Mehmet İkbal ATAK

Mehmet İkbal ATAK

“TopSakal Çetesi” tasfiye edilmedikçe…

TopSakal Çetesi”ni, elebaşını, Yusuf Gezgin’le başlayıp belki de Jozef’le bitecek kod isim silsilesini ayrıca irdelemeye gerek yok sanırım. Bozuk üslubuyla, klişe nitelendirmeleriyle gizlenmeyi başaramayan “TopSakal Çete Reisi” düzinelerce isimle seyreden “kripto siyonist” tadındaki analizci çıkışlardan sonra şimdilik soluğu “fitne atölyesi”nde alabilmiştir.

Takip edenler bilir, “TopSakal Çete Reisi”nin şöyle bir halet-i ruhiyesi bulunmaktadır. Gerçek ismiyle yazdığı yazılarında birçok konuda toplumsal barışı önemseyen, yasakçılığa karşı çıkan, hakları çiğnenen kesimleri gözeten bir portre sergilemekte. Kalleşlik kokan lakaplarla yazdıklarında ise faşizan duyguları siyonizmin bölgesel konjonktürüyle harmanlayan bambaşka bir portreye imza atmaktadır ki adeta gerçek isimle yazdıklarında savunduğu bazı olumlu çıkışlarını dengeleme yöntemini izlemektedir.

Yine takip edenler bilir, en son kepenklerini açtığı “fitne atölyesi”nde belli bir süre ifrazat tadındaki yazılara ara vermiş, bunu da “Bazı dostların tavsiyesine” bağlamıştı. Ancak son zamanlarda fitne üretimine yeniden yönelerek çok farklı lakaplarla biriken kinini kusma gereği duymuştur. “Fitne atölyesini” yeniden açmasında kuşkusuz iki önemli etken sebep olmuştur.

Bunlardan bir tanesi, SBS sisteminde yapılan değişiklikle dershanelerin kapatılma konusunun yeniden gündeme oturması; diğer etken ise Gezi üzerinden başlayan hükümet karşıtı organizasyonun yerel seçimlerde “İstanbul’un fethine” dönük formül bulma arayışlarında “Okyanus Ötesi” damarın kesin gözüyle bakılan katkısı teşkil etmiştir.

Malumunuzdur, “Okyanus Ötesi” damarın “7 Şubat Post-yargı darbe girişimi”nden başarısızlıkla çıkması, “SS Kıtalarına” dönüştürülen Emniyet istihbarat ve bürokrasinin üst kademelerinde elde ettiği nüfuzun törpülenmesini beraberinde getirdi. “Darbe teşebbüsünü” ağır zayiatlarla ödemek durumunda kalan “Okyanus ötesi” bir bütün olarak başarısız darbe girişiminden etkilenirken nispeten acısını içine gömmeyi kabullendi, ancak Emniyet istihbaratında “yavru kurtlarının” tükenişini içi yanarak seyreden “Çete başı”, bu mağlubiyeti bir türlü kabullenemedi. Bunun yanında içindeki katmerli kinini dışa vururken kullandığı küfürlü sözlerinin akademik kariyerine mal olması, ayrıca hükümete karşı şahsi husumet geliştirmesine de yol açtı.

Ergenekon’un sindirilmesi sürecinde tevdi edilen “değnekçilik” görevini yürütürken “Çete başı” ve bilumum tebaası, “değnekçilikten” kaynaklanan bir takım bürokratik konumlarla teşvik edilirken, onlar kendilerini devletin tapusunu devralan sahipler olarak görmeye başladı. Ergenekon üzerinden “değnekçilikten devletçiliğe” terfi ettiğini zanneden “Çete”, siyasi iktidara vesayetçilerin biçtiği “geçicilik” rolünü uygun görmeye başlamışlardı. Bu nedenle siyasi iktidara karşı tavırları daha ziyade tavsiyeyle karışık buyurgan bir seyir izlemekteydi.

Mesela “TopSakal Çete Reisi”nin Aralık 2010’da kaleme aldığı “Hizbullah AKP’ye Nüfuz Etmeye Çalışıyor!” başlıklı yazı, adeta AKP’ye ültimatom niteliğindeydi. Gerçek ismiyle bölgeye gelip seçim öncesi izlenimlerini okuyucuya aktarırken, çakallık andıran takma ismiyle şunları yazıyordu:

***

“Hizbullahta son zamanlarda ciddi bir hareketlenme, canlılık var. İran’la yakın temas içinde olarak sahalara inen, liderleri düzenli olarak İran’a gidip gelen yeni Hizbullah toplum içinde hızla örgütleniyor. İslam karşıtı her malzemeyi, her kutsal günü gösteri yapmak ve taban genişletmek için bir fırsat görüyor… Hizbullah bu kalabalıkları kendi gücü, tabanı gibi gösterme eğiliminde. Son zamanlarda bu kalabalıklardan hareketle siyasete ısınmaya başladı. Bu konuda örgüt içinde iki ayrı görüş var.

