Osmanlı'dan günümüze darbe geleneği ve 15 Temmuz

Osmanlı'dan günümüze darbe geleneği ve 15 Temmuz

15 Temmuz ABD destekli darbe girişimi, dünden bugüne yaşanan askeri darbeleri yeniden gündeme getirdi.

15 Temmuz akşamı 22.00’de başlayan ve sadece Türkiye değil tüm İslam dünyasını kaygılandıran ABD destekli darbe girişimi, kamuoyunun gündemine darbeler tarihinin dününü ve bugününü yeniden getirdi.

Milyonlarca insanı, tüm bir ülkeyi olumsuz etkileyen darbeler nedeniyle yaşanan sosyolojik, psikolojik ve ekonomik travmalar hep büyük mağduriyetlere, unutulmaz acılara neden oldu. Peki, yaşadığımız topraklarda dünden bugüne tarih, darbeleri nasıl yazdı.

Osmanlı döneminde başlayan askeri isyan ve darbeler, imparatorluğun yıkılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de rejimin değişmesine rağmen neredeyse her 10 yılda bir tekrar etti.

Cumhuriyet döneminde 1960'la başlayan darbe geleneği her seferinde farklı yöntemlerle devam etti. Kimi zaman 1960'ta olduğu gibi ordu içindeki grupların bir araya gelerek emir komuta zincirini devre dışı bırakmasıyla gerçekleştirilen darbeler, kimi zaman 1980'de olduğu gibi emir komuta zinciri içinde gerçekleştirildi. Yine darbeler kimi zaman hükümetlerin istifasıyla sonuçlanan muhtıralarla yapılırken, kimi zaman ise 28 Şubat'ta olduğu gibi “postmodern” olarak yapıldı.

Oysa darbeler anayasaya konulan maddelerle her zaman suç olarak kabul edilmişti. Yapılan tüm düzenlemelere rağmen darbeler engellenemediği gibi gelen hükümetler de görev sürelerini hep darbe korkusuyla tamamladı. Çünkü darbeciler yasalardaki (Cumhuriyeti koruma gibi görevlerin yer aldığı) bazı maddeleri gerekçe olarak göstererek darbelerle Türkiye Cumhuriyetini korumaya(!) devam etti. Cumhuriyeti darbeyle koruma görevi, neredeyse şekil değiştirmekle beraber 15 Temmuz'a kadar sürdü. Fakat Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir darbe girişimi tankların yollara ve köprülere çıkmasına rağmen halkın karşı koymasıyla püskürtüldü. Yine ilk defa bir darbede savaş uçakları ve helikopterlerle TBMM, ve devletin kurumları bombalandı.

İlk darbe genç sultan Fatih Mehmet'e karşı yapıldı

Darbeler tarihi, Osmanlı imparatorluğunda Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uzanıyor. Evet, Buçuktepe İsyanı adıyla ilk darbe, dönemin ordusu Yeniçeriler tarafından Fatih Sultan Mehmet'e karşı yapıldı. Yaşı küçük olduğu gerekçesiyle Fatih'in tahta geçirilmesine karşı başlatılan isyan, II. Murat'ın yeniden tahta oturup  yeniçerilerin maaşına zam yapmasıyla son bulmuştur. Ancak darbeyi unutmayan Fatih, sonraki yıllarda aralarında Yeniçeri ağasının da bulunduğu askerleri gerekli cezalara çarptırdı.

12 Padişah darbeyle devrildi

Fatih'e karşı yapılan bu girişim son olmadı ve 36 padişahtan 12'si Yeniçeri isyanlarıyla devrildi. Bazı padişahlar ise tahtlarından olmakla kalmadı canlarından da oldu. İkinci Mahmud'a kadar devam eden darbe geleneği 1826 yılında Yeniçerilerin kanlı bir operasyonla kaldırılmasıyla sonuçlandı. Ancak darbe ve kalkışmayı gelenek haline getiren asker, Yeniçeri Ocağı'nın kapatılmasıyla bu alışkanlığına son vermedi ve ilerleyen yıllarda da darbeler devam etti. Sultan Abdulhamit Han da 1909'da bir darbe sonucu tahtan indirildi.

