Müftü Nikahı

Yılmaz Özdil (Sözcü):

“İmamlara resmi nikah kıyma yetkisi veriliyormuş, laikliğe aykırıymış filan.

Güzel kardeşim…

Nikah memuru belediye başkanının kendisine verdiği yetkiyle nikah kıyıyor, belediye başkanı imam değil mi?

 “Bekir Bozdağ imam nikahını savundu” diye haber yapmışlar mesela…

Bekir Bozdağ zaten imam.

Ekonomi bakanı imam, gümrük bakanı imam, şehircilik bakanı imam, hükümetimizde İngiliz vatandaşı imam bile var.

Kültür ve turizm bakanı imam… Kendisini bugüne kadar bale seyrederken, mayosunu giyip şezlongta güneşlenirken görmedik ama camide, kıbleyi arkasına alıp mihraptan seçim konuşması yaparken görüyoruz.

İmamlar sızdı diye Kuleli'yi Heybeliada Deniz Lisesi'ni falan kapattılar, milli savunma bakanı imam.

Beş tane başbakan yardımcısı var, beşi de imam.

Cumhurbaşkanı imam.

23 Nisan'da bile kim TBMM başkanı yapıldı? İmam hatipli.

Pensilvanya imamı yargıyı ele geçirdi… Pensilvanya imamı'nın imamlarını temizleyecek olan adalet bakanı, imam.

Emniyet teşkilatını “imamın ordusu” yaptılar… Düzeltsin diye teşkilatın başına getirilen emniyet genel müdürü, imam.

THY yönetim kurulu başkanı imam, TRT genel müdürü imam, TMSF başkanı imam, TCDD genel müdürü imam, Sayıştay başkanı imam, hayvanat bahçesinden TÜBİTAK'a yönetici getirdiler, o da imam.”

Olmadı Yılmaz Özdil, hiç olmadı!

Tamam, hassasiyet oluşsun diye bir şeyler anlatıyorsun da önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırıyorsun.

Laik amca ve yengeler senin bu anlattıklarından dolayı ya sektei kalpten giderler ya da terki diyar eyleyip tüm mevzileri “imam”lara bırakırlar.

İyi edebiyatçı, iyi trajedi yazarı olabilirsin; ama lütfen bir daha böyle gerilim filmi senaryosuna başvurma!

Tabii yine de Yılmaz Özdil'in hakkını yemeyelim.

Malumatfuruşluğuyla bizi bir kez daha abandone etmeyi başardı.

Demek ki, Kültür Bakanı olmanın gerekleri arasında bale izlemek ve mayo giyip şezlongta güneşlenmek de varmış.

Öğrenmiş olduk.

Enver Aysever (Birgün):

“Türkiye'ye şeriat gelir mi?” sorusu sıkça sorulmakta bu günlerde. Bu soruyu soran kimse, içinde bulunduğumuz düzenin farkında değil demektir. Evrim gerçeği milli eğitim ders programından çıktıysa, müftülüklere nikâh kıyma yetkisi verildiyse ve rektör olmak için imam hatipli olma şartı aranıyorsa daha ne olsun istiyorsunuz? Türkiye'de şeriat düzeni böyle kurulur. İlla Suudi Arabistan gibi ilan edilmesi gerekmez.

Geçen gün Başbakan Anıtkabir'de dua okurken poz verdi. ‘Bunda ne var?' diyenler çıktı sosyal medyada. Oysa bu hareket son derece simgeseldir ve yeni devlet düzenini ortaya koymaktadır. Amaç yaşamın her alanını İslami verilere göre düzenlemektir; evlilik, anma, meclis açılışı türü hemen her yerde din vurgusu yapmaktır. Bu hareketi masum sanmak, bugüne dek hemen her konuda olduğu gibi aymazlık içinde bulunan liberallerin takınacağı bir tutumdur.”

Enver kızmış yine.

O kadar kızmış ki, o da Y. Özdil formatında döktürmeye başlamış.

Ama müsaadeniz olursa ben yine de birkaç konuya temas edeyim.

“Evrim gerçeği” diye bir şey yoktur, “Evrim teorisi” diye bir şey vardır. Tabii at gözlüğüyle bakanlar, teoriyi kutsayanlar kadar saçma bulanların da olduğunu ve onların da görüşlerine bilimsel dayanak getirdiklerini göremez.

Rektör olmak için “İmam Hatipli” olma şartı ne zaman getirilmiş?

Şimdi Enver'den ricamız bize rektörlerden kaçının imam hatipli olduğunu söylemesidir.

Gelelim “Anıtkabir'de dua” meselesine…

Enver'in buradan “şeriata gidiliyor” sonucuna varmasını doğrusu anlamakta zorlandık.

