Varoluşsal Vakum da Neymiş, Müslüman Bilinci Dururken!

Varoluşsal Vakum da Neymiş, Müslüman Bilinci Dururken!

Bir ortamdaki maddesel içeriğin (atom ve moleküllerin) tamamen boşaltılmış olduğu bir boşluğu ifade eden vakum kelimesi "boş/içeriği olmayan" anlamına gelmektedir.

Hakikate kör olmak ve ona sağır kalmak, bakmak ama görmemek, işitmek ama kulak vermemek, bir gün veya günün bir bölümü kadar kaldığımızı sandığımız[1] yaşarken dopdolu geçirilen hayatın dönüşü olmayan en bedbaht hasaretidir. Görevlerini ifa etmesi için bahşedilen duyuların ve onların üstünde kalbin kaskatı kesilmesi Kuran’ın tabiriyle “kalpleri olup kavrayamayanlar; gözleri olup göremeyenler; kulakları olup işitemeyenler”[2] mahlukatın en büyük cürmünü işlediklerini de elbette anlayacak bilinç düzeyine erişemezler. Emanete sadakat gösteren müminin sımsıkı sarılması gereken yegane şiarı, gözünün önünde işlenen bu cürme ortak olmamaktır. Yani Üstad’ın ifadesiyle insanın kendisine verilen “kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair (diğer) kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbirini kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle (kulluk göreviyle) meşgul etmektir.”

Peki, bu zikredilen kuvvelerin gayelerini aşkın bir düzeye taşımak nasıl anlaşılmalı ve hangi şekilde hayata tatbik edilmelidir? Neyini ve nasılını konuşmadan önce unutmayalım ki bu hem oldukça meşakketli hem de gayet suhuletle yapılabilecek bir eylemdir. Zordur, çünkü tefekkür ve tezekkür pek tabii zihnî faaliyetlerin sürekli farkındalık düzeyinde yapılmasını gerektirir; fakat diğer bir yandan kolaydır, çünkü insan hilkati, bilincini diri tutacak şekilde El-müsavvir tarafından bizatihi ruhundan üflenerek yaratılmıştır. Biz yeter ki hilkate aykırı davranmayıp asıl gayeleri için bahşedilen kuvveleri o uğurda sarfetmeyi ve müslüman bilinç düzeyinde yaşamayı göz ardı etmeyelim.

Varoluşun en mühim telaşı olan herhangi bir hakikate erişebilme istenci müminin de gündemini elbette meşgul edecektir. Bu meşgale onu tek bir hakikate götürmelidir; ki böylece varoluş vakumunun kör kuyularında bîçare düşmesin, takati kesilmesin, emanete sadakat gösterebilsin. Bizi karanlıklara mahkum ve hakikate kör/sağır etme potansiyeline sahip bu vakum, nasıl bir güce sahiptir ki zikredilen bu kuvveleri tahakküm altına alarak kişiyi dünyaya esir ediyor?

Peki yazımın isminde de yer verdiğimiz ''Varoluşsal Vakum'' nedir?

Bir ortamdaki maddesel içeriğin (atom ve moleküllerin) tamamen boşaltılmış olduğu bir boşluğu ifade eden vakum kelimesi "boş/içeriği olmayan" anlamına gelmektedir. Bu bağlamda yazımızda ele alacağımız "Varoluş vakumu" olarak literatüre giren bu kavram ise insanın yaşamda anlam bulamaması ve bir türlü giderilemeyen can sıkıntısı boşluğunu dolduramamasıdır. Vakumun tahakkümüne giren kişi, anlamdan ve amaçtan yoksun kalarak boşluğun ve hiçliğin ortasında bir nevi vakumlanmış bir konserve şişede oksijensiz ve asılı vaziyette kalakalmıştır.

Temelinde insanı anlamlı bir arayışa yönlendirme çabası olan ana akım psikoloji ekollerinden Varoluşçu Psikoterapi’nin temel kavramlarından biri de zikrettiğimiz bu “Varoluş vakumu”dur. Bu ekolün kurucusu Viktor Frankl’a göre bu vakum, yirminci yüzyılın yaygın bir fenomeni olmakla birlikte özellikle modern toplumlarda, insanların hayatını anlamlı bir amaç doğrultusunda yaşama ihtiyacını karşılayamadıklarında sıklıkla maruz kaldıkları bir durumdur.

Muhtemelen çoğumuz hayatımızın bir noktasında yönsüzlük girdabına takılıp boşlukta asılı vaziyette yersiz ve yabancılaşmış hâlde can sıkıntısı içinde bulmuşuzdur kendimizi; yahut belki hâlâ bu vakumun etkisinde olanlarımız da olacaktır. Endişeye mahal yok, bu gayet insani ve dünyevi bir durumdur. Aslolan vakumlu kavanozdan nasıl çıkacağımıza dair bize yöntemler sunan yegane hakikate ses vermektir. Bu doğrultuda ömrümüzün her bir günü, saati ve dakikası dahil olmak üzere bu uğurda nefisle en büyük cihadı yapmak iradesini gösterebilmektir.

Efendimiz (as) “Kim dünyaya ibret almadan bakarsa, kalp gözünde bu gafleti nisbetinde bir körelme hâsıl olur.” buyuruyor. Bu nedenle de bize geçici bir süreliğine bahşedilen nimetleri kendilerine tevdi edilen gayeler doğrultusunda kullanarak uhrevi aleme hazırlık aşamasında duyuları aracı kılmak ve ibret nazarını dünyaya dair tüm eylemlere sirayet ettirmek bu yoldaki önceliğimiz olmalıdır.

Bu bağlamda, şairin “dünyaya ibretle dikeceksin gözü ki ruh doğranıp eksilmesin/ sıkıysa biri de çıkıp aval seyrettiğimi söylesin olan biteni.” dizeleri anlamlı bir metod sunuyor: Kainatta kendi akışında seyreden olaylar ve olgulara bilincimizi kapatıp olan biteni aval izleyemeyiz! Çünkü Müslüman, bakışında, düşünüşünde ve eyleminde ibret nazarını gözetir; herkesin bakıp da göremediği hakikati yani perdenin arkasını görür. Böylece, herkesin girdabında kaldığı varoluş vakumu mümine işlemez; onun bilinci diridir, ibret nazarı açıktır ve yaratıcının muazzam işleyişinde en büyük anlamı zaten bulmuştur.

Bizler de şu dua ile yazımızı sonlandıralım: Allahım her işinin hikmetli olduğuna ezelden iman etmiş kulların olarak senden kalplerimize ve tüm uzuvlarımıza diri bir iman bilinci bahşetmeni istiyoruz. Bizleri gaflete bir ân dahi olsa yaklaştırma. Amin.
Söz&Kalem Dergisi - Merve Şimşek

[1] Müminun Suresi, 112-114

[2] Araf Suresi, 179

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.