Devlet, siyaset ve Şeriat

Devlet, siyaset ve Şeriat

Tanzimat sürecinde Şeriat alanı hem daraltıldı hem birtakım müdahalelerle ihlal edilmek istedi, çünkü devletin modernizasyonu ve merkezileştirilmesi söz konusu olunca geleneksel yapıya müdahale edilmesi gerekiyordu.

Tanzimat sürecinde Şeriat alanı hem daraltıldı hem birtakım müdahalelerle ihlal edilmek istedi, çünkü devletin modernizasyonu ve merkezileştirilmesi söz konusu olunca geleneksel yapıya müdahale edilmesi gerekiyordu. Batı'da modernleşme temelde ekonomi, ticaret ve teknolojide ortaya çıkan gelişmelere paralel siyasi ve hukuku düzenlemeleri gerekli kılarken, bizde tam aksine siyasi ve hukuki düzenlemeler yapılarak sürece işlerlik kazandırılmak istendi. Modern Devlet Osmanlılarda, Selçuklularda ve Emevilerde olduğu gibi idare ile yetinmeyerek, aynı zamanda yeni bir ulus, bir cumhuriyet ve bu çerçevede "modern toplum"inşa etmeyi hedefliyordu.

Geleneksel Osmanlı sisteminde Şeriat teb'ayı padişaha ve devlete karşı koruyan ve teb'anın sivil hayatını düzenliyordu. Şeriat etkisizleştirilmedikçe, hatta tamamen "dışarı çıkarılmadıkça" modernleşme projesi yürütülmezdi. Bu nedenle Tanzimatçılar daha sonra Meşrutiyetçiler Şeriat'ı medeni-sivil hayattan bertaraf edilmesi gereken "zararlı-engelleyici bir unsur" olarak gördüler. Tanzimat Cumhuriyet ve Kemalizm Şeriatı ortadan kaldırarak monolotik-homojen bir toplum inşa etmek istedi. Bu konuda bürokratik merkezin unsurları olarak aydınlar, askerler, iktidar ve seçkinleri, askerler, yüksek yargı üniversiteler, büyük sermaye, devlet sanatçıları ve onların medyadaki uzantıları hemfikirdirler. Tarihte Şeriat'in, toplumu padişaha, yöneticilerin keyfi yönetimine karşı korumuş olması üzerinde yeterince durulmuş bir konu değildir. Uygulamada, padişahın koyduğu yasakların toplamı olan Örfi Hukuk'a ve ondan beslenen kamu hukukuna karşı bir tür sivil hukuk alanı oluşmuştur ki, bunun referansı ve koruyucusu Şeriat'tır. Osmanlı kolektif hafızasında Şeriat yönetime karşı koruyucu kalkan, temel hak ve özgürlükleri, sivil ve medeni hayatı koruyan "hukuk, hukukun üstünlüğü" ilkesidir. 31 Mart Vakası'nda Yahudi ve Hıristiyan teb'anın da katıldığı gösterilerde "Şeriat isteriz" diye bağırmaları bununla ilgilidir. Çünkü Osmanlı siyasi düzeninde Şeriat devlete karşı hukuktur.

Beşeri sosyal hayatın sürebilmesi için hem toplumun hem de devletin icra etmesi gereken işlevleri var. Topluma ait işlevlerin, toplum tarafından görülmesi durumunda toplum özgürleşir, ancak topluma ait işlevler devlet tarafından yerine getiriliyorsa, burada derece farkıyla totalitarizmin izlerini aramak gerekir.

Emeviler zamanında zulmeden valileri Hasan-ı Basri'ye şikayet edenlere, İslam'ın büyük aliminin verdiği cevap ilginçtir: "Allah boyunlarını devirsin" diyor. "Bilmiyorlar mı ki İmamın (Devletin) hakkı dörttür: Cumayı kıldırması, vergi toplaması, hadlerin uygulanması ve cihat ilan etmesi."

Büyük kelamcı, fakih ve sufi Hasan el Basri'ye göre devletin dört temel fonksiyonu vardır. Devlet hükümrandır, Cuma'yı kıldırması bunu imgeler. Hükümranlığın ve egemenliğin pratik hayatta ki karşılığı, devletin kimlik vermesi, bayrağının olması, para bastırmasıdır. İkincisi devlet vergi toplar. Üçüncüsü, hadlerin uygulanması yani asayiş, iç güvenlik, adliye, yargı gibi görev ve işlevleri üstlenir. Son olarak da savaş ilan etme, yani dış savunma yetkisini elinde bulundurur.