Osmanlı döneminin son darbesi ise İttihatçıların 1913'te gerçekleştirdiği hükümet darbesi oldu. Yapılacak seçimlerde Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın iktidara geleceğini gören İttihatçılar Enver Paşa ve Talat Paşa öncülüğünde harekete geçerek Bab-ı Ali olarak bilinen hükümet binasını basarak askeri darbe yaptı. Kalkışmada Harbiye Nazırı Nazım Paşa öldürülürken Sadrazam Kamil Paşa zorla istifa ettirilerek iktidar ele geçirildi.

Cumhuriyet dönemi ve darbeler

İmparatorluğun çökmesinin ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ve İsmet İnönü'nün tek parti döneminde İslam karşıtı uygulamaların yürürlükte olması ve kendilerinin asker kökenli olması nedeniyle bir nebze de olsa darbeler yaşanmazken, sonraki dönemlerde neredeyse her 10 yılda bir darbeler yaşanmaya devam etti.

1946 yılında çok partili hayata geçilmesi ve 1950 seçimlerinde Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle yeniden darbeler konuşulmaya başlandı. Askerin darbe yapacağı tehditleri altında başlayan Demokrat Parti iktidarı, 10 yıl sonra ordu içindeki farklı grupların bir araya gelmesiyle oluşturulan cunta tarafından gerçekleştirilen darbeyle sona erdi.

İlk cunta darbesi ve idamlar

Adnan Menderes'in idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 darbesi farklı gruplardan oluşan ve kendilerine Milli Birlik Komitesi adını veren 37 düşük rütbeli subay tarafından gerçekleştirildi. Albay Alparslan Türkeş'in radyodan okuduğu bildiriyle darbe ilan edildi.

Uzun bir süre darbe yapmayı planlayan cuntacılar, başlarına geçirecek yüksek rütbeli bir lider bulamayınca son çare olarak Korgeneral Cemal Madanoğlu başkanlığında bir araya gelerek darbeyi gerçekleştirdi. Ancak bir koalisyon şeklinde bir araya gelen darbeciler, daha sonra kendi aralarında anlaşmazlığa düşünce sessiz sedasız bir şekilde ikinci bir darbe gerçekleştirerek darbecilerden Alparslan Türkeş ve ekibini tasfiye etti.

Emir komuta zincirinin devre dışı bırakıldığı darbede, cuntacıları en fazla tedirgin eden nokta, herhangi bir kurumun darbecilere karşı koyması oluyor. Yıllar sonra verdiği röportajda bu duruma dikkat çeken Madanoğlu, Ordu ve Kolordu komutanlarına darbeyi bildirirken olası itirazların kendisini çok endişelendirdiğini ve yapılacak itirazın darbeyi sonuçsuz bırakabileceğini dile getiriyor. Ordu içinde kayda değer bir itiraz olmamasına rağmen darbenin başlamasıyla bazı general ve subaylar gözaltına alınıyor. Ciddi bir itiraz olmaması nedeniylede 60 darbesi başta olmak üzere kimse darbecilere karşı durmuyor ve darbe gerçekleştirilirken de kan dökülmüyor. Ancak darbeler başarılı olduktan sonra idamlar ve mahkûmiyetlerle on binlerce insan bilfiil, genel olarak ise tüm Türkiye halkı mağdur ediliyor.

27 Mayısın bilançosu

Darbeyle Orgeneral Cemal Gürsel Cumhurbaşkanlığına getirilirken, meşru cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklandı. 235 general ve çoğunluğu albay, yarbay ve binbaşıdan oluşan yaklaşık 3 bin 500 subay emekliye sevk edildi. Bazı üniversitelere el konulup kapatılırken bin 402 üniversite öğretim görevlisi görevden alındı. Yargıda 520 hâkim ve savcı görevden alındı. Yapılan kıyım sonucu tüm kurumlar kontrol altına alındı.

