Ateş Çukurundan, Halifelik Makamına…

Ateş Çukurundan, Halifelik Makamına…

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Almanlara karşı mücadele eden Fransız birliğinde çarpışan iki arkadaştan biri ağır yaralanmıştı. Geri çekilen Fransız birliği, yaralı askeri çatışma alanında bırakmıştı.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Almanlara karşı mücadele eden  Fransız birliğinde çarpışan iki arkadaştan biri ağır yaralanmıştı. Geri çekilen Fransız birliği, yaralı askeri çatışma alanında bırakmıştı. Yaralı askerin arkadaşı, çatışma alanına dönüp arkadaşını getirmek istiyordu. “Arkadaşın herhalde ölmüştür” dedi komutan. “Onun cesedini getireyim derken kendi hayatını tehlikeye atmanın gereği yok.” Fakat, askerin bitmek bilmeyen ricaları karşısında, komutan yumuşadı. Bir müddet sonra çatışma alanından geri dönen askerin sırtında, yaralı bir beden değil, bir ceset vardı. “Görüyorsun” dedi komutan, “bir hiç uğruna hayatını tehlikeye attın.” “Hayır” diye cevap verdi asker. “Onun benden istediği şeyi yaptım ve ödülümü aldım. Onu kaldırıp kollarımın arasına aldığımda, henüz ölmemişti. ‘Biliyordum Tom’ dedi, ‘geleceğini biliyordum. Beni yalnız bırakmayacağını biliyordum.’”

Evet, zorda/darda kalındığında mutlaka geleceğine, yardım elini uzatacağına inandığımız insana, halilim/dostum deriz… Bu muazzam kalbi sözleşmeye de vefa deriz…

Yüce Rabbimiz her insanın fıtratına bu güzel erdemleri lütfu gereği yerleştirmiştir. Ehli iman olmadığı halde, insanlığını, insafını kaybetmemiş her insanda bunun eserlerini görmek mümkündür. Tıpkı İkinci Dünya Savaşında yaşanmış bu hikâyenin kahramanı Tom örneğinde olduğu gibi.

Esasen bir insanın diğer bir insanla ilişkisindeki kalitesini, vefasını, erdemli her davranışını besleyen güç, insanın özündeki ulvi mayadır.

Yüce Allah Azze ve Celle’ nin kuluna karşılıksız bir şekilde bahşettiği mümtaz cevherdir. Bu noktada şunu ifade edebiliriz; kul Rabbine karşı ne kadar samimiyet, teslimiyet ve haşyet hali içindeyse, Rabbinin kullarına karşı da bir o kadar hassasiyet, nezaket, letafet ve merhamet eksenli bir hukuk içindedir.

Yani insanoğlu Allah’ın (c.c) yeryüzündeki halifesi olduğunun ne kadar idrakindeyse, yeryüzünde beraber yaşadığı insanlara da, bir o kadar  dost/halil, kardeş, olabilme vasfını kazanabilmektedir.

Yazımızın bu kısmında, insanoğlunun halifelik misyonuna dair, ilk insan Hz. Adem (a.s) ve Hz. Havva  ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de geçen şu sahneyi hatırlatmış olalım:

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.(Bakara,30)

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” dedi.

“Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler.

“Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Onlara bunların isimlerini bildirince de “Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu. ﴾Bakara,31-33﴿

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Meleklere, “Âdem’e secde edin” dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu. ﴾Bakara, 34﴿

وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ

“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. ﴾Bakara,35﴿

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de “Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için yeryüzünde kalacak bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır” dedik. ﴾Bakara,36﴿

Böylece Allah’ın (c.c) kendi halifesi (Halife: ‘Bir kimsenin diğerinin yerini alması, onu temsil etmesi, yetkilerini kullanması’ manasındaki “Ha-Le-Fe” fiilinden türemiştir. Âdemoğlunun halifeliği ise, Allah’ın mülkünde O’nun taktiri ve izniyle, iradesi, buyruğu ve emirlerine uygun hayatını tazim edip  yaşamasıdır.) olarak tayin ettiği  ilk insan, halifelik misyonu  konusunda, şeytan aleyhillanenin ayağını kaydırıp-aklını, gönlünü çelmesi neticesinde hataya düşünce, birbirlerine düşman olmakla cezalandırıldılar. Buradaki düşmanlıkla ilgili tefsir kaynaklarının çoğunda şu minvalde ifadeler yer alır: ‘’ Kardeşlik ve dostluklar gibi sürtüşme ve düşmanlıklar da dünya hayatının bir parçası olarak takdir edilmiştir. Burada anılan düşmanlığın, hem insanoğlu ile şeytan arasındaki ebedî düşmanlığı hem karı-koca arasındaki çekişmeleri hem de Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın soyu arasındaki çatışmaları ifade ettiği düşünülebilir.

