dini arıyor?

Kim, hangi dini arıyor?

Batı’da ölen nasıl bir tanrıydı? Belirtmek gerekir ki “Hıristiyan tanrısı”ydı; aslında ölen tanrı da değildi; değersiz, saçma ve hayata karşı bir tanrı tasavvuru öl(dürül)müştü.

Batı’da ölen nasıl bir tanrıydı? Belirtmek gerekir ki “Hıristiyan tanrısı”ydı; aslında ölen tanrı da değildi; değersiz, saçma ve hayata karşı bir tanrı tasavvuru öl(dürül)müştü. Bu tanrı, -Nietzsche’nin terimleriyle ifade etmek icap ederse- insanı bedenden, ihtirastan ve cinsellikten uzaklaştıran, insana bedeninizi keşfetmeyin, hiçbir ihtirasa sahip olmayın, cinselliğinizi tatmayın, devamlı öte dünyayla ilgilenin, dünyaya ait olan hiçbir şeyle ilgilenmeyin diyen bir tanrıdır. Bu tanrı insana yabancıydı, sadece kötü arzu ve ihtiraslarına değil, tabii ve masum isteklerine de karşıydı, hatta bu tanrının masum olan ile günahkar olanın arasını yaptığı söylenemez, zaten insanı doğuştan, tabiatı gereği günahkar tanımlamıştı. Tıpkı Yunanlılarda olduğu gibi Ortaçağ’da da insanın kurtuluşu ve özgürlüğü böyle bir tanrının ölümüyle mümkün olabilirdi ancak. Yine Hıristiyan bir teolog olan Harvey Joggs şunu söylüyor: “Tanrı, insanın rüştünü ispatlamasını istiyordu, bu oldu; Aydınlama ve pozitivizm Tanrının muradıdır. Dolayısıyla Tanrıyı referans almadan kamusal hayatı ve kamu işlerini düzenleyebiliriz ve bu sayede seküler/dünyevi bir şehir kurabiliriz.” Bundan hareketle Max Weber şöyle diyecektir: “Modern dünyayı biz, rasyonelleşme ve sekülerleşmeyle sağlayacağız.”  

Son iki yazıda anlatmaya çalıştığımız Hıristiyanlığın Tanrısı, ölen ve öldürülen, inkâr edilen ve ondan uzaklaşılmaya çalışılan bir Tanrıydı. Aslında Hıristiyanlığa da haksızlık etmemek lazım, çünkü bu Tanrı, Batı Avrupa Hıristiyanlığının Tanrısıydı. Doğu Hıristiyanlığı, Ortodoksluk tamamen değilse de bir miktar farklıdır. Modern toplumun, özellikle de post-modern toplumun aradığı din ve Tanrı, kitabın, İncil’in, dinin ve geleneğin Tanrısı değil. Modern dünyada olduğu gibi postmodern zamanda da bir din arayışı var; fakat bu arayış, geleneksel toplumda olduğu gibi değildir, yani geleneksel dini diriltme arayışı ve çabası olarak görülemez. Bununla birlikte söz konusu din arayışı, kurumsal ve örgütsel de değildir. Bu yönde kuvvetli sayılabilecek hiçbir emare yoktur.

Eğer din arayışı, “Ed-din” dediğimiz sahih bir dine dönüş ise, insanın, yedi kategoride kendi başına buyruk hareket etmekten vazgeçmesini kaçınılmaz kılar. Buradaki temel sorun budur. Zira varlığın, dünyanın, hayatın ve aynı zamanda toplumsal ilişkilerimizin de ikilemidir bu. Yedi ayrı kategoriden meydana gelen bu ayrım, Batı’dan, Hıristiyanlık, Aydınlanma ve modernlikle dünyaya yayılmaktadır. Yedi kategoriden birincisi “din ve din-dışı”, ikincisi “kutsal ve profan”, üçüncüsü “ruhban ve laik”, dördüncüsü “din ve devlet”, beşincisi “ruh ve beden”, altıncısı “metafizik ve fizik”, yedincisi de “iman ve akıl.” Bunlara bağlı olarak, “özel alan-kamusal alan ayrımı”nı da unutmamak lazım.

Gerçek şu ki, eğer sahih bir dine dönüş olacaksa, modern veya post-modern insan, acaba bu 7 alanda inisiyatifi elinden bırakmak isteyecek mi? Görülüyor ki din, kutsal, ruhban, kilise, ruh, metafizik ve imanın alanı vardır; ama aynı zamanda bunlara karşı, din-dışı, profan, laik, devlet, beden, fizik ve aklın da bir alanı vardır. Bu alanlar ayrışmıştır ve modern dünyada insan, ikinci alanda iktidar sahibidir. Burada iki soru önemlidir:
a) Modern insan dine dönecekse ve din arayışı bir anlam teşkil edecekse; insan, bütün bunlardan vazgeçebilecek midir?
b) Eğer bunları aradığı ve bulmak istediği dine bırakacaksa, bu hangi din olacaktır; kilisenin dini mi yoksa bir başkası mı? İslam’ın rolü bu sahnede ne olacak?

Bu çerçeveden bakıldığında modern dünyadaki din arayışının bizi sahih dine değil, sahte kutsallıklara, temeli çürük sektlere ve gurulaşmış postmodern kahinlerin aldatıcı dünyasına da götürebilir. İnsan, devletin alanını, yani kamusal alan ve siyasi alanı, fizik alanı, aklın ve laikliğin kendisini özerk ilan ettiği alanı; dine, kiliseye, papaza, rahibe, kutsala, metafiziğe bırakmak istemediği için, aradığı dinde bazı özellikler istemektedir.
Birincisi, kabul edeceği bu dinin, mutlak hakikati temsil etme iddiasında bulunmayan, izafi bir din veya izafi olmayı kabullenmiş bir din olmasını ister.

İkincisi, varlığın ve toplumsal hayatın bütünüyle ilgili iddialarda ve taleplerde bulunmayan, marjinal olmayı kabul eden bir din arar.

Üçüncüsü de, kamusal hayata karışmayan sadece özel hayata müdahil bir din ister.
Şunun altını çizmek gerekir ki, bugün modern dünyanın kabul edebileceği veya insanın arayışına “olumlu cevap” verebileceği din, izafileşmiş, marjinalleşmiş ve özel hayata indirgenmiş bir dindir. Dinin kurumlar ve ilişkiler üzerinde “üst referans” olmasını, ahlaki bir denetim kurmasını kabul etmez, çünkü özerkleşmiş alanlar ve bu alanların kendine ait kuralları vardır. Siyasetin, iktisadın, toplumsal hayatın, hukukun şu veya bu dine, şu veya bu dinin tanrısına refere edilmesini istemez, çünkü hakikatin parçalandığı bir zamanda insan sadece göklerde tanrı olmasına razı olur, ama bu tanrının yeryüzünde hükümlerinin geçerli olmasına razı olmaz. Politik ve sosyal kuralları kendisi koyar. “Tanrı fikrinin anayasayı beslediği ve dini özgürlüklerin çokça korunduğu” söylenen Amerika’da din izafi, marjinal ve özel alanda rol oynamayı kabul ettiği sürece korunur; kendisine çizilen sınırların dışına çıktığında dirençle karşılaşır.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.