Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Son dönemin siyasi yapısı -2

Son dönemin siyasi yapısının en önemli vakalarından biri, İslami kesimlere yönelik ‘gericilik’ ithamıdır. İslam kazandı. Müslümanlara ‘gerici’ diyenler kaybetti. Dün o ithama takılıp kalmak problemliydi. Bugün ise o ithamı gündemde tutmak ve o ithamda bulunanların yenilgisini ifşa etmek elzemdir
Üç kez peş peşe ‘Gerici, Gerici, Gerici’ ‘Yobaz, Yobaz, Yobaz’ ‘İrtica, İrtica, İrtica’ diyelim. Gözümüzün önünde kesinlikle bir Müslüman manzarası belirecek, hayalimizde İslam’a ait simgeler yer alacak hatta ‘Yobaz’ bir yana, üç kez peş peşe ‘Meczup’ diyelim, bu kelimenin de en olumsuz anlamıyla gözünüzün önünde İslami simgeleri taşıyan kişileri getirdiğini göreceğiz.

Kendi kendimizle yaptığımız bu basit deney neden hep aynı sonuçları veriyor? ‘Gerici’ deyince hayalde neden hep İslami simgeler beliriyor?
İnsanlığın o olmadan asla ulaşamayacağı insani değerleri daha 1400 yıl önce insanlığa sunan bu muazzam din, gerici olur mu hiç? Asla...
Ama son dönemin ‘Sen tekrarlamayı bil, toplum algısı o yönde oluşur’ esasına dayalı siyasi propagandası o hayali inşa etmeyi başarmıştır. Bizdeki bu kötü hayal, o kötü propagandanın ürünüdür.
‘Son dönem’ diye başlığa aldığımız modern çağın siyasi yapısını belirleyen en önemli olaylardan biri ‘Gericilik’ kavramının üretilmesidir.

Modernitenin köklerini gözlemeye yönelik bu kampanya hem Batı’da hem İslam dünyasında bir eski-yeni kutuplaşması oluşturdu.
Modernizm çağında ‘eski’ daima en büyük düşman, ‘yeni’ tek kurtarıcı ilan edildi. Eski; kötüleştirildi, ötekileştirildi, düşmanlaştırıldı. Yeni; sempatikleştirildi, yakınlaştırıldı, ‘kurtarıcı melek’ ilan edildi.
Bir değerin ‘eski’ olması, onun ‘kötü’olması için yeterli bir sebeptir; yeni olması da daha üstün olması için yeterdi.
Sözde insan aklının üstünlüğünü dünyaya kabul ettirmek isteyen, hatta akılcılık iddiası üzerinden Allah inancına savaş açmak kadar haddini aşan bu kampanya hem bağımsız gerçek hem de kendi gerçeği açısından akıl dışıdır, tutarsızdır, bütün dünyayı kaplayacak kadar büsbüyük bir yalandır.

Bağımsız gerçek açısından akıl dışıdır, tutarsızdır, yalandır. Çünkü temel insani özellikler için eskimek söz konusu olmadığı gibi temel insani değerler içinde eskimek söz konusu değildir.
Kendi gerçeği açısından akıl dışıdır, tutarsızdır ve yalandır. Çünkü ‘eski’ diye İslami değerlere savaş açan, İslam âlimlerini gerici diye etiketleyen bu kampanya, İslam’dan yüzyıllar önceki eski Yunan felsefesini ve İslam âlimlerinden yüzyıllar önce yaşamış eski Yunan filozoflarını kutsuyor. Eski Yunan felsefesini ‘akıl’, eski Yunan filozoflarını da ‘aklın mutlak sahipleri’ ilan ediyor.
Bu olabildiğine kolayca görülebilecek bir çelişkidir. Ama propaganda rüzgârının kaldırdığı toz görüntüyü bozuyor, insanları yanlış yollara saptırıyor.

Batı’da uzun bir çatışma sürecinin ardından Katolik Kilisesi ile uzlaşmaya varan modernistler, ‘din’ adına asıl düşman olarak İslam’ı ilan ettiler. Onlara göre ‘din’ çağı geçmişti, ideoloji çağı gelmişti ve onların propaganda pratiğinde dinin tek temsilcisi İslam’dı.
Bu aslında İslam’ın son din olduğunun, Ahir Zaman dini oluşunun açık bir zaferidir. İslam’ın hak oluşunu, bir daha ispatlayan bir mucizedir. Hz.Muhammed Mustafa’nın (SAV) son peygamber olduğunu duyuran bir mucize… Ama bu hakikat, İslam’ın taraftarlarının kurumsuz (organizesiz, teşkilatsız) olmalarından dolayı propaganda dalgaları içinde kaybolup gitti.
(Çünkü kurumsuz bir hakikat, sahipsiz bir sermaye gibidir. O, ya arada kaybolur gider ya da başkaları ondan işe yarayan kısmı alır, bizzat o hakikatin aleyhine o hakikatin sahiplerinin aleyhine kullanır.)

