Bir Savaşın Ardından -1

Bir Savaşın Ardından -1

Tüm noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’a hamd olsun. Bizi İslamla şereflendiren ve hasseten Hz.Muhammed Mustafa (sav)’nın ümmetinden bir fert olma şerefini bize bahş eden O Rahim-i Rahmana hamd olsun.

Tüm noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’a hamd olsun. Bizi İslamla şereflendiren ve hasseten Hz.Muhammed Mustafa (sav)’nın ümmetinden bir fert olma şerefini bize bahş eden O Rahim-i Rahmana hamd olsun. Saadet-i dareynin Onun sünnetine ittibayla mümkün olabileceği kimsesizlerin, ezilmişlerin, yalınayaklıların Peygamberi, rahmet şefkat Peygamberi, serveri asfiya Hatemul Enbiya Muhammed Mustafa’ya ve Onun pak ehline binler salat ve selam olsun.Ve kıyamete kadar, O’nun kutlu yolunda yılmadan usanmadan ilerleyen bu yolun çok azimli neferlerine selam olsun.

Kur’an-ı Kerim Allah’ın bize içindeki hükümlerle hükmetmemiz için gönderdiği ilahi bir kitaptır. Yasin suresi 70’inci ayette de belirtildiği gibi ölüleri değil dirileri uyarmak için gönderilen bir kitaptır.Ve bu kitap bir ‘esatirul evvelin’ yani öncekilerin masalı değildir. (En’am: 25)

Kur’an-ı Kerim’de gerek geçmiş Peygamberlerin ve ümmetlerinin; gerekse de Peygamber efendimiz (sav)’in asrında cereyan eden olaylar hadiseler anlatılır. Allah-u Teala bu kıssaların anlatılmasındaki gaye ve hedefi yine Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklamıştır: “Bunu sizin için bir ibret olsun ve duyabilen kulaklar iyice anlasın diye yaptık.”[1]

O halde Kur’an’da anlatılan olaylar ibret alınması ders alınması gereken olaylardır. İşte asrı saadette vuku bulmuş ve kanımca şu an alemi İslamın içinde bulunduğu vahim durumun da bir bakıma sebeplerini ihtiva eden hadiselerden ve İslam tarihinin büyük savaşlarından biri olan Uhud Savaşı ibret alınması gereken bir olaydır. Bu savaşın hülasası şudur:

“Cenab-ı Allah Kureyş’in ileri gelen eşrafını Bedir’de öldürüp, şimdiye kadar tatmadıkları bir yenilgi ile karşılaştırdı. Bu savaşta ileri gelen büyükleri öldürüldüğü için Ebu Süfyan b.Harb’i reis seçtiler. Resulullah (as) aleyhinde şiddetli propaganda ve kışkırtmaya başlayan Ebu Süfyan, Kureyş ve müttefikleriyle üç bin savaşçı topladı. Medine’ye doğru yola çıkan müşrik ordusu Uhud dağı yakınlarındaki Ayneyn adı verilen bir yerde konakladı. Resulullah (sav) ise bin kişilik sahabe ordusuyla düşmanı karşılamaya çıktı. Medine ve Uhud arasındaki yolda devam ederken Abdullah b.Ubey ordunun üçte birini peşine takıp Resulullah’tan ayrıldı. Yediyüz kişi ile savaş hazırlığına başlayan Resulullah (sav) 50 okçuyu müşriklerin Müslümanları arkadan çevirmelerine fırsat vermemeleri için ordunun arkasına yerleştirdi. Ve Onlar’a: “Kuşların orduyu yediklerini görseler dahi” orayı terk etmemelerini emretti. Savaş başladı. Günün ilk saatlerinde zafer kafirlere karşı Müslümanların elindeydi. Allah’ın düşmanları hezimete uğradı. Okçular “ey millet ganimete yetişin” diyerek Resulullah’ın özellikle korumalarını emrettiği merkezlerini terk edene kadar. Okçuların yerini terk etmesiyle saldırıya geçen müşrikler Müslümanları arkadan kuşattı. Sahabe geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada müşrikler birçok sahabeyi şehid etmiş, Allah’ın peygamberinin yüzünü yaralamış, dişini kırmış, miğferini başına geçirmişlerdi. Ve savaş Müslümanların mağlubiyetiyle sona erdi” (Hakka: 12)

Bu savaş Kur’an-ı Kerim’de Al-i İmran suresinde tam altmış ayetle anlatılmıştır. Allah izin verirse bundaki ders ve hikmetleri birkaç dersle anlatmaya çalışacağız.