Nuray Mert (Cumhuriyet):

“Müftülüklere nikâh yetkisine gelince, kusura bakmayın ama bu değişikliğin dini düşünce ve yaşam tarzını dayatma ile alakası yok. Tam da bu nedenle, ateşli itirazların çoğu havada kalmaya mahkûm. Müftülüklerde kıyılan nikâh, şeri çerçevede değil, mevcut medeni kanunun nikâha ilişkin mevzuatına uygun olacak, yani nikâhını müftülükte kıyan dört eş ile evlenmeye kalkışamayacak, ‘eşini talakı selase' ile boşayamayacak, vs.

Öyle bir düzenleme olsaydı, çok ciddi bir gelişme olurdu, olmadığına göre müftünün nikâh kıyma yetkisi olması neden sorun yaratsın? Tam tersine, ‘imam nikâhı' adı altında, hiçbir yasal güvencesi olmayan akitlerin ve bunların yaratacağı suiistimalleri önlemek açısından faydalı bir sonucu olabilir. İçinde müftü lafı geçti diye muhalefet etmek, tam da iktidar partisinin fazlasıyla işine yarayacak bir tutum. Dahası hakkaniyetli değil, evliliğe dair hukuki çerçeve değişmediği durumda nikâh kıyan memurun din görevlisi olması neden sorun olur? Bırakın isteyen istediği makamda nikâhını kıydırsın.”

Son derece mantıklı izahlar olduğunu söylemeliyim.

Doğrusu “Nuray Mert'in kafasına saksı mı düştü?” diye düşünmeye başladım.

Bir anda bu kadar liberalleşme çok hayra alamet değil.

Fırtına öncesi sessizlik mi desem, bilemiyorum.

Fatih Altaylı (Habertürk):

“Fethullahçı Terör Örgütü'nün seçilmiş iktidara, devlete ve özellikle dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a karşı “somut ve sert biçimde” saldırıya geçmesinin miladı, 7 Şubat 2012 olarak kayıtlara geçti.

O gün Başbakan Erdoğan ciddi bir ameliyat geçirdiği sırada, FETÖ elindeki yargı gücünü kullanarak MİT'e bir operasyon başlattı.

Bu operasyonun hedefinin Başbakan Erdoğan olduğu açıktı ve bu durum o gün de yazıldı.

Peki hafızası zayıflara bir hatırlatma yapalım.

MİT'e operasyon yapılması gerekliliğini o günlerde Cemaat içinde ilk dile getiren, bunu somut biçimde “kayıt altına” alan yazıları kim yazdı?

Elbette ki Hüseyin Gülerce.

FETÖ'nün MİT üzerinden Başbakan'a karşı harekete geçmesinden tam 40 gün önce Gülerce, ilk işaret fişeğini attı.

28 Aralık 2011 günü Gülerce köşesinde şöyle seslendi:

 “MİT'e bir operasyon yapılmalıdır. Başbakanlık'a bağlı Milli İstihbarat Teşkilatı'nda bir soruşturma başlatılmalıdır.”

Gülerce bununla da yetinmedi.

2 gün sonra, 30 Aralık günü, Gülerce yazısını benzer biçimde tekrarladı: “MİT hakkında derhal bir soruşturma başlatılmalı.”

Gülerce'nin ikinci yazısından tam 38 gün sonra, Başbakan Erdoğan'ın hasta yatağında olmasından da istifade edilerek, Gülerce'nin hedef gösterdiği kuruma yönelik bir operasyon FETÖ'cü savcılar marifetiyle başlatıldı.”

Bu yazı oldukça önemlidir, onu söyleyeyim.

MİT konuşuluyorsa ve konuşanlardan biri F. Altaylı ise dikkat etmek gerekir.

Bu arada söylediklerinin de hiç yabana atılır tarafı yok!

Cem Küçük'ün “Gülerce devletin adamıdır, ona FETÖ'cü diyenler bunun bedelini ödeyecekler” şeklindeki tehditleri de gerçeğin üzerini örtemedi.

F. Altaylı, delilli konuşuyor.

Manzara şu:

MİT yekpare değil.

Bazıları çok fazla “içeriden konuşuyor” havası vermek istiyor; ama bu tipler kesinlikle merkezde değil.

C. Küçük, F. Uğur ve H. Gülerce gibileri, FETÖ üzerinden MİT'in bir kanadına da operasyon çekiyor olabilirler. Amaç da merkezi zayıflatıp orayı ele geçirmek olabilir.

“Eski MİT'çiler” tehlikeyi görüyor.

Ayşe Arman (Hürriyet):

“Yeni hazırlanan nüfus yasa tasarısına itirazım var.

Müftülere nikâh kıyma yetkisi verilmesine itirazım var.

Bu ülkede yaşayan bir kadın olarak itirazım var.

Bir kız çocuğu annesi olarak itirazım var!!! (…)

“2015'te Anayasa Mahkemesi'nin, “dini nikâh kıyılması için resmi nikâh şartını iptal etmesi”, vazonun kırılmasına neden olacak ilk çatlaktı.

Yani bir kadınla bir erkek -ki kadının yaşının önemi yok, çocuk sayılacak yaşta da olabilir- dini nikâh kıyabiliyordu.

Resmi nikâhın olmaması, artık cezai yaptırımı gerektirmiyordu.