Darbeciler tarafından oluşturulan mahkeme üyeleri kendilerine verilen emirler gereği Başbakan Adnan Menderes ve birçok siyasiyi idama mahkûm etti. Haklarında idam kararı verilen Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül’de, Başbakan Adnan Menderes ise  17 Eylül'de idam edildi, diğer idam kararları ise müebbet hapse çevrildi.

1962 Harp Okulu ayaklanası

1960 darbesinden kısa süre sonra ordu içinde başlatılan tasfiyeye karşı çıkan Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir bir ayaklanma başlattı. Genelkurmayla beraber 27 Mayısçıların tasfiyesi için harekete geçen hükümet, 20 Şubat 1962'de bazı komutanların yerini değiştirme bazılarını ise gözaltına aldırmak için harekete geçti. Buna tepki gösteren Aydemir, komutanı olduğu harp okulu öğrencileriyle ayaklanarak tasfiyelerin durdurulmasını istedi. Ancak talepler kabul edilmediği gibi ayaklanma bastırıldı ve Aydemir gözaltına alındı.

12 Mart Muhtırası

1960 darbesinden 10 yıl sonra darbeciler bir kez daha harekete geçti. Kendilerini devletin sahibi olarak gören cuntacı zihniyet, 12 Mart 1971'de 60'ların sonlarında yaşanan olayları ve çatışmaları gerekçe göstererek verdiği muhtırayla hükümetin istifasını istedi.

Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir mektupla verilen bu muhtıra sonucu Başbakan Süleyman Demirel istifa etti.

Asker sokağa çıkmadan gerçekleştirilen darbeyle bir kez daha hükümet devrilmiş, yerine ise otellerde yaşanan milletvekili pazarlığıyla halen konuşulan Nihat Erim hükümeti kurulmuştu. Darbe sonucu, cuntacılar yapmak istediklerini, kurdurdukları yeni hükümet eliyle hayata geçirmeye başlamıştı.

12 Eylül'e zemin hazırlandı

1971'de verilen muhtıra hükümeti devirirken, olayların önüne geçilememişti. Sokak olayları, çatışmalar ve suikastlar artarak devam ediyordu. Sağ sol çatışması yayıldıkça yayılmış, öyle ki ülke adeta ikiye bölünmüş, saflar ayrışmıştı. Aynı silahla farklı kesimler vuruluyor ve birileri adeta darbenin gelmesi için olayları tırmandırıyordu. Batıda sağ-sol çatışması devam ederken, Doğu'da ise yaşanan Kürt sorunu PKK'yi doğurmuş ve adeta memleket sathında bir iç savaş yaşanıyordu. Şiddet ve anarşi tüm Türkiye’yi sararken devlet aciz kalıyor veya bilerek aciz bırakılıyordu.

1980'lere gelinirken suikastlar artmış, tanınan gazeteciler, akademisyenler ve siyasiler öldürülmeye başlanmış, yaşanan çatışmalar nedeniyle üniversitelerde eğitim felç olmuş halk adeta askerin yönetime el koymasını ister noktaya getirilmişti. Oysa hükümet tedbir almış, bazı yerlerde sıkıyönetim ilan etmiş, olaylarla mücadeleyi zaten askere vermiş ve askerin hemen hemen bütün taleplerini yerine getirmişti. Fakat verilen tüm yetkilere rağmen olayların önüne geçemeyen darbeci askerler, 6 Eylül1980’de Konya’da düzenlenen "Kudüs'ü Kurtarma Mitingi"ni İrtica(!) tehlikesi olarak görmüş ve bunu darbenin en büyük gerekçesi olarak göstermişti.