BU KAMPANYA HEPİMİZİ ETKİLEDİ
Dünya iktidarını hedefleyen uluslararası güçlerle işbirliği yapıp İslam dünyasında İslam’ı eski-geri, İslam’a sahip çıkmayı da gericilik-yobazlık diye sunanların halka yönelik propagandalarında manevi değerler asla ciddi bir şekilde tartışma konusu yapılmadı. Onlar böyle bir tartışmanın kendi aleyhlerine olacağını bildiklerinden ona yanaşmıyorlar, manevi değerlere sahip çıkanlarla sürekli alay ederek onları iftiralarla gözden düşürerek bu cephede sadece saldırıdan oluşan bir mücadele stratejisi yürütüyorlar. ‘Dindarı yıprat ki din gözden düşsün, dindarla alay et ki din ciddiye alınmasın, dini simgeleri öylesine alay konusu et ki kimse onları tartışmaya cesaret etmesin’ projesi doğrultusunda dilediklerini fazlasıyla elde ediyorlar.

Propagandanın bu yanı cahil bırakılmış halk üzerinde çok etkili olduysa da İslami şuura sahip olanlar kendilerini genel olarak onun etki alanının dışında bırakmayı başardılar.
İslami şuura sahip olanları da etkisi altına alan, modernist propagandanın bilimsel ve teknik gelişme ile ilgili yanıydı. Onlar bu alanda sürekli ortaya savlar attılar, İslami şura sahip olanlar da kendilerini bir şeyler üretmek zorunda hissettiler.
Bir propagandadan etkilenmenin iki yolu vardır. Birincisi, propagandanın doğrudan hedefine ulaşması… Örneğin, İslam’dan uzaklaştırması… İkincisi, propagandanın hedefine koyduğu kitlenin önderlerinin gündemini saptırması, onların kendilerini sağlıklı bir ortam içinde ifade etmelerini engellemesi, onların dingin bir ruh hali içinde imkânlarını amaçları doğrultusunda kullanmasının önüne geçmesi... Böylece onlarla amaçları arasına engel inşa etmesi… Bir propagandayı üretenler, bazen bu ikinci hedefi biricisinden daha çok önemserler.

‘Gericilik’ ithamı, Müslümanlar üzerinde o kadar yoğun o kadar tahrip edici bir boyuta ulaştı ki neredeyse her Müslümanın davranışını ‘kabul’ veya ‘tepki’ anlamında belirleyecek duruma geldi.
İslami ilim ve şuurdan yoksun kitleler, onların alaycılık cephesinden etkilenerek İslami simgeleri taşımaktan utandı. İslami kıyafeti, İslami selamı, İslami oturuş-kalkışı ‘Gericilik’ olarak, ‘eski kalmak’ olarak gördü. Kendi yaşam tarzını değiştirdiği gibi İslam’ın toplumları kalkındırma kabiliyetini de sorgulamaya başladı.

‘GERİCİ DEĞİLİZ’ ÇIĞLIĞI
İslami şuura sahip olanlar ise var güçleriyle İslam’ın gerici olmadığını ispat etme çabasına yüklendiler. ‘Saldıran daima güçlüdür, savunan daima zayıftır’ diye güçlü bir iddia vardır.
‘Gericilik ithamında bulunan uluslararası güçler ve onların yerel uzantıları bu propaganda sürecinde ‘merkez’, ‘gündem belirleyen ve gündem yöneten güç’ konumunda kalırken İslam’a hükmedenler, ‘merkez dışı’’, ‘gündemi takip edenler’, ‘gündemi yakalamaya çalışanlar’ konumunda kaldılar.
Bu süreçte Müslüman kesimlerden ‘iman’ üzerine odaklananlar adeta bütün sosyal hayata sırtlarını dönerek
1. İslam’ın gerçek bilimle çatışmadığını,

2. İslam’la çatıştığı halde bilimsel gerçek diye sunulanların aslında bilimsel gerçek olmadığını, ‘sahte, uydurma bilgi’ olduğunu ispatlamak için imkânlarını seferber ettiler. Pek çok yönden büyük hizmetler yaptılar ama hem sosyal sorunların dışında kaldılar hem de bilim gibi bir değişkenle İslam gibi mutlak bir hakikat arasında uyum aramaya kalkışmak gibi bir çelişkiyle düşmanın yıpranmışlığını yaşadılar. Bu konuya duydukları ilgi, onları ümmetin pek çok sorununun dışında bıraktı. Hatta haber alma ve derdiyle dertlenme anlamında onları ümmetten kopardı demek bile mümkündür.
Bu süreçte siyasi ve sosyal problemler üzerinde odaklananlar ise bütün imkânlarını, ‘Bu memleketi dindarlar yönetirse memleket geri kalır’ iddiasını çürütmek için harcadılar. Toplumun zihninde bu yönde oluşturulan kuşkuyu izale etmek için ;
İslam’a karşı olanlar bir kalkınma projesi öne sürdülerse onlar üç proje öne sürdüler. Bir zaman diliminde veya yerel bir birimde yönetime geldiklerinde başkaları ekonomik kalkınma için bir adım attılarsa onlar beş adım attılar.

