Bütün Kuvvet Hak'tadır

Bütün Kuvvet Hak'tadır

Bu sayımızda inşallah İhlas Risâlesinin üçüncü düstürunu ele alacağız. Üstad Bediüzzaman Hazretleri ihlası muhafaza etmemiz için rehber edinmemiz gereken üçüncü düstura şöyle başlar:

Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a, salat ve selam efendimiz Muhammed Mustafa'ya olsun.

Bu sayımızda inşallah İhlas Risâlesinin üçüncü düstürunu ele alacağız. Üstad Bediüzzaman Hazretleri ihlası muhafaza etmemiz için rehber edinmemiz gereken üçüncü düstura şöyle başlar:

“ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ: Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakda bilmelisiniz. Evet kuvvet hakdadır ve ihlâstadır.”

Her şeyden önce ihlas nedir? İhlası bu denli anlamlı kılan nedir? Gerçekten her şey ihlasa mı dayanır veya ihlas mı değer kazandırır her şeye?

Bu kadar önemli ise ihlas, o halde ihlası bilmek, idrak etmek gerek. Sadece bilmek ve idrak etmek yeterli mi acaba? Malumdur ki ihlas elle tutulan, gözle görülen bir nesne veya değildir. İhlas insanın derinliklerinde, insanı harekete sevk eden güdü veya telkinlerin kendisiyle bizzat ilişkili olduğu bir hal ve durumdur. Başka bir ifadeyle insanı amele sevk eden niyet ile doğrudan teması bulunan bir etkendir. Hangi iş ve amel olursa olsun muhakkak surette bir amaç doğrultusunda işlenir. Bu amaç insanın benliğinde ne oranda yer etmiş ise o oranda bir etki ve tesire sahiptir. Dolayısıyla işin başı iman'a dayanır, ihlas ise zaten imanın içinde yer alır. Hiçbir hal ve surette ihlas imandan ayrılmaz, ayrılamaz ve ayrı düşünülemez. Demek oluyor ki ihlas; imanın esasıdır.

İhlas benliğe hakim olunca kişide Rabbani bir oluşum başlar. Yani ilahi sıfatlara bürünme, yani Allah'ın ahlakı ile ahlaklanma dediğimiz değer… Öyle ki insan sadece O'nun için vardır ve O'nun için işlemektedir. Hiçbir arızi hal ve durum, hiçbir yabancı, dışsal unsur Rabbani oluşun önüne geçemez. Zira o Rabbine yönelmiş ve yalnızca O'nun rızasını gaye edinmiştir. Şeytani vesveseler, nefsin telkinleri, insanların kınama ve baskıları O'nun rızası yanında bir sinek vızıltısı değerinde değildir.

İşte böyle bir halin adıdır ihlas. Doğallık, saflık ve duruluktur ihlas. Hiçbir siyah noktanın bulunmadığı beyazlığın adıdır.

En basit şeylerde doğallık ve saflığı arar ve onu tercih ederiz. Süt alırken su katılmamış olanını tercih eder, makbul görürüz. Yaşantımıza bakalım daima saf ve temiz olana, hilesi-hurdası bulunmayana meyletmiyor ve tercih etmiyor muyuz? Bizler bile bu saf ve doğal olanı makbul görüyorsak, Rabbimiz bizden neyi makbul görür. Hiç şüphesiz fıtratı, doğallığı, saflığı, hiçbir şey bulaşmamış olanı…

İnandık demekle insan bırakılacağını mı zannetmekte. Asla… 'İnandık' diyenin ameli Rabbinin huzuruna çıkacaktır. O amel inandık kelimesinin masaddakı mı, değil mi anlam burada ortaya çıkar, anlamını burada bulur o kelime…

Sözün özü her şeyin kilidi ve şifresi ihlastadır. Rabbanilik ile şeytanilik arasındaki hassas bir mizan ve perdedir ihlas.

O halde ey Müslümanlar gelin ihlasa yönelelim. Bir başkası yaptıklarımızın mükafatını, karşılığını vermeyecektir. Arzu ettiğimiz makam bir fayda ve menfaat sağlamayacaktır. Bizi kurtaracak olan ihlas, diğer adıyla Rabbanilik... İlahi sıfatlara bürünmek, Kur'an ve Peygamberin (ASM) portresini görüp yaşayabilmek, güç, kuvvet ve galibiyete ulaşabilmektir.