Sonraki yıllarda da çokça konuşulduğu gibi yaşanan olaylar darbeye zemin oluşturmak için tırmandırılmış ve asker kurtarıcı pozisyonuna getirilmişti. Darbeden aylar önce ihtilal çalışmalarını başlatan dönemin Genelkurmay Başkanı Kenen Evren, ortamın hazır hale gelmesiyle 12 Eylül 1980 sabahı emir komuta zinciri için harekete geçti. Tankların kışlalardan çıkması ve darbecilerin yönetime el koymasıyla nasıl olduysa olaylar hiç yaşanmamış gibi bir anda kesildi. Tüm kurumları ele geçiren darbeciler gözaltı ve tutuklama furyası başlattı. Böylece büyük mağduriyetlerin yaşandığı işkence, zulüm, hukuksuz yargılamalar ve idamlar dönemi başladı. Gözaltında başlayan işkenceler, cezaevlerinde de en sert şekilde devam etti. Darbeciler tarafından yapılan zulüm ve işkenceler sonraki yıllarda daha büyük sorunların doğmasına neden oldu.

Siyasi partilerin kapatılmasının yanı sıra1960 darbesiyle getirilen Anayasa ve bazı uygulamalar yine bir darbeyle kaldırılarak 1982 yılında yeni bir anayasa hazırlandı. Silahların gölgesi altında yapılan referandumla darbe anayasası büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Günümüze kadar bütün siyasetçiler tarafından eleştirilen darbe anayasası, zaman zaman bazı maddeleri değiştirilmesine rağmen bir türlü tamamen değiştirilmedi/değiştirilemedi.

12 Eylül bilançosu

Etkileri günümüze kadar devam eden 80 darbesinde başlatılan kıyımla siyasi partiler kapatılarak, liderleri tutuklandı. 1 milyon 683 bin kişi fişlenerek anarşist olarak kabul edildi. Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi ve 517 kişiye idam cezası verildi. Yüzlerce kişi şüpheli bir şekilde öldü, resmi rakamlara göre 171 kişinin işkenceden öldü. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı; aralarında öğretmen, öğretim görevlisi ve hâkimlerin de bulunduğu 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.

Bu resmi rakamların dışında da çok sayıda ölüm ve kayıp olayı yaşandı. Gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan işkenceler altında da çok sayıda kişi ölürken bu ölümlerden kimisi doğal ölüm kimisi de intihar olarak raporlara geçti. Yine işkenceler altında çok sayıda kişi sakat kaldı.

Postmodern darbe: 28 Şubat

1990'lara gelinirken darbenin şekli de değişti. Daha önceleri tanklarla yönetime el koyan darbeciler, yaşanan değişime, dünya konjonktürüne ayak uydurarak silahsız darbeyle sivil hükümeti devirme yoluna gitti.

Refah Partisi'nin 1995 seçimlerinde en fazla oyu alarak birinci parti olması, darbeci zihniyeti bir kez daha harekete geçirdi. Toplumun özüne dönüşünü kabullenemeyen cuntacılar, İslami hassasiyeti olan bir partinin iktidara gelişini hazmedemeyerek irtica paranoyası oluşturmaya başladı. Açıkça İslam'a düşmanlık yapamayan bu zihniyet, İslam'a olan düşmanlığını İrtica adı altında ortaya koydu.

Refah Partisi'nin iktidara gelmesini engelleyemeyen darbeciler; basın, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları ve sendikaların da aralarında bulunduğu birçok kesimi yanlarına alarak hükümeti devirme planını ortaya koymaya başladı.

Darbeye giden süreçte halkın hazır hale getirilmesi için ilk olarak basın devreye sokuldu. İslami camiaları hedef alan basın kimi düzmece kimi de abartılı haberlerle halkta korku ve panik oluşturuldu. Özellikle başörtü üzerinden öğrenciler okullardan atılarak büyük bir kıyım başlatıldı.