Bununla kendilerini hem devlet idaresine hem de topluma kabul ettireceklerini düşündüler. Çünkü son iki yüzyılda İslam dünyasında dış güçlerin desteğiyle yaptırılan ihtilal daha çok ‘sosyal’ bir ihtilaldi. Bu sosyal ihtilalin dış sahipleri ve onların yerel uzantıları, dindar siyasi kurumlar maddi alan içinde kaldıkça onlardan daha az rahatsız olurlardı. Bunun yanında manevi yeri olanlar, bir de maddi kalkınma sağlarlarsa ‘toplum bir daha bizden vazgeçmez’ diye hesapladılar.
Pek çok yönden haklıydılar ve bu yönde çok büyük başarılar da elde ettiler. Dindarların yönetimindeki bir memleketin maddi yönden geri kalmayacağını, dindarlığın geri kalma nedeni değil, kalkınma vesilesi olduğunu ispatladılar.
Ama bu alana öylesine takılıp kaldılar ki onların ilk hareket noktasında maddi kalkınma, manevi kalkınmanın önünün açılması için bir araç iken bir tür tebliğ yöntemi iken tepeye tırmandıkça manevi projelerin neredeyse tamamen dışında kaldılar.

Gün geldi ‘Kültür bakanı’ yapılacak, bu alanda adam akıllı projeler üretecek bir adam bulmakta güçlük çektiler veya isteksizlendiler. Yıllardır toplumu bazen gevezeliğe, ‘müzik’; sosyetenin salon şarlatanlığına, ‘tiyatro’; maneviyata karşı savaş açan propagandistlerin görsel etkinliğine, ‘sinema’ demeye devam ettiler, ona milyarlar akıtmayı sürdürdüler. Vakanın en acı yanı bunu neredeyse toplumun maneviyatına saygı, sosyal ihtiyaçlara yatırım diye sundular. Gericilik ithamına karşı mücadeleyi tam da kazanmışken bu ithamdan kurtulma yönünde gereksiz yeni bir çaba içine girdiler. O ithamdan kurtulmayı manevi değerlerden taviz vermekte gördüler. Bu yönde resmen telaşlı bir çaba içine girdiler. ‘Bakın biz de size benziyoruz, gerici değiliz. Siz kimi seviyorsanız biz de onları seviyoruz, kimi alkışlıyorsanız biz de onları alkışlıyoruz’ gibi garip bir hal içine girdiler.

Akıllara zarar bir vaziyet! Dün her tür fuhşiyatın içinde olan değeri bugün de görmeye devam ediyor. Ne onların maddi kazancında ne de onlara duyulan ilgide bir geri gidiş oldu. Daha da kötüsü, yarın bunun değişeceğine dair bir umut da yok.
Çünkü maddi kalkınmaya odaklananlar, Müslümanların toplumu maddi yönden geri bırakmayacağını ispatlayanlar, İslami sosyal projeler, özgün manevi kalkınma girişimleri geliştiremediler.
Onların ekonomik kalkınma projeleri ellili yaşlara merdiven dayadı, manevi projeleri ise henüz iki yaşını bile doldurmadı. Üstelik bu manevi projelere zarar verecek ‘modern’ sosyal projelerde de hiçbir aksama yok, hatta onlara daha çok yatırım yapılıyor iddiaları bile var.

Müslümanlar, elbette birbirlerinin iyiliklerinin ortağı oldukları gibi, bir şekilde birbirlerinin eksikliklerinin de ortağıdırlar. Burada tek amaç, bir önceki aşamayı olabildiğince doğru görmek ve ondan daha üstün bir aşamaya, daha verimli bir sürece geçmektir.

Bugün ‘gericilik’ ithamında bulunanlar hem bilimsel teori hem toplumsal pratik hem de kendilerinin topluma verdikleri açısından ağır bir yenilgiye uğradılar. Bunun için ‘gericilik’ ithamından geri çekiliyorlar. Gündemi başka alanlara kaydırmaya çalışıyorlar. Dün gericilik tartışmasına takılıp kalmak ne kadar problemli ise bugün bu tartışmayı yeniden oluşturmak, o ithamda bulunanların yenilgisini ifşa etmek, onları bu tartışmanın içinde tutmak o kadar karlıdır, verimlidir.
Siyasette alternatif olmak, hem maddi hem manevi yönden topluma umut vermektir
Siyasette alternatif olmak, maddi kalkınmanın manevi kalkınma için bir araç oluşu ilkesinden asla vazgeçmemektir.
Siyasette alternatif olmak, maddi kalkınma ile manevi kalkınma arasında bir çelişkinin olmayabileceğini göstermektir.
Böylece hayatı gerçek anlamda dengeye kavuşturmaktır.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.