Birinci görüş: Aynen  PKK-BDP’de olduğu gibi bağımsız adaylarla meclise adam sokma yönünde. Bence bunda bir problem yok…

İkinci görüş ise topladıkları kalabalıklardan hareketle bölgede mevzilerini BDP’ye kaptıran AKP ile pazarlık yaparak, seçime AKP üzerinden girme ve milletvekili kontenjanı koparma. İnanmak istemiyoruz ancak bu doğrultuda AKP yöneticileri ile Hizbullah öncüleri ve Hizbullah’ın dernekleri arasında görüşmeler yapıldığını, AKP’nin bu kesime bölgede milletvekili kontenjanı vereceğini duyuyoruz.

Eğer bunlar doğru ise AKP ateşle oynuyor ve büyük risklere giriyor demektir.”

***

Aslında “İkinci görüş”te dile getirilen olasılık hiçbir zaman olmamıştı. Tamamen kurgu olduğu gibi, buyurgan üslubu aslında Hizbullah’tan ziyade AKP’yi “uyarma” ve ayar çekme üzerine kuruluydu. Çünkü kendileri patron koltuğundaydı ve AKP onlara göre sadece “mevsimlik işçi”ydi. Mevsimlik işçinin haddine miydi patrona kafa tutmak?!

Ve Eylül 2013! “Sıcak Eylül” senaryolarıyla eş zamanlı açılan “fitne atölyesi”, herhalde “Eylül ateşini” harlamaktan da geri durmayacaktı.

Bu kez farklı bir lakapla “Çete başı”nın kaleminden ilginç cümleler dökülüyordu.

“2013 SONU: KCK SERHİLDANI, DHKP-C‘NİN ALEVİLERİ KIŞKIRTMASI VE HİZBULLAHI’IN MEYDANLARA İNME ÇAĞRISI” başlığıyla çizilen tablo tamamen felakete adanırken aslan payının Hizbullah’a çıkmasının bambaşka anlamları olacaktı:

***

Şöyle yazıyor “Çete başı”:

“Gelinen karanlık noktada görünen şu ki KCK’ya hâkim beyin takımının gündeminde çözüm ve müzakere yok. Aksine, KCK –PYD-SAVAK ve Muhaberat ittifak halinde Sonbaharda “Serhildan” için gerekli tüm hazırlıkları, saha çalışmalarını devam ettiriyor…

Ancak gündemde bir başka hareketlilik daha var ki bölge halkı için tehlikeli günlerin çok yaklaştığını haber veriyor. Hizbullah!..

Evet, Dicle Üniversitesi hadisesiyle son aylarda kendini ve bölgedeki varlığını haykıran Hizbullah, yeni dönem için “meydanlara inmeli” çağrısı yaptı…

Hizbullah, Huda-Par şemsiyesi altında hem siyasi hem ideolojik çalışmalarına örgütlü bir şekilde aylardır devam ediyor. Çeşitli mitingler, sempozyumlar vasıtasıyla bölgede yeniden alan parsellemeyi başardı. Hizbullah’ın İran’daki beyin takımı ve İran ile derin bağları gizli değil..

Esed’in kanlı müttefikleri İran ve Lübnan Hizbullah’ıyla, Türkiye’deki Hizbullah birimleri arasında ciddi bağlantılar olduğu halde, Hizbullah’ın Rojava-PYD bağlamında örgüte açıktan cephe aldığı görülüyor…

Mustazaf-Der ve Hizbullah davalarını sıklıkla işleyerek hem güvenlik güçlerine hem devlete karşı tabanında hassasiyet oluşturmaya çalışıyor… PKK’nın camilere ve dernek binalarına karşı saldırıları ve esas itibariyle ODTÜ hadisesi, Hizbullah’ın alanlara inmesi için gerekli tüm veriyi zaten sağlamış durumda…

KCK‘nın Serhildan hazırlıkları, DHKP-C‘nin Alevileri kışkırtarak çıkartmaya çalıştığı mezheb çatışması ve Hizbullah’ın meydanlara inmeli çağrısı beraber değerlendirilince, bölgeyi ve ülkeyi bekleyen kanlı günlerin boyutu daha net anlaşılabilir…

Hâsıl-ı kelam, ertelenen Suriye müdahalesiyle beraber Türkiye, bumerang cehennemine çekilmek isteniyor…

Sürecin tezvirat odaklı gaflete tahammülü yok, daha öncesinde yapıldığı gibi, Suriye ve açılım bahanesiyle tasfiyeler yapmak yerine, bu işin arkasına düşecek Terör ve İstihbarat birimleri takviye edilmeli.”

