Bizim Mahalle

Bizim Mahalle

Bir Ramazan'a daha hoş amedi derken yine aynı burukluğu yaşamaktan korkuyorum.

Bir Ramazan'a daha hoş amedi derken yine aynı burukluğu yaşamaktan korkuyorum.

...

Mahallemizin ağabeyiydim. Bakmayın ağabey dediğime. Yaşım henüz 12-13. Kendimizce bir ekip oluşturmuştuk mahallenin gençleriyle. Birlikte güler, birlikte ağlardık. Aynı sofradan yemek yer, aynı dilden konuşurduk. Gerçi bütün çocuklar aynı dilden konuşur da, neyse...

Birimizin annesi hepimizin annesiydi. Evet onlarca çocuk, aynı kadına anne diyebilirdik. Ağlarsak birlikte ağlar, gülersek birlikte gülerdik. Yekvücuttuk biz. Yahut bir vücudun azâları...

Mahallemiz futbol maçları ile meşhurdu. Komşu mahallelerin çocukları ile oynadığımız futbol maçlarının zevkini şu yaşıma kadar başka şeyde tatmış değilim. Yensek de sevinirdik, yenilsek de. Zira mesele oynamaktı bizim için. Can kardeşlerinle aynı hedef uğruna mücadele idi gayemiz. Hele galip geldiğimiz maçlardan sonra eve varana kadar yaptığımız tezahüratlar... Keyfimize diyecek yoktu.

Bakkal Turgut Amcamız vardı bizim. Ordan yapılan alışverişlerin tadı bambaşkaydı. Sert mizacı ve bir o kadar sert bakışları hep korkutsa da bizi, biz yine her girişimizde selamımızı eksik etmez, belki bizimle iletişime geçer diye canhıraş uğraşırdık. Böyle severdik biz, bizi sevmeyenleri de. Çocuktuk işte. Temizdik...

Bizi sevmeyenler demişken mahallemizin Emir abisinden bahsetmeden olmaz tabiki. Futbol celladı. Her futbol oynayışımızda balkona çıkar, alabildiğince azarlar ve topumuzu patlatmakla tehdit ederdi bizi. Sadece tehditle kalmayıp, topumuzu patlattığı yahut evine götürdüğü günler de azımsanamaz. Patlayan toplar adedince özlüyorum o günleri.

Ha bir de Emir Ağabeyin ismiyle müsemma emirlerine uymakla kendini mükellef tutan Kapıcı İsmail abimiz vardı bizim. Emir abi ne derse onu yapardı İsmail abi. Onun sözlerine verdiği ehemmiyet işine verdiği ehemmiyetten fazlaydı. Topumuzu patlatır yahut kazan dairesinde saklardı Emir abinin komutu ile. İsmail abi İsmaili teslimiyetle teslim olmuştu Emir ağabeye.

Mahalle mescidimizi de anmak gerek. İkinci eviydi biz çocukların. İmam Ahmet hoca ile müezzin Hüseyin hocadan yediğimiz fırçalar kadar yediğimiz çikolataların da haddi hesabı yoktu. Her fırçadan sonra gönül alma maksadı ile alınacak çikolatalardan haberdar olan bizler, resmen çikolata uğruna fırça yemeye gayret gösteriyorduk.

Müezzin Hüseyin hoca bize ayrı kıymet verirdi. Bazen ezanı bizlere okuturdu. Kötü sesimize mâruz kalan cami cemaati akşam namazında sitemini belirtirdi. Bazen mescidin içinde çoraplarımızı yuvarlar, top yapar, onunla oynardık. Bize eşlik eden Hüseyin Hoca yine caminin yaşlı cemaatinden azar işitirdi. Ama bütün bunlara rağmen bizden hiç vazgeçmedi. Çünkü biz çocuktuk ve camiden yetişen bu nesil geleceği şekillendirecekti.

Bir de Ramazanlarımız vardı bizim. Ramazan gibi Ramazanlar.. Rahmetini ve bereketini iliklerimize kadar hissettiğimiz Ramazanlar. On bir ay boyunca 'ah gelse de eğlensek' dediğimiz, geldiğinde de 'inşallah hiç bitmez' diye Allah'a bir çocuk mâsumiyetinde yakardığımız zamanlar. Ramazan eğlenceydi biz çocuklar için. Zira bizim ekibimiz zorluklardan keyif çıkarmayı becermekte pek mahirdi.

Oruç da sahur ile eğlencemiz de sahur ile başlardı. İlki sabah namazında mukabele yapmaya camimize gitmekti. Toplanırdık sahurdan sonra mahallede. Mahallenin amcalarından Ali amca ve Hasan amcanın önderliğinde caminin yolunu tutardık. Önce camide sabah namazını kılar, ardından mukabeleye dururduk. Tabi ilk sayfalardan sonra başı Kuran'ın üzerine düşüp uykuya dalan biz cennetin çocukları, cami cemaatinin gülüşlerine maruz kalırdık. 'SadakallahulAzim' ikazı ile tekrar gözlerimizi açar, abdestimiz bozulmamış gibi Kuran'ı öper, başımıza götürürdük. Kimsecikler bizi görmemiş gibi.