1) Savaşın başında Cenab-ı Allah “Evet, sabreder, Allah’tan korkarsanız, onlar, hemen şu anda üzerinize gelseler Rabbiniz size işaretli beş bin melekle yardım eder” (Al–i İmran: 125) buyurarak Bedir’de üç bin melekle kendi taraftarları olan ehli imana yardım ettiği gibi, bugün de beş bin melekle yardım edeceğini vad ediyor. Ama burada bir şart söz konusudur. Arap dilinde -in- şart edatıdır. -in- yani eğer siz sabreder ve Allah’tan korkarsanız,vaat edilen yardıma nail olursunuz. Oysaki siz, Allah’ın size sevdiğiniz zaferi göstermesinden sonra Resulüllah’ın (sav) emrine muhalefet ettiniz. Mağlubiyetinizin nedeni sayısal azlığınız değil kendi nefsinizdir. Daha önce de Bedir’deki zaferde, zafer için gerekli olan maddi araçlar olmadığı halde Allah size zafer bahşetmemiş miydi? Müminlerle müşrikler arasındaki kefe, denk olmadığı gibi denk olmaya yakın bile değilken, Allah size galibiyeti nasip etmemiş miydi? Burada mağlubiyet önce nefiste başlamıştır. Çünkü insan bedeni de bir harp meydanıdır. Burada da Rahman orduları ile şeytan ordularının arasında bir harp söz konusudur. Bu harpte nefislere, şehvetlere, arzulara ve isteklere karşı galibiyet gerekmektedir. Bedendeki bu kuvvelere karşı mağlubiyet, meydandaki mağlubiyeti beraberinde getirir. Onun için küfrün kalelerinden önce kendi iç kalemizi fethetmek zorundayız. Resül-i zi şan (sav)’ın da sözünü ettiği cihadı ekber[2] de bu değil miydi. Gelin hep beraber bu konuda büyük İslam alimi Şehit Seyit Kutub’a kulak verelim :

“O halde, bu kapsamlı direktifler, çatışmadan ayrı değerlendirilemezler. Çünkü nefis; bilinçlenme, ahlâk ve sosyal sistem alanında girişilen savaşta zafer elde etmedikçe, fiili savaş alanında da zafer kazanamaz. “Uhud”da iki topluluğun karşılaştığı gün geri dönenler bazı günahları yüzünden şeytanın mağlup ettiği kimselerdi. Peygamberlerinin arkasında akide savaşlarında zafer elde edenler ise savaşa, günahlardan tevbe edip Allah’a sığınarak ve O’nun sağlam desteğine yapışarak başlayanlardır. O halde, günahlardan arınmak, Allah’a yapışmak ve O’nun rahmetine dönmek zafere hazırlıklı olup savaş alanından ayrı bir konumda değerlendirilemezler.”

“Zaferin tamamen Allah’ın ve O’nun metodunun olması ve bütün çabaların Allah’ın ve O’nun metodunun uğrunda olması için; nefislere galip gelmek, hevayı yenmek, şehvetlere hakim olmak ve insanların hayatında ‘Allah’ın dilediği Hakk’ı yerleştirmekten ibaret olan Rabbanî metodun esaslarına dayanmadığı sürece askeri, siyasi ve ekonomik zaferlerin İslâm nazarında hiçbir değeri ve ölçüsü yoktur. Aksi takdirde, cahiliyyenin yine cahiliyyeye karşı zafer kazanması söz konusu olur. Ve bunda da hayat ve insanlık için bir hayır yoktur. Hakk olan sadece hak bayrağının hakk için yükseltilmesi dir.. Hakk ise, tektir. Birden fazla değil. Hakk Allah’ın biricik metodudur. Bu kainatta ondan başka da hakk mevcut değildir. Öncelikle beşer nefsinde ve pratik hayat nizamı alanında tamamlanmadığı sürece, Hakk’ın zaferi de gerçekleşemez. Nefis kendi şahsında, şahsi payından, arzu ve şehvetlerinden, pislik ve kinlerinden, kayıt ve bağlarından kurtulduğu ve bu ağırlık ve kementlerden âzâde bir şekilde Allah’a koştuğu zaman, üzerine düşen çaba ve faaliyeti yerine getirdikten sonra bütün işleri Allah’a bağlamak için bütün güçlerinden, araçlarından ve sebeplerinden sıyrıldığı zaman, bütün işlerinde Allah’ın metoduna uyduğu ve bu uygulamayı cihad ve zaferinin amacı saydığı zaman, ancak bütün bunlar tamamlandığı zaman, savaş alanında veya siyasi sahalarda ya da ekonomik alanlarda elde edilen zafer Allah’ın ölçüsüne göre zafer sayılabilir. Yoksa, Allah’ın yanında hiçbir önem ve değeri bulunmayan cahiliyyenin bir başka cahiliyyeye karşı üstünlük sağlamasından başka birşey meydana gelmiş olmaz.”[3]

