Dokuz Dakika Otuz Dört Saniye

Dokuz Dakika Otuz Dört Saniye

Gerçekten Allah Teala ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de Ona salât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin

“Gerçekten Allah Teala ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de Ona salât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin!” (Ahzab: 56)

Allahümme salli ala Muhammed’in ve ala âli Muhammed’in kema sallayte ala İbrahime ve ala âli İbrahime. Ve barik ala Muhammed’in ve ala âli Muhammed’in kema barekte ala İbrahime ve ala âli İbrahim. İnneke Hemidün Mecid.

(Allah’ım! İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât edip bereket verdiğin gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in âline de salât edip onları mübarek kıl. Şüphesiz Sen, övgüye ve yüceltilmeye layıksın…)

Dillerin Resülullah(sav)’a pervasızca uzatılıp, alay ve eğlence konusu yapıldığı bahtsız bir zaman diliminde yaşamak mı, yaşamamak mı daha iyi acaba? Cevabı zor olmayan bir soru aslında. Ama ne yazık ki; böyle bir zamanda yaşamak payımıza düştü. Daha acısı ve sorunun zor olanı şu; birçoğumuz “Allah belalarını versin” demek dışında bir şey yaptık mı sahi? Yanıt çoğumuz için tek kelime hem de kocaman bir ‘hayır’

“Yerin altı yerin üstünden daha iyidir.” tabiri başka bir zamana bugünkü kadar yakışmış mıydı? Veya bu günü tabir eden daha güzel bir ifade var mı gerçekten?

Ya Rab! Dergâhına sığınıyoruz affet bizi.

Ya Resul! Üzdük seni biliyoruz. Önünde diz çöküp kusurumuzu itiraf ediyoruz. Sana sahip çıkamadık; ama bil ki seni seviyoruz yine de. Dileğimiz, layık olmasak da mahşerde yalnız bırakmamandır bizi.

Ya Rab! Habibin aşkına, Muhammed Mustafa hürmetine bağışla bizi.

Zaman kusurlarımızı giderme, suçumuzu bir nebze de olsa telafi etme zamanıdır. Madem onlar bunu yapıyor ve bizim de engelleyecek gücümüz yok, o zaman yapabileceğimizi yapalım. Onların inadına o mübarek ismi yüceltelim. Haykıralım o mübarek ismi açıktan. Haykıralım o güzel ismi gizliden. Haykıralım o mübarek ismi her yer ve mekânda Rabbimize dayanarak öyle bir haykıralım ki; arsızlara ders olsun. Onun gibi öyle yaşayalım ki, yapanlar ettiklerine pişman olsun. “... Ey iman edenler! Siz de Ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin!” ilahi buyruğuna uyalım.

İbn Ebi Leyla bildiriyor. Ka’b bin Vera benimle karşılaştı ve şöyle dedi. “Sana bir hediye vereyim mi? Peygamber (sav) bizim yanımıza çıktı, dedi ki:

“Ey Allah’ın Resulü! Sana nasıl selam vereceğimizi biliyoruz, fakat sana nasıl salâvat getireceğiz?”

Şöyle deyin buyurdu; “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammed. Kema sallayte ala İbrahime İnneke Hemidün Mecid. Allahümme barik ala Muhammedin ve ala âli Muhammed kema barekte ala İbrahime İnneke Hemidün Mecid” (Cem’ul Fevaid)

Ebu Talha (ra)’dan;

Bir gün Peygamber (sav) yüzünde büyük bir sevinç ifadesiyle geldi.

Dedik ki: “Yüzünde sevinç ifadesi görüyoruz; hayırdır inşaallah”

Şöyle buyurdu: “Bir melek geldi ve bana dedi ki: ‘Rabbinin sana selamı var. Diyor ki: Bir kimse sana bir kere selam ederse, ben ona on kere selam ederim.’ Bu seni hoşnut etmez mi?” Selam olsun sana ey kutlu Nebi, salât olsun sana ey Efendiler Efendisi

Selam olsun sana ey Canlar Habibi, selam olsun sana ey Güllerin Güzeli

Selam olsun sana ey Allah elçisi, selam olsun sana ey Aydınlık Güneşi

Öyle bir salât getirin ki, hücreler zelzeleye tutulsun. Öyle bir salât getirin ki, bedeniniz sura üfürüldüğünü zannetsin ve öyle bir salât getirin ki, Resul-i Ekrem ravzasında sevinsin.

Resulullah (sav) buyurdu ki; “Allah’ın bir meleği vardır ki, Ona mahlûkatın kulaklarını vermiştir. O, vefat ettiğimde kabrimin üzerinde duracaktır. Bana bir kimse salâvat getirince bu melek mutlaka bana şöyle der: ‘Ey Muhammed! Filan oğlu (veya kızı) filan sana salât etti. Bu vesileyle yüce Rab bu adama her salâtına karşı on kez salât ediyor” (Peygamber Külliyatı M. B. Salih ed Dımeşki)

“Ümmetim içinde, kalbinden koparak bana salâvat getiren hiçbir kimse yoktur ki, Allah bu sayede kendisine on kere salât etmesin, on derece yüceltmesin, on sevap yazmasın ve on günahını silmesin.”