"İrticayla mücadele eylem planı"nın hazırlandığı dönemde hükümet bypass edilerek askerler tarafından yüksek yargı mensuplarına brifingler verildi. Darbenin diğer ayakları olan sermaye ve sendikalar da harekete geçirilerek hükümeti devirme planı uygulanmaya başlandı. Basının verdiği haberler ve attığı manşetlerle halkın hazırlandığı postmodern darbenin finali 28 Şubat 1997’de gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısıyla yapıldı.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve çok sayıda siyasi ve milletvekilinin de destek verdiği darbede Refahyol Hükümetinin direnci kırılarak istifaya zorlandı. Buna rağmen darbecilere boyun eğmeyen hükümette değişiklik yaparak tansiyonu düşürme yoluna gitti. Yapılan planla Erbakan istifa edecek yeni bir Refahyol Hükümeti kurulacak ve başbakanlığa Tansu Çiller getirilecekti. Meclis çoğunluğunun koalisyon partilerinde olduğunu göstermek için milletvekillerinden imza alınıp deklare edilmesine rağmen darbecilerle beraber hareket eden Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini koalisyon partileri olan Doğru Yol Partisi ve Refah Partisinden birine vermedi. Ve böylece hükümet devrildi.

28 Şubat bilançosu

Darbeciler, hükümetin devrilmesiyle yetinmeyerek Refah Partisini daha sonra da onun yerine kurulan Fazilet Partisini kapattı. Sonraki yıllarda yaptıkları açıklamalarla, "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen darbeciler tarafından kurulan Batı Çalışma Grubu marifetiyle milyonlarca kişi fişlenerek sakıncalılar listesine alındı.

Ordu başta olmak üzere kamu kurum kuruluşlarında dindarlıklarıyla bilinen kişileri işten attı. Başörtülü öğrenciler üniversitelerden atılarak kamusal alan denilerek başörtüsü tamamen yasak hale getirildi. Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla imam hatiplerin orta kısmı kapatılırken, YÖK'ün katsayı uygulamasıyla imam hatip mezunlarının önü kesildi.

Kur'an kurslarına 12 yaş zorunluluğu getirilerek Kur'an eğitimine darbe vuruldu. Birçok yerde Kur'an kursları kapatılırken doğu ve güneydoğuda Kur'an dersi verilen camiler basıldı. Camilerde ders verdiği gerekçesiyle binlerce kişi cezaevlerine konularak ağır cezalarla cezalandırıldı. O dönem Kur'an okuması engellenen çocuklar sonraki yıllarda PKK'nin kucağına itilerek bölge savaş alanına çevrildi.

27 Nisan E-Muhtırası

2002'de yapılan ve AK Parti'nin iktidara gelmesiyle başlayan yeni dönemin asker tarafından hazmedilmediği hep söylene geldi. Sonradan ortaya çıkan belge ve bilgilerle de darbeci zihniyetin bu dönemde hiç boş durmadığı ve hep bir darbe arayışında olduğu görüldü. Ancak aralarında anlaşamayan ve komuta kademesini ikna edemeyen bu cuntalar, değişen dünya konjonktürünün de etkisiyle bir darbe gerçekleştiremedi. Fakat boş durmayan bu cunta yapısı alttan alta hükümete hep sorunlar çıkardı. Kamuoyuna çok yansımasa da hükümetin ilk yılları bu yapıyla mücadele içinde geçti. Bundan dolayı ilk yıllarda hükümet için "hükümete geldikleri ancak iktidar olamadıkları      " yorumları yapıldı.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin sona ermesiyle başlayan tartışma yeniden darbe söylentilerini gündeme getirdi. Kendilerini devletin gerçek sahipleri olarak gören darbeciler; siyasiler, basın, iş dünyası, STK ve sendikaları da yanına alarak AK Parti'nin adayı Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı seçtirmeme kararı aldı. Yapılan açıklamalarla yeni bir korku ortamı oluşturmaya başlayan cuntacılar, medyanın da desteğiyle hükümeti ve halkı yeni bir darbeyle korkutup sindirme harekâtı başlattı.

AK Parti adayının Cumhurbaşkanı seçileceğinin anlaşılması üzerine 27 Nisan 2007 tarihinde, saat 23.20'de Genelkurmay Başkanlığı sitesine konulan açıklama ile hükümete muhtıra verildi. İnternet aracılığıyla yapılan açıklamaya "e-muhtıra" adı verildi.

