Allah'ın Vazifesine Karışmamak

Allah'ın Vazifesine Karışmamak

Davetçiler tebliğ vazifelerini yerine getirirken kimi zaman kendilerine yüklenmeyen sorumlulukların altına girerek vahim sonuçlara sebep olabiliyorlar.

Davetçiler tebliğ vazifelerini yerine getirirken kimi zaman kendilerine yüklenmeyen sorumlulukların altına girerek vahim sonuçlara sebep olabiliyorlar.

Ayeti kerime’de şöyle buyruluyor:

“Peygamberin üzerine düşen sadece tebliğdir…” (Maide: 99)

Başka bir ayeti kerimede ise:

“Şüphesiz ki sen, sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin; fakat Allah dilediği kimseyi hidayete erdirir. Çünkü O, hidayete erecek olanları en iyi bilendir.” (Kassas: 56) diye buyruluyor.

Yani hidayet vermek, imana muvaffakiyet, sevap ve mükâfat vermek Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın işi değildir. Ona düşen sadece tebliğ etmekten ibarettir. Bu şekilde Allah Resulü Aleyhisselatu Vesselam’ın işi sadece tebliğ olunca, Onun varisi olan davetçilerin de bundan başka bir vazifelerinin olmayacağı muhakkaktır. Bunları (hidayet vermek vs…) dilerse Allah Teala verir. Ancak davetçi kendi vazifesini yapıp Allah’ın (cc) vazifesine karışmamalıdır.

Üstad Bediüzzaman (rha) bu gerçeği şöyle ifade etmiş:

“Tarik-i hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lazım gelirken, Cenab-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.” (Lem’alar 17: Lem’a)

“Bazı Peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba ile değildir. Belki hüner, rıza-yı ilahiyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “herkes beni dinlesin” diye vazifeni unutup vazife-i ilahiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap. Allah’ın vazifesine karışma.” (Lem’alar 20. Lem’a)

Hz. Nuh (as) gibi uzun süre davet ve tebliğde bulunan bir peygambere bile çok az sayıda iman eden olmuştur. Buna rağmen kendisinin Ulu’ul Azm peygamberlerden olduğunu biliyoruz. Bu da gösteriyor ki tabilerin azlığı hiçbir şekilde davetçinin Allah indindeki değerini düşürmemektedir.

Davetin çokça insan tarafından kabul edilme hırsının yol açtığı asıl tehlike ise; davetçilerin insanların hoşlanmadığı bazı İslamî hakikatlerden, insanlar kabul etsinler diye zamanla vazgeçme veya bu hakikatlerin üstünü örtme ya da onları tevil ederek insanların hoşlanacakları şekle sokmaları ve yine aynı niyetle; yani daveti kabullensinler diye, muhatapların kimi gayri İslamî isteklerini kabul etme yoluna gitmeleridir.

Vahyin kontrolünde bulunan Allah Resulü Aleyhisselatu Vesselam’dan bile böyle taleplerde bulunulmuşken, davetçilerin de böyle taleplerle karşılaşacağını anlamak zor olmazsa gerek.

Ayeti kerime’de şöyle buyruluyor:

“Neredeyse seni bile sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurasın diye fitneye düşüreceklerdi. O takdirde seni dost edineceklerdi. Ve eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, onlara az kalsın biraz meyledecektin.” (İsra: 73-74)

Bu ayetin tefsiri hakkında İbn Abbas, Ata’nın rivayetine göre şöyle demiştir: Bu ayeti kerime Sakif heyeti hakkında inmiştir. Bunlar, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a gelerek ondan olmadık isteklerde bulundular. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam onlar bu isteklerini kabul edecek gibi olunca, bu ayeti kerime indi. (İmam Kurtubi, El Camiu-li Ahkami’l-Kur’an (İsra: 73,74)

Şöyle de açıklanmıştır: “Burada işaret olunan Kureyşlilerin büyüklerinin, Allah Resulü Aleyhisselatu Vesselam’a söyledikleri şu sözlerdir: ‘Şu düşük seviyeli kimseleri ve köleleri yanımızdan uzaklaştır ki, biz de seninle birlikte oturalım ve senin sözlerini dinleyelim.’ Resulullah Aleyhisselatu Vesselam, bunu yapmak istedi, ancak böyle davranması ona yasaklandı.” (age)