Allah azze ve celle Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: “Üzülmeyin, gevşemeyin eğer iman etmişseniz üstün olanlar sizlersiniz.” İşte bu ayeti kerime güç ve kuvvetin mantığını bizlere net bir şekilde açıklamaktadır. Dikkat edilirse ayette Rabbimiz üstünlüğü iman etme şartına bağlamıştır. Yani iman var ise hakikaten kalbe yerleşmiş ise o insan için yenilgi, güçsüzlük, zayıflık söz konusu değildir. Bununla beraber anlayış olarak güç ve üstünlüğün de diğer ideoloji veya mekteplere göre farklı bir anlama sahip olduğuna şahit olmaktayız. Yani diğer anlayışların aksine İslam'da güç ve üstünlük sadece zahiri görünüşü ifade etmemektedir. Bilakis onlara göre mağlubiyet ve zayıflık olan bir durum İslam'a göre tam tersini ifade etmektedir. Zaten bu ayeti kerime Uhud savaşı ile ilgili olarak nazil olmuş ve Müslümanların bu savaşta zahiren aldıkları yenilginin insanlar nazarında böyle olduğu ancak Allah katında ise üstünlük ve gücün bağlılık ve sadakatte olduğu ifade edilerek inananlara meselenin özüne nasıl varacakları öğretilmektedir. Dolayısıyla iman eden kişi için kesinlikle kuvvetsizlik ve mağlubiyet sözkonusu değildir. Mağlubiyet ve güçsüzlük imanın ve imanın özü ve ruhu olan ihlasın zedelenmesindedir. Bu ihlas zedelenip saplantılar baş gösterirse kuvvetsizlik ve mağlubiyet hasıl olur. Zira meselelerde bizim verdiğimiz mana değil rabbimiz katındaki mana asıl ve önemlidir. O halde anlaşılıyor ki; değer, güç, kuvvet ve galibiyet bizzat iman ve ihlastadır. En zor şartlar altında dahi ihlas muhafaza edilebiliyor, verilen ilahi mücadele devam ettirilip imandan taviz verilmiyorsa kainata meydan okuyacak bir kuvvetin varlığı şekillenmiş demektir.

“İslam'ın galibiyet ve mağlubiyete getirdiği yorum, beşeri  ideolojilerinkinden farklıdır. Beşeri anlamda galibiyet, islam'a göre mağlubiyet olabilir. İslam; galibiyeti ve üstünlüğü imana ve imanın gereklerini yapmaya bağlamıştır. Kur'an bunu “Gevşemeyin, üzülmeyin eğer inanıyorsanız üstünsünüz” fermanı ile karara bağlamıştır. Üstünlük, galibiyeti de kapsamına almaktadır. O halde mü'min ölse de kalsa da galip olduğuna göre hak üzere olan taifeye bağlı demektir.”

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu düstura devamla şöyle der:

“Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.”

Demek oluyor ki ihlas sadece İslamiyet için geçerli olan bir şey değildir. Nasıl ki bir Müslüman amelinde istenilen şeye yoğunlaşıyorsa ve hedefi olan ilahi rızayı arzulayıp harekete geçebiliyorsa ve biz bunun adına ihlas diyebiliyorsak, aynı şekilde haksızlar dahi işlerinde yoğunlaşıp, hedefleri doğrultusunda harekete geçiyorlarsa bunun adı da ihlastır. Zira ihlas genel manada bir şeye yoğunlaşma, sadece hedeflenen şey arzulanarak harekete geçme hali ve mesaisini tamamen ona vakfetme demektir. Malumdur ki Allah azze ve celle çalışana karşılığını verir. Yapılan işin hayır veya şer olması sonuca etki etmiyor. Bu bir sünnetullah'tır. Burada denge; çalışma ve uğraşta samimiyet ve yoğunlaşmadır. İşin ahiret boyutu apayrı bir durumdur. Allah bu dünya hayatında cehd edene ve azmedene cehdinin ve azminin miktarınca verir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri başka bir risâlesinde bunu şöyle açıklar:

“Samimi bir ihlas, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet, ihlas ile kim isterse Allah verir.” (20. Lem'a İkinci sebeb)

O halde bu gün İslam alemi zillete düçar kalmış ve boyunduruk altına girmiş ise bunun sebebi muhakkak ihlas sırrında ve haksızlara karşı verilen mücadelenin keyfiyetinde aranmalıdır.

Bundan sonra Üstad, kuvvetin ihlasta olduğunun delilini hayatının iki dönemini kıyaslama yoluyla örnek vererek ispatlamakta ve şöyle demektedir:

“Evet kuvvet hakda ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı isbat eder ve kendi kendine delil olur. Çünki yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul'da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada sizinle yedi-sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul'da burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garib, yarım ümmî, insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında yedi-sekiz sene sizinle ettiğim hizmet; yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakıyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat'iyyen şüphem kalmadı. Hem îtiraf ediyorum ki: Samimî ihlâsınızla, şan ü şeref perdesi altında nefsimi okşıyan riyadan beni bir derece kurtardınız. İnşâallâh tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız... Bilirsiniz ki, Hazreti Ali (R.A.) o mu'cizevârî kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Azam (K.S.), o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet hiç şübhe etmeyiniz ki, bu teveccühleri, ihlâsa binaen gelir.”

“Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz. Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz “Kendi nefislerine tercih ederler” sırriyle  ihlâs-ı tâmmı kazanınız.”

İşte Müslümanların bu günkü durumlarını izah eden en büyük sebeb… İslam ümmetinin maruz kaldığı şefkat tokatlarının belki de en büyük sebeblerinden biridir ihlası kırmak. Ancak bu şefkat tokatlarının tümü birer rahmet eseridir. Zira Allah azze ve celle bunun ile onları daha dikkatli ve ihlaslı olmaya yöneltmekte ve ilahi davada verilecek olan hizmetin kesinlikle şaibelere ve evhamlara yer vermeyecek kadar net ve halis olmasını istemektedir. Dolayısıyla ilahi hizmeti üstlenen davetçilerin maruz kaldıkları şefkat tokatlarını görebilmeleri ve bunu bir ihtar addedip öz eleştiri yoluna giderek ihlası tekrar elde etme yoluna tevessul etmeye gayret etmeleri elzemdir. Ki bu şefkat tokatları rahmete inkılap etsin.

Bundan sonra Üstad, bir cemaat içindeki en hassas dengelerden olan ve ihlasın önemli unsurlarından 'isar' konusu üzerinde durmakta ve şöyle demektedir:

“Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hatta en lâtif ve güzel bir hakikat-ı îmaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki; en mâsûmâne, zararsız bir menfaattir. Mümkün ise, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemiyen bir arkadaş ile yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevab kazanayım, bu güzel mes'eleyi ben söyliyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur. Fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.”

Şüphesiz ilahi dava yolunda hizmet, bir çok kardeş ve insanla sosyal ilişki içerisinde olmayı gerektirir. Bu ilişkiler yumağı içerisinde sorun ve anlaşmazlıkların, ortaya çıkması gayet doğaldır. Ancak bunun ihlası zedeleyici ve kardeşlik hukukunu ihlal edecek seviyeye gelmesi sürdürülen hizmete zarar vereceğinden dolayı istenilmeyen ve kesinlikle kaçınılması gereken bir durumdur. Zira yapılan bu tür haller sadece kişi ve muhatabı ile sınırlı değil bilakis hizmetini sürdürdüğü davaya da bizzat olumsuz etki bırakacak, şefkat tokatlarına maruz bırakacak hallerdir. Çünkü yapılan ve takınılan her hal ve davranış bireysel olarak ferdin kaderine tesir ettiği gibi, cemaatsel olarak da o cemaatin kaderine tesir eder. Yani iki açıdan bir sorumluluk söz konusudur burada. Birincisi fert kendi kaderinden sorumludur. Yapacaklarından, yaptıklarından… ikincisi cemaatin kaderine karşı sorumludur. Yapacağı, meyledeceği şeyler mensubu olduğu cemaat veya cemiyetin de kaderiyle direkt ilişkilidir. Dolayısıyla hizmet ehli kardeşler yapacakları amelleri tam bir ihlas ve bilinçle yapmalıdırlar. Bu hizmette de sosyalleşmenin en büyük sonucu olan kardeşler ile ilişkiler çok büyük bir önem taşır. Bu ilişkiler çok hassas dengeler üzerindedir. Zira hiçbir çıkarın söz konusu olmaması gereken, tamamıyla ilahi rızaya dayanan bir ilişki söz konusudur burada ve istenen de budur. İşte bundan dolayı Üstad Bediüzzaman Hazretleri özellikle isar konusunu ele almış ve ihlas ile bizzat ilişkilendirmiştir. İsar; cömertlikten daha hususi bir mana taşır. Çünkü cömertlik kendisi muhtaç olmadığı halde bir başkasına ihsanda bulunmaktır. İsar ise kendisi muhtaç iken başkasına verebilmek, ihsan edebilmenin adıdır. İslam tarihinde buna en güzel misal bir savaş sırasında yaralanıp suya ihtiyaçları olan üç mücahidin kardeşlerinin nefsini kendilerine tercih etmeleridir. Bu yüce ahlaka sahip olabilmek kuşkusuz hizmet ehli kardeşler için bu şartlar içerisinde muhakkak olması gerekenlerdendir. Bunun olmayışı menfaatin bir şekilde araya girmesinin göstergesidir. Dolayısıyla da ihlasın ortadan kalkması, zedelenmesi demektir ki, bu da bu zaman ve şartlar içerisinde en büyük haksızlık ve zulümdür mensubu olduğu davaya karşı. Bundan dolayı bilhassa çok büyük bir öneme sahip olan kardeşler arasındaki sosyal ilişkilerin muhakkak surette isar gibi yüce bir ahlaka dayanması gereklidir ki söz konusu ilişkilerde ihlas muhafaza edilip ilişkiler düzeyinde ihlası kırıcı olan menfaat ve çıkar bertaraf edilebilsin. Yani kardeşlerin birbirinde  erimesi  olan 'tefani' kavram olarak kalmayıp canlansın. Öyle ki ilahi davayı omuzlayan, tüm kötü hasletlerden uzak, kesinlikle menfaat ve çıkarın söz konusu olmadığı , Rablerinin kendilerinden onların da rablerinden razı olduğu Rabbani bir cemaat şekillensin.

Allah bizleri gerçek ihlas sırrına ulaşanlardan ve böyle bir cemaatin mensubu olarak hizmet edenlerden eylesin (amin).

İnzar Dergisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.