***

Yazı oldukça uzun. Öyle başlığına bakıp aldanmayın. Birçok örgüt ismi zikredilmiş, ancak yazının dörtte üçü Hizbullah ve Hüda Par’a ayrılmış. Ayrıca “ne lüzumu var” şu “TopSakal Çete Reisi”ni bu denli irdelemeye de demeyin. Çünkü asıl hedef ve projelere bu çevrenin “takiyyeci medyası” yerine ancak “TopSakal Çete” vasıtasıyla vakıf olma şansına sahipsiniz.

Gelelim yazının şekl-u şemaline! Önümüzde yerel seçimler var. Bu saatten sonra yazılıp çizilen her satırın mutlaka yerel seçim stratejileriyle doğrudan bir ilişkisi bulunmaktadır. “TopSakal Çetesi” Gezi üzerinden seçimlerde siyasi iktidara ayar çekme moduna geçip ismi gündemden düşmeyen İstanbul adayının arkasında dururken, felaket tablosu üzerinden Hüda Par’ı diline dolaması, elbette AKP’ye kıyak geçmekle ilgili değildir.

Daha önce bölgedeki İslami camia için bir tür karantina anlamına gelen “kontrollü demokrasi” formülünü tedavüle sokan “Çete”nin nazarında Hüda Par veya temsil ettiği İslami akım; PKK-BDP’den daha tehlikelidir ve mutlaka önünün alınması gerekmektedir. Hatta önünün alınması meselesi, salt “TopSakal Çete”nin sıradan bir hevesi olmayıp, ilham aldıkları “Pir-i Fani”lerin uzak diyarlardan “Hizmete özel” ilettiği en önemli direktifler arasındadır.

Tıpkı Gezi sonrası yıldızı parlayan medyatik adayı aba altındaki sopaya dönüştürüp İstanbul’da hükümete karşı şantaj yapma yönünde aldıkları direktif gibi…

Şimdilik “Hüda Par tehlikesini” Mehmet Göktaş Hoca’nın yazısında kullandığı “Meydanlara inmeliyiz ve bir daha içeri girmemeliyiz!” başlığı üzerine oturtmaktan başka mantıklı bir gerekçe bulamayan “Çete”, aslında tüm meramını yazının son cümlesiyle ifade etmiş oluyor.

Kesintiye uğrayan “paralel devlet” çalışmalarını kemale erdirmek için seçimler vesilesiyle İstanbul üzerinden hükümete şantaja yönelen “TopSakal Çetesi”, Hüda Par üzerinden ise hükümeti etkileyecek korku tablosu oluşturarak kovulan “SS Kıtalarının” yeniden işbaşı yapmasının imkânlarını araştırıyor.

Yine her şeyi İran bağlantılı gösterme çabası vardır ki burada hükümeti uyarmaktan ziyade, hükümet üzerinde baskı unsuru olabilecek siyonist ve NeoCon kliklerine doğrudan mesaj verme çabası öne çıkıyor. Hükümetin ağır toplarını ve MİT Müsteşarını “İrancı” diye Netanyahu ile eş zamanlı damgalayan bu çetenin “İrancılık” üzerinden hükümeti uyarması düşünülemeyeceğine göre, medet umdukları geberesice odakları uyarma görevi yürüttükleri gerçeği kendiliğinden ortaya çıkıveriyor.

Kısacası felaket tablosu çiziliyor; “Pir-i Fanilerin” direktifi doğrultusunda Hüda Par felaket tablosunun ortasına yerleştiriliyor; hükümetin felaket tablosunun önüne geçmek için terör ve istihbarat birimlerini, kovulan “TopSakal Çete” bağlantılı “SS Kıtaları”na devretmesi isteniyor; İran bağlantısına özel vurgular yapılarak siyonist-NeoCon’cular vasıtasıyla “hükümet, adım at” baskısı oluşturulmaya çalışılıyor.

Hükümete yaptıkları “darbe girişimi”, hükümeti sandığa gömmek için başvurdukları şantajlar, bu şantajlar kapsamında Başbakanlık binası ve çalışma ofislerine yerleştirdikleri böcekler vs vs. Tüm bunlara karşı hükümet kanadından bu “Ergenekonvari çete”ye yönelik kapsamlı bir operasyon yapılmadıkça, MOSSAD bağlantılı “TopSakal Çetesi”nin alenen giriştiği darbe ve şantaj operasyonlarına neşter vurulmadıkça Türkiye, dipten gelen kaos senaryolarıyla burun buruna kalmaya mahkum olacaktır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.