Kâfirlerin Allah Resulüne isteklerini kabul ettirmek için uyguladıkları metodu ise Katade şöyle anlatıyor:

“Bize nakledildiğine göre, Kureyşliler bir gece sabaha kadar Allah Resulü Aleyhisselatu Vesselam ile baş başa kaldılar. Onunla konuştular. Ona saygıda kusur etmediler, Onu kendilerine yaklaştırmaya, kendilerine doğrultmaya çalışıp durdular ve şöyle dediler: ‘Ama Sen öyle bir şey getirmektesin ki, insanlardan hiçbir kimse bunu getirmiş değildir. Sen bizim efendimizsin, ey efendimiz deyip durdular. Nihayet Resulullah Aleyhisselatu Vesselam bazı istekleri hususunda onlara yaklaşacak gibi oldu, sonra da Allah, Onu bu işten korudu.” (age)

Başka bir rivayette İbn Abbas (ra) şöyle diyor:

“Resulullah Aleyhisselatu Vesselam masum idi. Fakat bu Onun ümmetine, onlardan herhangi bir kimse Allah’ın hüküm ve şeriatleri hususunda müşriklere hiçbir şekilde meyletmemesi için bir uyarıdır.” (age)

Gerçekten de tehlike büyüktür. Çünkü en ufak bir meyil vahim sonuçlar doğurabilir. Bu sebeple de davetçi çok dikkatli olmalı; Allah’ın dinine hizmet etme niyetiyle insanlara tebliğde bulunma vazifesini yerine getirirken diğer taraftan Allah’ın dinini tağyir gibi bir vebalin altına girmemelidir. Çünkü insanların kabul edip etmemesi Ona yüklenen bir sorumluluk değildir.

O halde davetçi, hakkın izharında hiç kimseden çekinmemeli, İslam’ı eğip bükmeden olduğu gibi anlatmalıdır. Dileyen kabul etsin, dileyen de etmesin.

Buradaki tehlike sadece yönetici kesim ile ilişkilerde söz konusu değildir. Özellikle de zamanımızda aynı şekilde bazı bidatleri taassupla savunan geniş halk kesimi ile ilişkilerde de geçerlidir. Onları dağıtmamak, teveccühlerini kırmamak için hakkın izharında gevşeklik gösterilmemelidir. Bu yapılırken elbette ki kırıcı bir üslup kullanmak gerekmiyor. Aksine güzellikle ve yapıcı bir üslupla bunu anlatıp izah etmek mümkündür.

Çokça kişiye daveti kabul ettirme hırsının bir başka sebebi de çokluğun hakkı temsil ettiği zannıdır. Oysa hakikat böyle değildir. Çünkü Hakta kıstas çoğunluk değil, söz konusu kişilerin hak çizgisine uymalarıdır.

Kur’an-ı Kerim’de çoğunluğun hakkı temsil etmediği birçok ayeti kerime’de zikredilmiştir:

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan Sen’i Allah’ın yolundan saptırırlar.” (En’am: 116)

“Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 21)

“İnsanların çoğu ise küfürde ayak diretirler.” (İsra: 89)

“Hayır, onların çoğu akletmiyorlar.” (Ankebut:63)

Gerçekte de insan karşılaştığı sosyal bir çokluğun görkemini, görüş ve tavır olarak da aynı görkemlilikte sanabilir. Bunların aynı oranda kalabalık olmayan başka gruplara göre hakka daha yakın olduklarını düşünebilir. Ancak doğrusu çoğunluk hakkı temsil etmediği gibi, azınlık da batılı temsil etmez. Hz. Ali (ra):

“Hak adamlara göre değil, adamlar hakka göre bilinir,” demiştir. (M. Fadlallah, İslami Hareket ilkeler sorunlar 2: Syf: 246,248)