Devlete veya başka deyimle kamu otoritesine ait bu fonksinlar şahıslara, grup ve cemaatlere, yani sivil topluma devredilmez. Şahısların veya sivil toplumun veya cemaatlerin polisi, askeri, adliyesi olmaz. Fakat mahkemelerde hukuk farklı olabilir. Hıristiyanların hukuku farklı, Yahudilerin farklı, Müslümanların hukukları farklıdır, zira hukukun kendisinden neş'et ettiği dinleri farklıdır. Lakin infaz merkezi otoriteye aittir. Nitekim Osmanlı tatbikatında Kilise Mahkemesi Hıristiyanlar arasındaki ihtiraslara ceza tayin eder fakat cezayı infaz etme yetkisi merkezi otoriteye aittir.

Sıralanan dört alan dışındaki fonksiyonlar topluma ait olunca, sivil alan da olabildiğince genişler. Osmanlı'da 345 bin civarında vakfın mevcut bulunması geleneksel İslam toplumlarındaki geniş ve etkili sivil alana işaret eder. Birinci kırılma olarak işaret ettiğimiz Emeviler'de Muaviye ile başlayan kırılma dahi, devlete ait bu dört işlevin alanı sınırları dışına çıkmıyor, yani hilfetten sultanata geçilmiş olsa bile, devlet sivil hayatı zapt etmeye kalkışmış değildir.

Tanzimat döneminde, "toplum devlet içindir" anlayışı hâkim olmaya başlar. Bu zihniyet değişimine paralel olarak devlet ricali toplumu ele geçirmenin yollarını arar. Islahat Fermanı ile süreç hızlandırılır. Tam bu noktada, yani 1850'lerden sonra ortaya çıkan İslami hareketlerin itirazı zuhur etmeye başlaması tesadüfi değildir. İslamcılık bu tarih öncesinde Darü'l İslam'ın varlığı nedeni ile ortaya çıkmazken bu tarihten sonra ortaya çıkmasının nedeni, Darü'l İslam'ın tehdit altına girmesi, Osmanlı Devletinin toprak kaybetmesi, zayıflamasıdır.

İslamcıların itiraz geliştirirken dayanak noktası Kuran ve Sünnettir. Dayanak doğru olmasına rağmen içine düştükleri hata, modern devleti İslam'a tercüme etmeye kalkışmalarıdır. Modern devlete bakıp İslami siyaset teorisi geliştirmişlerdir. Buna yol açan sebep hilafetin 1920'lerde ilga edilmesidir. Hilafet ortadan kalkınca İslam aleminin genelinde siyasette var olmanın yolları aranmaya başlandı. Bu sebeple üçüncü kırılmanın sonundaki büyük yıkılmanın altında İslamcıların da tam başarıyla kalkabildiklerini söylemek güçtür.

İkinci Nesil İslamcılar'ın tarihsel geleneklerinden kopup formel yapısı ve işlevsel rolüyle modern ulus devletle örtüşen bir "İslam devleti" idealini mücadelelerinin merkezine oturtmaları, arada geçen zamanda modernliğin ve üç sac ayağından biri olan ulus devletin yeterince kritik etmediklerini göstermektedir. İslami hareketlerde kuşkusuz "Şeriat" kuvvetli vurgudur. Ancak modern zamanlarda ezici çoğunluğu itibariyle İslamcıların dahi Şeriat algısı, toplumun tepeden tırnağa, yani aşağıdan yukarıya ve bir bütün, yani monolitik olarak yapılandırılması, özellikle ceza hukukuyla ilgili hükümlerin uygulanmasını ima eder. Nihayet Pakistan, Sudan vb. yerlerde yönetimi ele geçiren Müslümanların ilk olarak ceza hukukundan başlamış olmaları bunun gösterir. Bu modernliğin Müslüman zihinde yeniden üretiminin sonucudur, ciddi bir kritiğinin yapılması gerekir. Eğer zamanında –ki bunda hepimizin kusuru var elbette- söz konusu felsefi-politik kritik yapılsaydı hem modern ulus devlet İslam içinde üretilmez, hem iktidar fırsatını ellerine geçirdiklerinde İslamcılar bir anda kendilerini devletin asli sahipleri görüp ıstırap çeken unsurlara karşı böylesine devletçi-milliyetçi politikalar izlemezlerdi.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=yazarHaber&ArticleID=18753

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.