Mehmet İkbal ATAK

Mehmet İkbal ATAK

Leyla Keça Kurda ye!

Önce Leyla… Sonrasında Mehmet Öcalan!
PKK/BDP’nin “çileli yol haritasının” temeline dinamit koymakla eşdeğer “Erdoğan çözer!” çıkışları…
Mehmet’e posta koymak “yürek” ister ama; Leyla’ya…
Verip veriştirene!
Tamam, “Leyla keça Kurda bu!”
 Ama “çileli yol haritası” da az buz bedelle çizilmemişti! Öyle bir harita ki…
PKK/BDP için adeta modern çağın manifestosu haline gelmişti.
 
İçeriği mi?
“Sümer rahip devletinden demokratik uygarlığa…”
Oradan da demokratik ve dahi özerk cumhuriyete kadar tüm günahların merkezi AKP…
‘Baş günahkâr’ da Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Erdoğan olduğu sürece bu sorun çözülemezdi… Tüm sorunların kaynağı AKP idi!
Hatta Erdoğan, “zaman tünelini” kullanarak hem geçmişe uzanmış, hem de geleceğe müdahale ederek “Kader”e ipotek bile koymuştu!
 
PKK’nin AKP manifestosunun temel sebebi kısmen nesnel, çoğu da öznel öğeler taşısa da gelişen tüm argümanlar, tıpkı Yunan mitolojisinde olduğu gibi, Pandora’yı bekleyen kutuda saklı olduğundan kuşku bulunmamaktaydı.
 
Evet, “Leyla keça Kurda bu!”
Aphordite’nin güzelliği… Athena’nın zekâsı… Apollon’un bilgeliği…
Ne ararsan vardı Leyla’da! Çünkü Zeuslar işlev görsün diye epey özen göstermişlerdi, ‘Kürt Pandora’ için!
Gün geldi; devran değişti! Kürt Leyla, Yunan Pandora’ya özenince açıverdi kutuyu:
Bu sorunu çözse çözse ancak Başbakan Tayyip Erdoğan çözer!” demez mi?!
 
Şaşkınlık dizboyu; tepkiler kocaman! Önce BDP, ardından KCK’nin alt/gölge kurumları… Kimisi isim vererek, kimisi sözlerine atıf yaparak “kendini kandırıyor” demeye getirdi. Ama en etkili sille, Kandil’in eteklerinden, Duran Kalkan’dan geldi. Çözümün, “bu işi ancak kan temizler”den geçtiğini demeye getirdi.
 
Leyla şaşkındı… Başbakanla görüşmeden sonra her ne kadar “Eski manifesto”ya atıf yaptıysa da artık kutu açılmıştı. Yalçın Akdoğan bile “kitleye mesaj vermek için yaptı” demeye getirdi.
 
Liboş medyası, muhafazakâr medya ile bir kez daha sözbirliği koalisyonuna girişmişti. Hep bir ağızdan Leyla’nın Pandora versiyonuna “çözüme alkış” temposu tutmaya başlamışlardı. Leyla’yı yeniden icad etmenin sevinci manşetlere sığacak gibi değildi.
Eskinin “Terörist Leyla”sı gitmiş; yepyeni bir Leyla doğmuştu! Üstelik Aphordite’nin güzelliği, Athena’nın zekası, Apollon’un bilgeliği bu kez tersinden yüklenmişti, formatlanan yeni Leyla’ya! Tüm bu özellikler, “Kanaat önderi Leyla”, “Tabanı kontrol eden Leyla” ile birleştirilerek Kandil’le yarıştırmaya dönüştürülünce bahis kuponlarında “çözüm kolonu” kadar revaç bulmaya doğru yol alıyordu.
 
Oysa hem BDP hem de medya-siyaset cephesi, meraklarını gizleyememenin de şaşkınlığını ele vermeyi de ihmal etmiyorlardı aslında.
Nereden çıktı şu Leyla?! Kimden icazet almıştı da “manifesto kovanına” çomak sokma cesareti göstermişti?!
Öcalan’dan mı?..
Washington – Barzani ekseninden mi?..
Yoksa…
Olympos dağındaki ateşi kim aşırmıştı?
Zeus buna nasıl tepki verecekti?
Sorular… Şüpheler…
 
Derken… Karanlıklar prensi Perinçek’in “Fecr-i Kazib”i karanlığa bir taş atarak, puzzlenin parçalarını birleştirmeye kapı aralayacak bir haberle “Misafirhane”nin kapısını aralamayı deniyordu.
 
Misafirhane muhabbeti doğru muydu, yalan mıydı bilemeyiz. Ancak kör noktalara tutulacak aynanın yayacağı her “Aydınlık”, zifiri karanlıkta geçici de olsa ihtiyacı gidermeye yarayabilirdi. 
 
Yoksa Leyla’nın ilham kaynağı ifşa mı oluyordu? Öcalan, “kullanılıyorum/kullanıldım” deyip “kafama sıkar giderim” tavrından vaz mı geçmişti? Kim ne derse desin ama, bu süreçte oluşan yeni bilinmezlikler ile İmralı, yine yolların kavşak noktasına dönüşmüştü.
 
Ama yine de “Aydınlık” çabalar, Öcalan boyutuyla ilgili tüm merakları gidermeye yetmemişti. Bir Epimetheus’a ihtiyaç duyulduğu belliydi.
 
Leyla’nın Yunan Pandorası’na özenerek açtığı kutudan geri kalan “umut kırıntısı”, hala kimileri için avuntu kaynağı olmaya aday iken, Mehmet Öcalan’ın “Leyla doğru söylüyor”, “Leyla bizim için kıymetlidir” sözleriyle manşetlik yarışa kalkması, “BDP/KCK’nin Leyla salvolarını” bertaraf etme kapasitesine sahip görünüyor.
 
Peki ama, Leyla’ya kendi cenahından tepkiler dev dalgalara dönüşmek üzereyken Mehmet Öcalan’ın “dalgakıran” olarak öne çıkması ne anlama geliyor?
İşte burada da yine İmralı kavşağında olup bitenler önem kazanmaya başlıyor.
 
Tecrit” söylemi yeni dönemin felsefik derinliğini doldurmaya aday iken İmralı kavşağının son çıkışlardaki olası rolü, felsefik derinliği temcid pilavına çevirme potansiyeline sahip görünüyor.

Bu kör nokta, gelecek yeni “Aydınlık” adımlarla aydınlanmadan puzzlenin tüm parçalarının birleşmeyeceği, dolayısıyla sağlıklı bir bütünlük oluşturmayacağı artık netlik kazanmış görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.