Birbirimizi Sevmedikçe

Birbirimizi Sevmedikçe

Günümüzde artık yanımızda taşıdığımız küçücük bir aletle şekerimizi, tansiyonumuzu, kolesterolümüzü hemen ve kesin olarak öğrenebiliyoruz, uzun uzun tahlillere ve beklemelere gerek duymuyoruz.

Günümüzde artık yanımızda taşıdığımız küçücük bir aletle şekerimizi, tansiyonumuzu, kolesterolümüzü hemen ve kesin olarak öğrenebiliyoruz, uzun uzun tahlillere ve beklemelere gerek duymuyoruz. Bir bayan hemen yakındaki bir eczaneye uğrayarak basit bir işlemle hamile olup olmadığını öğrenebiliyor.

Aslında iyice düşündüğümüzde, Mü’min olup olmadığımızı veya imanımızın derecesini kendi kendimize bir takım uygulamalarla kesin olarak öğrenebileceğimize inanıyorum. Hani, Nasreddin Hoca ata binmek için şöyle bir sıçramış, fakat binememiş, “Hey gidi gençlik hey!” demiş, sonra etrafına bakmış, kendisinden başka kimse yok; “Haydi oradan, ben senin gençliğini de bilirim.” demiş. Biz de kendi kendimizi gerçekten ve özellikle başkalarından çok daha iyi biliriz.

Şu iki Muhammedî ölçüyle imanımızı net ve berrak bir şekilde kendi kendimize, hiçbir yere müracaat etmeden ölçebileceğimize inanıyorum:

"Nefsim elinde olana yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yerine getirdiğiniz takdirde birbirinizi sevdirecek bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız!" (Müslim, Kitabu’l-İman)

“Kendi nefsiniz için sevdiğinizi kardeşiniz için de sevmedikçe iman etmiş olamazsınız!” (Buhari, Kitabu’l-İman)

Geliniz şimdi kendimizi bu Muhammedî ölçülere vuralım:

Diyelim ki, tanıdığımız bir kardeşimizin iyi bir fakülteyi kazandığını öğrendik, bir arkadaşımızın çok iyi bir kişiyle nişanlandığını duyduk, bir dostumuzun ticaretten çok büyük kazanç elde ettiğini öğrendik, arkadaşımıza geçmişlerinden yüklü bir miras kaldığını öğrendik… Kısacası birilerinin böyle uğrunda yarışılan bir takım güzelliklere kavuştuğunu öğrendik… Elbette dilimizle onları tebrik ederiz, sevindiğimizi belirtiriz. Fakat şöyle bir köşeye çekilelim ve samimi olarak kalbimizi yoklayalım; Gerçekten içimizde bir sevinç mi var? Yoksa bir darlık, bir sıkıntı, bir kararma mı var? Bunu herkesten daha iyi biliriz.

Soruları biraz daha ciddileştirelim:

Bizim meşrebimizden, bizim cemaatimizden olmayan diğer Müslümanların İslam adına başarıları ve güzel haberleri bize ulaştığında içimizde ne tür duygular belirmekte? Grubumuzdan olmayan bir Müslüman, bizim  yanımızda birileri tarafından övüldüğünde, o ana kadar duymadığımız bir takım faziletleri ve üstün meziyetleri dile getirildiğinde yüzümüzün şekli nasıl bir hal almakta? Biz filan kişiyi sıradan, normal bir kişi olarak biliyorduk, meğer o hafızmış, aynı zamanda ciddi bir Arapça bilgisi varmış, meğer İslam adına bir çok bedel ödemiş, bir çok cephede bulunmuş… Cemaatimizin dışındaki biri hakkında bunları duyduğumuzda hemen kalbimizi bir yoklayalım ve Allah için samimi konuşalım; kalbimizde bir sevinç mi var, yoksa bir daralma, bir sıkıntı mı var?

Evet, cemaatimizden olmayan birisinin cömertliğinden, yiğitliğinden, alimliğinden, çok mütevazi biri olduğundan söz edildiğinde hemen içimize dönelim ve kalbimizin sesini dinleyelim, ne diyor? Hatta çabucak kalkıp bir aynaya bakalım ve yüzümüze bile yansıyan ifadeyi iyice seyredelim.