Bu şekilde ki yanlış düşüncelerden biri de tamamıyla hâkimiyete endekslenip illa da devlet ve iktidar hevesinde olmaktır. Ancak insanların hidayeti veya çokça kişiye daveti kabul ettirme gibi bu da davetçiye yüklenen bir sorumluluk değildir. Başta da dile getirdiğimiz gibi davetçinin görevi tebliğdir. Hâkimiyeti ise Allah Teala dilerse verir. Verirse de bu işin bittiği anlamında değil aksine yepyeni bir imtihanın yeni zorluk ve sıkıntılarla beraber başlaması anlamına gelir. Hâkimiyetin de bir imtihan olduğu ayeti kerimede şöyle ifade ediliyor:

“(Musa şöyle) dedi: Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve sizi yeryüzünde hâkim kılar da nasıl amel edeceğinize bakar.” (A’raf: 129)

“Sonra onların ardından bakalım nasıl amel edeceksiniz diye sizi yeryüzünde halifeler kıldık!” (Yunus: 14)

Dolayısıyla hâkimiyet de Allah’ın imtihanlarından bir imtihandır ve bu imtihandan başarıyla çıkmak zannedildiği kadar da kolay değildir. Ancak asıl tehlike; iktidar ve hâkimiyete talip İslamî cemaatler arasında bu sebeple yıllarca sürecek iç çatışmaların çıkma ihtimalidir. Afganistan buna örnektir. Aynı şekilde bu husus, hâkimiyete talip cemaatlerin hep birbirlerini rakip görmeleri sonucunu doğurur ki; bu da Müslümanlar arasında var olması gereken İslam kardeşliğine muhaliftir.

Hem şuan için en çok neye muhtacız? Bunu Üstad Bediüzzaman (rha)’dan dinleyelim: “Hem de intizam-ı idareye (yönetim düzenine) şiddeti ihtiyacımızdan yüz derece veya daha ziyade tezhibi ahlaka (ahlakın güzelleşmesine) muhtacız.” (Ziyayı Hakikat-Said Nursi)

Çünkü belli bir yapıya sahip insanları değiştirmeden o insanlarla farklı bir düzen kurmak mümkün değildir. Nitekim kurulsa bile rüşvet, hile, dolandırıcılık gibi birçok fesat olduğu gibi devam eder. Zaten bu davranışlar eski yönetimde de yasak olduğu halde işleniyordu. Bu sebeple de şekilci olmayan gerçek ve kalıcı bir İslamî yönetim için öncelikle bir İslam toplumu oluşturmak gerekir. Sonrasında toplum kendi kurumlarını oluşturur zaten.

Diğer taraftan kendilerini İslam ile bütünleştirmiş bir yönetici kesimin varlığı da faydadan ziyade zarara dönüşebilir. Çünkü bunların şahsi kusurları İslam’a mal olacağından insanların onların şahsında İslam’dan soğumasına yol açabilir. Üstad Bediüzzaman’ın da zikrettiği gibi Ehli Beyt adına iktidar olan Fatımiler yaptıkları işlerle insanların Ehli Beyte olan muhabbetlerini zedelemişlerdir. Aynı şekilde ilk defa kendilerini Allah’ın halifesi olarak tanıtan Emevi sultanları, bu isimlendirme ile yaptıkları işleri Allah adına yapıyormuş gibi bir izlenim veriyorlardı. Bu durum tabii olarak onların İslam’la bağdaşmayan davranışlarını gören insanların İslam’dan uzaklaşması sonucunu doğuruyordu. Bu sebeple olacak ki ünlü İngiliz Tarihçi T.W. Arnold, şu tespitte bulunmuştur:

“İslam’ın siyasal düşüşü onun insan kazanımında hiçbir olumsuz etkiye sahip değildir. Hatta diyebiliriz ki, İslam en yüksek insan kazanımını siyasal olarak en zayıf olduğu dönemlerde gerçekleştirmiştir.” (M. İslamoğlu, Yokluğunda düşülmüş Notlar, Sh. 315)

Kısacası “hâkimiyet” Allah Teala’nın bize yüklediği bir sorumluluk değildir. Ancak eğer Rabbimiz bizi bununla imtihan ederse de bizi yüzü ak olarak bu imtihandan başarıyla çıkarmasını yine Zat-ı Zülcelal’inden diliyoruz.

Yazımızın bu ay içinde şehadet haberini aldığımız Şamil Basayev’e Allah’tan rahmet dileyerek noktalıyoruz. “Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı temenni eder.” (Buharî-Müslim)

İnzar Dergisi

İslam ve Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.