2) Allah-u Teala İslam ümeti için kafirlerden ve müşriklerden daha tehlikeli olan, şeklen Müslüman görünen, namaz kılan oruç tutan ve cihad da dahil olmak üzere diğer farizaları yerine getiren, içlerinde küfürlerini gizleyen, her devirde İslam ümmeti için baş belası olan münafıklar güruhunun gerçek yüzünü Mü’minlere gösterdi. Büyük İslam alimi Elcevzinin bu meyandaki sözleri çok anlamlıdır. “Böylece Mü’minler, kendi evlerinin içinde düşmanları bulunduğunu, birlikte bir mekanda yaşadıkları halde onların kendilerine karşı kin beslediklerini gördüler.” Allah-u Teala ‘Humul aduvvu” diye buyurarak düşmanlarımızın hemen yanıbaşımızda olduğunu, onların ne kıldıkları namazlarına, ne sakallarına ne cübbelerine, ne de -Allah korkusundandır deyip- akıttıkları gözyaşlarına kanmamamızı emrediyor. “Onlar düşmandırlar, onlardan sakın.” (Münafikun: 4) emri ilahisiyle bu olaydan sonra kafir ve Müslüman diye ikiye ayrılan insan sınıfına yeni bir sınıf eklendi. Münafıklar.

3) “Nefisler, sürekli afiyet, zafer ve zenginlik içinde yaşayınca bundan bir çeşit azgınlık ve taşkınlık kazanarak mevcut nimetlere yapışmaya meylederler. Bu meyil ise, insanın Allah yolundaki ilerlemesine, ahiret yurduna varmasına engel olan bir hastalıktır. Ne zaman ki, Rabb’i, Malik’i, merhamet edeni, onlara ikramda bulunmak ister, işte o zaman onları belalar ve sınamalar çemberinden geçirir. Böylece o güzelim yolculuğundan (sonu cennetle biten Allah’ın yolundaki yolculuk) alıkoyan hastalığını tedavi eder.Başına gelen bela ve sınama hastaya acı ilaç içiren tabip konumuna girer.Nasıl ki ilaçta hastalığı iyileştirmek için acı veren maddeler bulunuyorsa ve insan hoşlanmamasına rağmen bunu içince hastalıktan kurtuluyorsa, yukarıdaki durum da aynen bunun gibidir.”[4] Bu konu da yine Şehit Seyit Kutup ne de güzel söylemiştir. “Uhud savaşı, yalnızca meydanda yapılan bir savaş değildir. Aynı zamanda vicdanlarda da girişilen ve alanı bütün savaş meydanlarından daha kapsamlı olan bir savaştır. Çünkü fiilî savaş meydanı, onun görkemli hareket alanının sadece bir yönünü oluşturur. Onun alanı, her yönüyle insanların nefisleri, düşünceleri, duyguları, arzuları, şehvetleri, savunma ve dirençleridir. Orada Kur’an, savaşta savaşçıların yaralarını tedavi etmesinden daha etkili ve daha kapsamlı bir şekilde en yumuşak ve en derin tedaviyi, bu nefislerde gerçekleştiriyor.”[5]

Bu ayki yazımıza Uhud harbinde şehit düşen sahabeden Abdullah b.Cahş’ın duasıyla son veriyorum: “Allah’ım! Sen’in adına yemin ederim ki, yarın (uhud günü) düşmanla karşılaşmayı diliyorum. Dilerim ki, onlar beni katletsinler, sonra karnımı deşsinler, burnumu ve kulaklarımı kessinler, sonra Sen “Bunlar ne uğrunda kesildi” diyesin. Ben de: “senin uğrunda diyeyim”[6] Rabbim bu nasıl bir imandır. Böyle bir imanı bize de nasip et Rabbim.

Bir dahaki ayda görüşmek dileğiyle sizleri Allah’a emanet ediyorum.

İnzar Dergisi

[1] Zadül Mead C.2 S.164

[2] Kırk Hadis Şerhi 1. hadis (İ.H)

[3] Fizilal-il Kur’an: C.2 shf. 424 (Birleşik)

[4] Zadül Mead C.2 S.164

[5] Fizilal-il Kur’an C.2 S.419

[6] Zadül Mead C.2 S.173

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.