Hülasa; Allah’ın (c.c) kendine halife olarak  ahsen-i takvim üzere yarattığı ilk  insanın bu ibretli serüveni içinden  çıkartılacak çok büyük dersler vardır.

Nitekim insanoğlu yeryüzünde yaşamaya başladığı günden itibaren birbiriyle imtihan olmuştur. Habil ve Kâbil kıssası da bu minvaldeki en öne çıkan örneklerdendir. Fakat Rab olanın, abd olana bahşettiği halifelik makamının idrakinde olan, bu sınırları koruyan ve bu mertebenin hakkını veren insanlar ve topluluklar daima yeryüzünde ıslah ediciler olmuşlardır. Bu makamın idrakinde olmayan, türlü zaaf, menfaat, hased ve düşmanlıktan beslenenler ise daima yeryüzünde bozgunculuk çıkaran ehli adavet olmuşlardır.

İnsanlık tarihi boyunca bu konuda verilebilecek sayısız örnek vardır.

Fakat önceki ve sonraki halleriyle muazzam bir değişim ve  dönüşüm  geçirip, hayatlarında teslimiyet merkezli bir inkılapla muazzam bir medeniyet inşa ederek, yeryüzünü Rabbani nur ve Nebevi huzurla ihya eden,  Allah’ın (c.c) yeryüzündeki halifesi olma misyonunu hakkıyla taşıyan ve bu konuda tarihe iz bırakan  Sahabeyi Kiramdan Yüce Rabbimiz El-Kitapta  şöyle söz eder:

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. ﴾Bakara,103﴿

Evet, önce Rabbinin ipine tutunan ve O’nun yeryüzündeki halifesi olduğunun daima idrakinde olan Sahabe-i Kiram,  bu şekilde kendi aralarındaki bağları da kuvvetle ikmal etmişlerdi. Zayıflayan, kopan yerleri bu şuurla  onarmışlardı.

Sonrasında tüm dünyaya nasıl kardeş olunur, nasıl dost/ halil olunur öğretmişlerdi…

Bir ateş çukurunun kenarından, halifelik makamının zirvelerine  işte böyle çıkmışlardı…

Bu vesileyle şanlı İslam tarihinde yaşanmış şu hadiseyi de eklemiş olalım yazımıza…

Huzeyfetü’l Adevî (r.a) anlatıyor: “Yermük muharebesinde idim. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de, güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım.

Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek su istiyor musun dedim. Belli ki istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile ‘Çabuk, hâlimi görmüyor musun?’ der gibi bana bakıyordu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların arasında Hz. İkrime’nin sesi duyuldu: ‘Su! Su! Ne olur, bir tek damla olsun, su!’ diye inliyordu.

Amcamın oğlu Hâris, bu feryadı duyar duymaz, göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen Hz. İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa, Hz. İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime hazretleri elini kırbaya uzatırken, Hz. Iyas’ın iniltisi duyuldu: ‘Ne olur bir damla su verin! Allah rızası için bir damla su!’ Bu feryadı duyan Hz. İkrime elini hemen geri çekerek suyu Iyas’a götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi. Hepsi şehit oldular. Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa Hz. Iyas’a yetiştiğim zaman son nefesini Kelime-i Şehadet getirerek tamamladı. Derhal geri döndüm, koşa koşa Hz. İkrime’nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim? Onun da şehit olduğunu müşahede ettim. Bari dedim, amcamın oğlu Hz. Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çare ki, o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim eylemişti. Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli hâlleri gıpta ile baktığım en büyük iman kuvveti tezahürü olarak hafızama âdeta nakşoldu! (Kurtubî, XVII, 28; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 318; Hâkim, III, 270/5058)

Rabbimizin bizlere lütfettiği halifelik makamının bilincini ve kardeşlik şuurunu, bu iman erlerinin örneklikleriyle, hafızamıza, ruhumuza, kalbimize ve yaşantımıza nakşetmek duasıyla…

Bildane Kurtaran

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.