E-Muhtıra'da İslam düşmanlığı

Cumhurbaşkanı seçimleri için verildiği ifade edilen muhtırada, en dikkat çeken ayrıntılardan biri yapılan kutlu doğum etkinlikleri ve bu etkinliklere katılan kız çocuklarının başörtü takmalarına vurgu yapılması oldu. Bu vurgu darbeci zihniyetin asıl düşmanlığının İslam ve İslami şiarlara olduğunu bir kez daha gösterdi.

Halkın büyük desteğiyle iktidara gelen hükümet, muhtıra veren darbecilere direndi. Cuntacılara karşı ciddi bir tavır alan hükümet erken seçim kararı alarak darbecileri halkın desteğiyle hezimete uğrattı.

15 Temmuz cunta kalkışması

27 Nisan e-muhtırasının boşa çıkartılması ve sonraki dönemde başlatılan Ergenekon, Balyoz gibi davalar ve 12 Eylül ile 28 Şubat darbecilerin yargılanmasıyla darbe döneminin sona erdiği düşünülürken 15 Temmuz gecesi cuntacıları bir kez daha ortaya çıktı. Adeta 27 Mayıs cuntacılarını örnek alan cuntacıların darbe girişimi halkın büyük bir direnişiyle akim kaldı.

Komuta kademesini yanlarına alamayan alt rütbelerdeki general ve subaylar tarafından oluşturulan ve kendilerine "Yurtta Sulh Komitesi" adını veren cuntacı grup, darbenin öğrenilmesi üzerine erken harekete geçmek zorunda kaldı. İlk olarak Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere karargâhlarda darbeye destek vermeyen komutanları rehin alan cuntacılar, saat 22.00 sıralarında harekete geçti.

İstanbul'da köprüleri tanklarla kapatan cuntacılar, İstanbul ve Ankara'da valilikler ve polis merkezleri başta olmak üzere kamu kurumlarını ele geçirme harekâtı başlattı. Tankların yanı sıra savaş uçakları ve helikopterlerin de kullanıldığı darbe girişiminde ilk defa TBMM ve kamu kurumları bombalandı, halka ateş açıldı.

Cumhurbaşkanına saldırı

Halka yönelik acımasız bir saldırı başlatan cuntacılar, Cumhurbaşkanını diri veya ölü olarak ele geçirmek üzere saldırı Marmaris'te Cumhurbaşkanının kaldığı otele saldırı düzenledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan kendi ifadesiyle saldırganlardan 15 dakikalık farkla kurtuldu. Saldırıyı atlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, halkın cuntacılardan temizlediği İstanbul Atatürk Havaalanına indi.

Sokaklara çıkan halk tankların önüne yattı

Devlet kurumu olan TRT'yi basarak darbe bildirisi okutan cuntacıların hesap edemediği şey sadece TRT basılarak darbenin gerçekleştirilemeyeceğiydi. 60 ve 80 darbelerinde TRT'nin tek bilgi kaynağı olduğu dönem sona ermiş, onlarca televizyon kanalı, internet sitesi ve sosyal medya platformu olanları halka canlı canlı aktarıyordu. Bu da darbecilerin planlarını bozdu.

TRT'nin cuntacıların işgalinde olduğu saatlerde özel televizyon kanallarına bağlanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım, darbeyi tanımadıklarını açıklayarak halkı sokağa çıkmaya ve darbecilerin önünde durmaya davet etti. Çağrıya olumlu çağrı veren halk 81 ilde sokaklara akarak tankların önüne dikilince darbeciler ne yapacaklarını şaşırdı. Halkın tankların önüne yatması ve açılan ateşe rağmen dağılmaması sonucu panikleyen darbeciler bir yandan halkı tararken diğer yandan TBMM, MİT, emniyet binalarını bombalamaya başladı.

Halkın farklılıklarını bir yana bırakarak siyasilerle beraber darbeciler karşısında birleşmeleri ve ordunun darbeye karşı olan bölümü ile polisin mücadelesi sonucu darbe girişimi sabah saatlerinde sonuçsuz kaldı.