Türkiye'de aynı gün içinde 81 ile gidip, 81 ayrı kişiyle dini nikâh kıyabilmenin yolu da bu kararla açılmış oldu.

Üstelik bu işlerin kontrol filan edildiği de yok, çünkü bir kontrol mekanizması yok.”

Arman'ın “itirazı var” ve bu itiraz onu öyle bir bedbinliğe sürüklüyor ki, belleğinde onulmaz tahribatlara yol açıyor. Her şey birbirine karışıyor.

Baksanıza itiraz ederken şunu söyleyebiliyor: Türkiye'de aynı gün içinde 81 ile gidip, 81 ayrı kişiyle dini nikâh kıyabilmenin yolu da bu kararla açılmış oldu.

Aynı gün, 81 il, 81 nikah…

Biz A. Arman'a “24 saate bu dediklerin nasıl sığar?” diye sormayalım. Onun yerine çok fazla “zamanda yolculuk” konulu fantastik filmlere takılı kalmaman akıl sağlığın için iyi olur” diyelim.

Emin Pazarcı (Akşam):

“Tam 20 yıl önceydi. 3 Ağustos 1997'de Yüksek Askeri Şura kararları açıklandı. İhraçlar Listesi'nde dikkat çekici bir isim vardı. Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nden Prof. Tabip Albay Mustafa Kahramanyol'un da Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilmişti. Kararın altında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in imzası vardı.

Oysa Demirel, Başbakanlığı döneminde Kahramanyol Hoca'yı Balkan Danışmanı yapmıştı.

Kahramanyol, iyi ve nitelikli bir askerdi. Bosna'da Sırplar tarafından kuşatılan Müslüman Boşnaklara ciddi destekler verdi. Bu yüzden Sırplar tarafından “Milli Düşman” ilan edildi. Öldürülmesi, yok edilmesi için özel timler kuruldu.

Normal şartlarda ödüllendirilmesi gerekirken, O, Ordu'dan ihraç edildi. Çünkü, dönemin kriterlerine uymuyordu. Namaz kılıyor, oruç tutuyordu. Katıldığı davetlerde içki içmiyordu. Ayrıca NATO subayı da değildi. Milli ve yerli bir isimdi. Ülkesinin çıkarlarını her şeyden üstün tutuyordu.

İhraç edilmesine yol açan “istihbarat raporu”nda çok ilginç bir suçlama vardı. Evinde doğal gaz dönüşümü yaparken, boşa çıkan kazanı mahalle camisine bağışladığı belirtiliyordu.

Olayın ardından Balkan Dernekleri Federasyonu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e bir yazı yazdı. Mustafa Kahramanyol'un vatansever özelliklerinin altı çizilip, “neden” diye soruldu.

Verilen cevap ilginçti…

Demirel de Kahramanyol'un iyi bir subay olduğundan bahsediyordu. Vatanseverliğine bizzat şahit olduğunu ortaya koyuyordu. İhraç sebebini ise açıklayamıyordu. Sadece, “olay çok karışık” ifadesini kullanıyordu.

Yıllar sonra Mustafa Kahramanyol, Süleyman Demirel'i bir başka vesile ile Güniz Sokak'taki evinde ziyaret etti. O dönemde Demirel'in süresi bitmişti.

Kahramanyol, bir ara “Sayın Cumhurbaşkanım” dedi:

-Yüksek Askeri Şura'da size ne anlattılar ya da önünüze ne koydular da benim ihraç kararımı imzaladınız?

Demirel, “Bak doktor” cevabını verdi:

-Ben bu ülkede başbakandım. Seçimle gelmiştim. Kulağımdan tuttular, görevimden aldılar. Sonra uzun süre dört duvar arasına hapsettiler.

Ardından ekledi:

-Bana yapılanları düşünürsen, sana yapılanın ne olduğunu anlarsın.”

Aslında Emin Pazarcı'nın bu “tarihe not düşme” anlamına gelebilecek yazısı için bir yorumda bulunmayı düşünmüyordum, ancak son YAŞ kararıyla kimi “Balyoz mağduru”nun terfi aldığını duyduğumda birkaç kelam edeyim dedim.

Pazarcı, Mustafa Kahramanyol'dan söz ederken “Namaz kılıyor, oruç tutuyordu. Katıldığı davetlerde içki içmiyordu.” diye yazmış. Bu da onun ihraç edilmesine sebep olmuş.

Namaz kılma, oruç tutma, içki içmeme ihraç sebebi…

FETÖ mensupları hocalarından fetva aldıkları için namaz, oruç ve içki ile bir sıkıntıları yokmuş. Yanılıyorsak bizi düzeltsinler.

Geriye dindar; ama FETÖ'cü olmayan az sayıda subay kalıyordu.

Peki, kim ihraç ediyordu bu dindar subayları?

İşte kritik soru bu!

Şimdilerde “mağduruz” diye bağıran zihniyet o dönemde sadece namaz kılıyor diye subayları ordudan atıyordu.

Bunu da hatırlayın istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.