Yıkın örülmüş duvarları, çözün zincirleri ve azad edin kalplerinizi! Doğan güneşin aydınlığı, akan suyun şırıltısı, yuvarlanan taşın nağmesi ve uçan kelebeğin aşkıyla riyasız, gösterişsiz, menfaatsiz, candan ve de kalpten haykırın “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed ….” nidasını.

Selam olsun sana ey dürr-i yekta, selam olsun sana ey büyük sevda!

Selam olsun sana ey derman-é derda selam olsun sana ey sahib-i ravda!

Selam olsun sana ey övülen arş-ı alada, selam olsun sana ey sevilen, yerde, semada!

“Salât getirin…” ilahi emriyle bir pencere açıp bir sırra vakıf olalım. Hani hep ‘dualarımız kabul olmuyor’ deyip dururuz. Açar ellerimizi başlarız isteklerimizi bir bir sıralamaya. Söyler de söyleriz. İster de isteriz. Buraya kadar iyi ve de güzel. Ama unuttuğumuz bir şey olmasın mı? Birçoğumuz için “Evet” var. Onun (Sallallahu aleyhi ve selem) adı, onun bereketi ve onun şefaati. Bir de Allah’a hamd u sena. Hazine elimizde, yanı başımızda, bize bizden daha yakın, ama uzaklarda arar dururuz. İşin sırrı şu; Resulullah (sav) buyurdu ki; “Evveli, Allah’a sena ve Peygambere selam oluncaya kadar her dua perdecidir. (Kişi bunu yaptıktan) sonra dua eder ve duası müstecap olur.”

Resülullah (sav) otururken aniden bir adam geldi ve namaza durdu. Namazda “Allahümmeğfir li verhamni” (‘Allahım! Beni bağışla, bana merhamet et’ dedi. Hz. Peygamber (sav) ?Ey namaz kılan kişi, acele ettin! Namaza durup oturduğunda, Allah’a layık-ı veçhiyle hamd et! Sonra bana salâvat getir! Sonra dua et” buyurdu. Daha sonra başka bir adam namaz kıldı. Allah’a hamd etti, Hz. Peygamber (sav)’e salât u selam getirdi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ey namaz kılan kişi, dua et; kabul edilsin. (Başka bir rivayette) “İste dilediğin verilsin.” (a. g. e.)

Şimdi de bir pencere daha açıp bir uyarıya kulak kesilelim. Dünyanın en cimri insanı kim? diye bir soru sorulsa tek cevap verebilecek miyiz, yoksa her birimiz tanıdığımız bir şahsı mı söyleriz? Acaba ben olmayayım mı? diye hiç tasalandık mı, hiç kendimize baktık mı? Sahi dünyanın en cimri insanı biz olmayalım mı? İşte ölçü. Öyleyse her birimiz kendimiz için bakalım. Nasıl mı?

Ebu Zerr (ra)’den dinleyelim: “Bir gün dışarı çıkıp Resülullah Sallallahu aleyhi vesellemin yanına vardım. Resul-i Ekrem ‘Dikkat edin! Size insanların en cimrisini haber vereyim mi?’ diye sordu. Ashab: ‘Evet ya Resulallah’ diye karşılık verdi. O da şöyle buyurdu: “Yanında ismim anılıp da bana salât u selam getirmeyen kimse insanların en cimrisidir.” (a.g.e.)

Son bir pencere açıyoruz ve üstüne “Dikkat! Önem arz etmekte” diye kalın harflerle bir yazı yazıyoruz.

Ebu Hureyre’den Hz. Peygamber(sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.

“Kim bana yüz kere salât ederse, Allah ona bin kere salât eder. Her kim de içinde duyduğu sevgi ve özlemle bunu artırırsa, kıyamet günü ona şefaatçi ve şahit olurum.” (a.g.e)

Önümde saat dakika tutuyorum. Uzun şekliyle ve normal bir tonla salat getirmeye başlayıp, tespihi çekerek sayıyorum; 1, 2, 3, 4, ….99 ve 100. Saate bakıyorum. 9 dakika 34 saniye. Hesap ediyorum, bir gün 24 saat, yani 1440 dakika. Allah azze ve cellenin değil bin defa bir kez dahi olsa bize salât etmesi, Resülullah(sav)’ın kıyamet günü şefaatçi olup şahit olmasına 9 dakika 34 saniyemizi vermeye değmez mi? Bundan daha kârlı bir ticaret var mı acaba? Sizi bilmem ama ben; “Aklım başımda, kâr-zararımı bilirim” diyen herkesle beraber şu andan itibaren başlıyorum işe ve diyorum ki “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala âli…”

İnzar Dergisi

İslam Kuran Haberleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.