Ancak darbe girişimi ardından acı bir tablo bıraktı. İlk defa halka ateş açılan darbe girişiminde 62'si polis, 5'i asker, 173'ü sivil olmak üzere 240 kişi hayatını kaybetti, bin 535 kişi de yaralandı. Tedavileri devam eden yaralılardan yaklaşık 100'ünün durumunun ağır olduğu belirtildi. Yaşanan çatışmalar sonucu cuntacı olduğu belirtilen 24 kişi ölü, 50’si de yaralı olarak yakalandı.

Darbe sonrası yaşananlar ve OHAL

Darbenin püskürtülmesinin ardından harekete geçen hükümet, ilk olarak darbeye karıştığı veya ilişkisi olduğu tespit edilen asker, polis, yargı mensubu ve bürokrasinin diğer kademelerindeki idarecileri ve memurları yakalayarak yargı önüne çıkardı.

Bu kapsamda şimdiye kadar 115'i general, bin 350'si subay, 4 bin 854'ü diğer askeri personel olmak üzere 6 bin 319 asker gözaltına alındı. Gözaltı işlemleri tamamlanan bin 600'den fazla kişi tutuklandı.

Emniyette başlatılan operasyonda ise aralarında üst düzey amirlerin de bulunduğu 210 kişi gözaltına alındı, yüzlerce kişi açığa alındı. Diğer bir operasyonda yargıda başlatıldı. Sayıları binleri bulan savcı ve hâkim açığa alınırken aralarında Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de bulunduğu çok sayıda yargı mensubu hakkında gözaltı kararı alındı.

Kamuda başlatılan soruşturma sonucu çoğu milli eğitimde olmak üzere 50 bini aşkın kamu personeli açığa alınırken, MGK ve Bakanlar Kurul toplantısının arından 3 ay süreyle OHAL kararı alındı. Bu süre içinde Kanun Hükmünde Kararnamelerle bu sürecin daha hızlı bir şekilde sonuçlandırılması hedefleniyor.

Cuntacılar kimlerden oluşuyor

Bütün bu işlemler sürerken araştırılan bir diğer şey ise darbe girişiminin kim veya kimler tarafından gerçekleştirildiği, cuntanın kimlerden oluştuğu oldu. İlk andan itibaren darbe girişiminin “Fethullahçı yapı/FETÖ/Paralel Devlet Yapılanması” tarafından gerçekleştirildiği dile getirildi. Ancak tartışılan şey söz konusu yapının bu girişimi gerçekleştirirken içeride ve dışarıda kimlerle nasıl ittifaklar kurduğu oldu.

Bu yapının içeride Kemalist'inden başlayarak AK Parti karşıtı tüm kesimlerle ittifaklar kurduğu belirtilirken, dışarıda ise başta ABD olmak üzere bazı NATO ülkeleriyle bağlantılı hareket ettiği ifade edilmeye başlandı. Tüm bunlara rağmen başlatılan soruşturmalar sürerken, zaman içinde birçok şeyin daha da netleşmesi bekleniyor.

Darbelerin dış bağlantıları

Atatürk ilke ve inkılaplarından uzaklaşılması ve Cumhuriyeti koruma gerekçesiyle harekete geçen cuntacılar, sonraki yıllarda yapılan darbelerde de meslektaşlarına hep bu gerekçeyi miras olarak bıraktı. Ancak hep aynı gerekçeleri kullanan darbecilerin dış bağlantıları hep sorgulandı. Resmi olarak kimse dış bağlantıyı kabul etmese de yaşanan gelişmeler ve sonradan ortaya çıkan diyalog ve gelişmelerle birçok darbenin arkasında ABD ve NATO'nun olduğu biliniyor.

1980 müdahalesinden sonra darbenin ABD Başkanı Jimmy Carter'a "bizim çocuklar işi bitirdi" ifadeleriyle bildirilmesi ABD'nin darbedeki rolünü açıkça ortaya koymuştu.