Ardından evlerimize döner mışıl mışıl uykunun koynuna bırakırdık kendimizi. Öğle ezanına kadar uyumayı adet edinmiştik. Ne de olsa orucu uykuya tutturmak bir çocuk için paha biçilmez bir keyifti. Uykuda orucu hissetmez ve uyanınca gururlanırdık. 'Ben bugün oruçluyummm'.

Öğle ezanı ile uyanır yine caminin yolunu tutardık. Günün ikinci mukabelesi... Ama bu defa mukabeleye değil yaramazlığa giderdik. Zira mahallenin haylazları gece uykusunu sevdikleri için sabah namazında değil de öğle namazında mukabeleye gelirlerdi. Onlarla eğlenmek, yaramazlıklarına ortak olmak çok keyifliydi. İşitilecek bütün azarlara rağmen...

Öğle namazından ikindi namazına kadar camide top oynar, tesbih savaşları yapar, yastıklarla boğuşurduk. Tabi müezzin Hüseyin hocanın göz yummaları sayesinde. İkindi oldu mu mahalleye dönerdik. Ramazanın rahmetinden olsa gerek, o ayda Emir ağabey adeta bir melek olurdu. İftara kadar mahallenin çimlerini sular, o sudan bizi de nasiplendirirdi. Çimleri suladığı gibi bizleri de sulardı. Biz de ağzımıza su kaçıp orucumuzu bozmasın diye sıkı sıkıya ağzımızı yumar, öylece kendimizi suyun azizliğine bırakırdık.

Vakit akşam ezanına yaklaşırken mahallenin afacan ve zengin çocuğu Murat en pahalısından aldığı topu aşağı indirerek adeta nefsimizi imtihan ederdi. Bir taraftan vazgeçemediğimiz futbol, öteki tarafta susuzluk ve yorgunluktan bir metre dışarı sarkmış dil... Ama hiç şaşmaz ki her defasında futbol sevgimiz galebe çalardı. Ezana birkaç dakika kalaya kadar maçımızı yapar; yorgun, argın, bitkin bir halde evin yolunu tutardık. Eve varınca evde adeta bir bayram havası olurdu. Herkes sofrayı hazırlama telaşında... Tv'de iftar vakti programı açık... Balkonlardan çatal bıçak sesleri... Yaşadığım lezzeti anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıyor.

Ezan ve besmele ile iftarlar açılırdı. Yemek yendikten sonra evde hızlıca bir akşam namazı kılınır, doğruca teravihin yolu tutulurdu. Zira bizim için Ramazan akşamı, bütün günden daha keyifliydi. Teravih demek; birliktelik demek, kaynaşmak demekti. Yirmi rekat namaz, yirmi yıllık mutluluktu. Ya teravih sonraları... Oynadığımız saklambaçları mı desem, efendi efendi yaptığımız muhabbetleri mi, yoksa pek haz almadığımız Emir ağabeyin balkonuna çetelastikle saldırılarımızı mı?... Haddi var hesabı yok..

Artık vakit Ramazan'ın sonlarına yaklaşırken burukluk içimizi sarardı. Zira bütün bu eğlenceleri çocukça bir aşkla yapacağımız başka bir ay yoktu.

Ramazan'ın son günleri heyecanımıza bir heyecan ekleniyordu. "Bayramlık elbise" heyecanı. Bütün çocuklar aileleri ile mağaza mağaza dolaşıp bayramlık elbise alma peşinde koşuyordu. Mahallenin fakir ailelerinin ihtiyaçları Ramazan ayına yakışır şekilde, Müslümana yakışır şekilde durumu iyi aileler tarafından karşılanıyor ve bayrama burukluk yaşamadan giriliyordu.

Ve böylece her sene Ramazan'ı bu muhabbet ve keyifle yaşıyor, ilerde bu günleri arayacağımızı tahmin edemiyorduk.

...

Yazıda kendi çocukluğunu, mahallesini ve Ramazan'ını anımsayan ve hatta yaşayan aziz kardeşlerime...

Çocukluğun da dili bir, Ramazan'ın da. Gelin bu dili diri tutalım. Öldürmeyelim. Yaşasın ki bu dil, yarına miras evlatlarımız da aynı sevinci yaşasın. Gelin hep birlikte etrafımızdaki çocuklara çocukluklarını ve Ramazanlarını yaşamayı öğretelim. Çocuklar, çocuk gibi; Ramazan, Ramazan gibi kalsın.

Hayırlı Ramazanlar...

Söz&Kalem - Hüseyin Gülsever

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler