Cumhuriyet ağacı ve AK Parti aşısı ile PKK düğümü

2004’te cezaevinden çıktıktan sonra bir dönem ek ders ücreti karşılığında ilköğretim Türkçe derslerine girmiştim. Bir gün okul müdürü çağırdı ve bir öğrenci velisinin gelip, beni şikâyet ettiğini söyledi. Derste çocuklarına cumhuriyeti kötülüyormuşum. Garibime gitti, Palu gibi iliklerine kadar cumhuriyet devletinin zulmünü yaşamış bir yerde acaba kim cumhuriyeti eleştirmemden rahatsız olmuş, okula kadar gelip, beni müdüre şikâyet etmiş? Merak edip, müdürden veliyi sordum, aldığım cevap vaziyeti anlamlandırmama yetti. Çünkü şikâyette bulunan veli, sırtını cumhuriyete dayayıp, kendilerine devlet içinde yer bulmuş, ağa-bey ailesindendi. Yani halk, devletin zulümleri altında inim inim inlerken kendileri sürekli cumhuriyetin nimetlerinden/meyvelerinden istifade etmiş bir aile.

Ben de derste tam buna değinmiştim. Ders kitabında yer alan “Cumhuriyet Ağacı” başlıklı metni işlerken, öğrencilere “maalesef bugüne kadar bu ağaç bize hiç tatlı meyve vermedi, hep acı meyve verdi” dedim. Tabi derken, birilerinin de kuyruğuna basmışım. Zira bu ağaç her ne kadar halka acı meyve olmuşsa da seçkin zümrenin ağzında tatlıya dönüşmüş.

Cumhuriyetin 91. Yılı. Ama maalesef biz daha cumhuriyet olamadık. Gerçi mesele cumhuriyet veya başka bir sistem olmakta değil, mesele ayrım yapmadan insanı merkeze alan adil, özgür, hukuk devleti olmakta.

Acı meyve veren bir cumhuriyet ağacımız vardı. AK Parti bu ağacı, tatlı meyve veren bir ağaca dönüştürmek istiyor ve bunun için bu ağacı ha bire aşılıyor. Bazı konularda bu aşı tutmuş olsa da çoğunlukla da yanlış aşılama yapıyor.

Mesela Kürt meselesi bu ağacın en acı meyvesi idi. AK Parti bu acıyı tatlıya dönüştürmek için bir aşılama operasyonuna girişti. Bütün ikazlara rağmen gitti, yenilince boğazda düğümlenip kalan bir ağacın dalından bir parça ile aşılamaya kalktı. Aşılamanın neticesinde elde edilen meyve, şu anda bütün memleketin boğazında düğümlenip kaldı ve memleket bu düğümde boğuluyor. Biz yine uyarılarımızla memleketin düğümlenmiş boğazına su yetiştirmeye çalışıyoruz ama birileri hala şerbet içirerek memleketin boğazını açacağını sanıyor.

Yapılan yanlışlarla çözüm süreci PKK’nin devletleşme sürecine dönüştü. PKK, süreçten devşirdiği güçle şartların oluştuğunu görünce, masaya tekmeyi vurdu ve başkaldırıya girişti. Başkaldırısını son derece vahşi bir şekilde gerçekleştirdi ve bütün Türkiye bu vahşeti gördü.

Birkaç gün HDP/PKK’ye karşı sesler yükseltilse de hemen sonrasında eski moda dönüldü. Sanki bu vahşetin sorumlusu HDP değilmiş gibi, ekranlara çıkarılan HDP’li yetkililer kendilerini allandırdı, ballandırdı, PKK’yi meşru gerekçeler üzerinden masumlaştırdı. Medya bunu yaparken hükümetin de elde kalan tek kozu, görüşmeleri askıya alırız tehditleri oldu. Ancak görünen o ki, PKK süreçte ayak oyununa getirdiği hükümete karşı kazandığı güce yaslanarak hükümetin görüşmeleri askıya alırız tehdidini pek takmıyor artık. Yani o eskidendi, İmralı ile görüşmelere ben muhtaçtım süreci yürütüp, güçlenmek adına. Şimdi sen muhtaçsın bu görüşmeleri sürdürmeye, demeye getiriyor.

Hâsılı, hükümetin ve medyanın 6-7 Ekim saldırıları sonrası tavrı, tam bir zillet ve acziyettir. Bu da HDP/PKK’ye cesaret oluyor ve oldu. HDP 1 Kasım’ı Kobani günü ilan etti ve yine taraftarlarını sokağa davet etti. Daha 6-7 Ekim vahşeti zihinlerde canlı iken bu çağrıyı yapan HDP, hükümetin ve medyanın bahsettiğim zillet ve acziyetinden cesaret aldı.

HDP/PKK 1 Kasım ile ne yapmak istiyor?

Bana göre bunun birkaç amacı var:

1- Çözüm sürecinde oluşan devlet boşluğunda, PKK adı konulmamış fiili bir statü elde etti. Birinci başkaldırının ardından ikincisi ile bunu pekiştirmeye çalışıyor.

2- Birinci başkaldırı ile yokladığı hükümeti, medyayı ve örgütlü kesimleri aciz gördü ve bu durumu lehine kullanarak muhataplarını buna alıştırıyor. Yani başkaldırıları normalleştirmek istiyor. Buna uygun bir zemin oluşturan Kobani bahanesi de iyi değerlendirmek istiyor.

3- Zayıf bir ihtimal olsa da; 1. Başkaldırıda sergilenen vahşetin sorumluluğunu, 1 Kasım’da olaysız gösteriler gerçekleştirmek suretiyle karanlık odaklara yıkmak. Yani 6-7 Ekim, karanlık odakların işiydi demeye getirmek.

Ceberrut devleti benimsemeyi bir tarafa bırakın, Kürtlüğüm ve Müslümanlığımdan dolayı iki kat zulmünü yaşamış bir insanım. Şu andaki devleti son derece sorunlu görüyorum. Bazen PKK’ye karşı devlet dediğimiz yerde de devleti sorumluluklarına davet ediyoruz. Bu, devleti benimsediğimiz manasına gelmez. Ortada, elinde silah her türlü vahşeti sergileyen bir PKK varsa ya elimize silah alacağız ki geçmişte buna mecbur bırakılanlar her türlü iftiraya maruz kaldı, ya da devleti sorumluluklarına davet edeceğiz. Silah ihtimali belirse, brakujidir; devleti sorumluluklarına davet etsen, devletçisin. Ee, çözümünüz ne ve siz nesiniz? Tam bir şeytanlıktır bu.

Kör, topal, sorunlu bir devlet ve pratiği hatalı, eksik bir hükümet var. Tüm bunlar konusunda en çok veryansın edenlerdeniz ve bunların en fazla zararlarını görenleriz ama tüm bunlara rağmen insaflı olmak lazım; ortada alışkanlıklarından vazgeçmeye çalışan mevcut hükümetli bir devlet var. Ama alışkanlıklarından vazgeçmeyen bir örgüt var. Elindeki silahı baskı, tehdit, sindirme, öldürme amaçlı kullanıyor ve en vahşi saldırılara imza atmaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.