15 Temmuz darbe girişiminde başta ABD olmak üzere bazı ülkelerden gelen ilk açıklamalar bu ülkelerin darbeye destek verdiği şeklinde yorumlandı. Kalkışmanın ilk anında açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı, darbeye karşı tavır aldıklarını dile getirmek yerine cuntacıları cesaretlendirici açıklamalarda bulundu. ABD'li Bakan, cunta komitesinin adı olan "Yurtta Sulh Komitesi"ni çağrıştıracak şekilde Türkiye'ye yeniden barış/sulh gelmesi temennisinde bulunurken, bazı AB ve NATO üyesi ülkeler de yaptıkları açıklamalarla adeta "bekle gör" politikası izledi. Yapılan açıklamalar 15 Temmuz cuntasının bu mihraklarla beraber hareket ettiğini ortaya koydu.

Darbelerdeki İslam düşmanlığı

Cumhuriyet dönemi darbelerin hemen hemen hepsi İslami değerlere yönelik olarak gerçekleştirildi. 1960 darbesi başta olmak üzere tüm darbelerin ana hedefi İslami gelişmeler oldu. Her ne kadar başka sebepleri olsa da 60 darbesinin asıl nedeni ezanın yeniden Arapçaya çevrilmesi olarak kabul ediliyor. Sonraki yıllarda yaşanan her İslami gelişme darbelere gerekçe olarak gösterildi. Hatta 1980 darbesi için yaşanan kaos ortamı öne çıkarılırken, darbeciler sonradan yaptıkları açıklamalarda Konya'da yapılan İslami temalı mitinge dikkat çekmişlerdi. 28 Şubat post modern darbesi ve 27 Nisan e-muhtırasındaki İslam düşmanlığı daha belirgin olarak görüldü.

Darbenin sivil uzantıları

1960 darbesi başta olmak üzere Cumhuriyet dönemindeki darbeler askerle tarafından gerçekleşse de hepsinin sivil uzantıları oldu. Hatta 1960 darbesinden sonra ne yapacağını çok da bilmeyen cuntacılara akıl verip yönlendirenler, üniversiteler ve hukukçular oldu. Basın darbeyi halkın nezdinde meşrulaştırmak için yayınlar yaparken sermaye ise darbecilerin finans kaynağı oldu. 60'ta kısmen de olsa daha sonraki darbelerin önemli ayaklarından birini STK'lar oluşturdu.

15 Temmuz yeni bir milat oldu

Dünyanın çeşitli coğrafyalarında, farklı zaman dilimlerinde emperyalist güçlerin siyasal ve ekonomik oburlukları nedeniyle dünden bugüne sayısız askeri darbeler yapıldı. Başta ABD ve NATO olmak üzere darbe süreçlerini besleyen emperyalistler, milyonlarca insanın büyük acılar çekmesine yol açtı.

15 Temmuz Cuma akşamı Türkiye’de yaşanan darbe girişimi yeni bir milat oldu. Müslüman Türkiye halkı geçmişte yaşanan askeri darbelerin oluşturduğu tahribatı iyi tecrübe ettiğinden, aynı acı ve mağduriyetleri yaşamamak için büyük, izzetli, onurlu bir tavır sergiledi. Bu duruşuyla topraklarını ve iradesini esir almak isteyen başta ABD olmak üzere emperyal zihniyete ve onun yereldeki cuntacılarına büyük bir mesaj verdi.

15 Temmuz, geleceğe dönük her yönüyle yeni ve umut dolu bir sayfa açtı. Halkın direnişi, hayata tutunmak için tankların paletleriyle mücadele etmesi, jetlerin bombardımanına rağmen meydanları terk etmemesi, gelecek nesillerin gururla konuşacağı, okuyacağı bir tarih yazdı. Bu yönüyle 15 Temmuz, Türkiye’deki tüm darbe süreçlerinden daha farklı bir konumda yer aldı. Askerin postallarının değil, halkın direnişinin konuşulacağı bir darbe süreci istikbale miras kaldı. (Mehmet Fırat Han - İLKHA)


 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.