Biraz daha acı sorular soralım kendi kendimize:

Bizim meşrebimizden veya çalışma grubumuzdan olmayan bir Mü’min hakkında kötü bir haber duyduğumuzda hiç de üzülmediğimiz, hatta içimizi iyice yokladığımızda sinsi bir sevinç duygusuyla karşılaştığımız oluyor mu, olmuyor mu?

Cemaatimizden olmayan bir Müslüman'ın bir kadın konusunda veya  bir para konusunda hataya düştüğüne, veya İslâmî şiarların birisinden taviz verdiğine veya haram olan bir şeyi yapmaya başladığına dair birisi bize bir haber getirdiğinde,

-Ya! Öyle mi, yazık olmuş? diyerek önce ufak bir şaşkınlık geçirdiğimiz, daha sonra toparlanarak ve bundan adeta bir zevk duyduğumuz, hatta bu zevkimizi karşımızdaki insandan gizleyemediğimiz, gözlerimizden okunduğu durumlar oluyor mu, olmuyor mu?

Samimi olarak şöyle bir düşünelim ve kendi kendimize soralım;

Nereye koşuyoruz?

Neye oynuyoruz?

Neyi elde etmek için çırpınıyoruz?

Bütün bu hayati konularda öyle iyi bir imtihan verdiğimiz kanaatinde değilim. Sanki oturmuş dışımızdaki Müslümanların ayaklarının kaydığına dair haberler bekliyor gibi bir halimiz var, dışımızdakilerin faziletlerine ve başarı haberlerine kapalı gibiyiz ve hemen itiraz edecek gibi tetikte bekliyoruz.

Eğer gerçekten bizler böyle isek bilelim ki, tamamen dünyaya, dünyalıklara oynayan birileriyiz. Bu arada biz istediğimiz kadar İslam için, Allah için koşuşturduğumuzu söyleye duralım veya kendimizi öyle zannedelim. Çünkü dünyaya, dünyevi makamlara ve mevkilere hep böyle birileri ekarte edile edile ulaşılır. Yarışmalar eleme usûlüdür, yarışa katılanların ne kadarı yolda dökülürse bizim için o kadar iyidir, hedefe ulaşma ihtimalimiz o kadar çoğalıyor demektir. Çünkü hedeflediğimiz dünyevi kadrolar veya pazarlar sınırlıdır, bazen bir tanedir, diğer insanlar teker teker elenmedikçe bizim oralara ulaşma imkanımız yoktur. Durum böyle olunca, bizimle birlikte yarışa katılanlardan gelecek her dökülme haberi bizi sevindirecektir.

Eğer bu bir yarışsa Mü’minlerin Allah yolunda dökülmelerine, ayaklarının kayarak ekarte olmalarına sevinilen böylesine bir yarışın cehennemde biteceği hususunda hiç bir şüpheniz olmasın.

Yok eğer cennet ve mağfiret için müsabaka halindeysek ki, Allah Teala bizden cennet için, yerler ve gökler genişliğindeki cennet ve mağfireti için yarışmamızı, koşuşturmamızı, müsabaka yapmamızı istiyor… Böylesi bir yarışta diğer Mü’minleri ekarte etme diye bir şey yoktur. Öyle ya, cennet çok çok geniş, yerler ve gökler genişliğinde. Eleme, ekarte etme olmadığı gibi, tam zıddı, bizimle birlikte oraya götürebilmek için yanımıza ne kadar çok birilerini toplarsak, yolda dökülenlerden, tökezleyenlerden ne kadarının elinden tutup  yanımıza alabilirsek, oraya girme, yani müsabakayı kazanma ihtimali o kadar fazladır.

Evet, Mü’minleri sevmedikçe iman etmiş olmayacağız.

Ve özellikle meşrebimizden olmayan, cemaatimizden olmayan Mü’minleri sevmedikçe, onların kötü haberlerine üzülmedikçe, güzel haberlerine sevinmedikçe ...

İnzar Dergisi

İslam Kur'an Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.