Elimizdekini tükettiysek, elimizi açalım

Allah’ın adı ve yardımıyla… Rabbimiz bize hak olarak gösterdiği hakkı, haksızlık yapmadan söyleme imkânı versin. Batıl olarak gösterdiği batılı tekrih ederken;ehl-i imanı -bilmeden o batılın yanında durmuşsa da- incitmeme dikkatini bahşetsin.

Birbirinden apaçık ayrılan hak ile batılın yoğun gayretlerle birbirine bulaştırıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Öyle zor bir imtihan ki; haklı, hakkını alana kadar haklı kalamıyor. Her sarf edilen söz yüzlerce manada yorumlanıyor. Savaşı kesecek sözü olanlar ıslah sözünü esirgiyor ve ısrarla “söz ola kestire başı” mecrasına taraftar toplanıyor.

Her birimiz sabah kalkıp günlük işlerimize koştururken, maalesef İslam düşmanları başımıza ördükleri çoraplara yenilerini eklemekle uğraşıyorlar. Biz, günübirlik suni gündemlerle uğraşırken, onlar gelecek günlerde neleri konuşacağımıza kafa yoruyorlar. İşte Cenevre Konferansı diye bir gündem var ortada. Aylarca onu konuşup, zalimden medet umacak ümmet.

Dahası; Suriye, verilen istatistiksel ölüm haberleri dışında ekranlardan kayboldu. Yaşanan dram yeni bir toplu katliama kadar görmezden gelinecek.Göz önündeki tablo karşısında insanın kelam sarf edecek takati kalmıyor. Ancak evvelden söylemiş olsak bile; zulüm devam ediyor ve bizim de bu zulme sessiz kalmamak gibi bir sorumluluğumuz var.Elimizde zulmü durduracak bir kuvvet yoksa da bizzat zulme maruz kalan gibi davranmak –en azından bağırmak- zorundayız.

Gelinen noktada Müslüman kişi ve kurumaları çekinmeden yaftalamak, farklı İslami kesimlerin ortak paydası oldu. Merak ediyorum, her birinin ellerinde bu kadar ciddi delil ve iddialar olan bu kesimler hiç karşılaşmıyor mu? Yoksa onları birbirlerini ikna etmek için bizzat yüzleştirmek mi gerekiyor?Artık birinin yanında öbürünü, öbürünün yanında berikini savunmak bile yaftalardan birine muhatap olmak için yeterli. “Müslüman kardeşine karşı hüsn-ü zan besle…” demeden, “Öyle Müslüman mı olur?” hışmına uğruyoruz.Tel’inlerin, hakaretlerin bini bir para…

Doğrusu bu İslami kesimlerin her birinin İslam ve Müslümanlara hizmetlerini, dahası zulüm sistemlerinden çektiklerini düşündükçe; kardeşlerinden yedikleri darbelere içimiz yanıyor.Çünkü Suriye’de masumların katledilmesi içimizi ne kadar kanatıyorsa; buradaki nefret dolu söylemler de içimizi o kadar kanatıyor. Ve Mısır’da darbecilerin yanında duran âlimlerin durumu ne kadar hazinse burada zalimlerden takdirle söz edenlerin durumu da o kadar hazindir.

Acı ve hazin olan sadece harap olan Suriye ve açlığa mahkûm çocuklar değil. Esir Kudüs, ancak Gazze’ye saldırılar artınca aklımıza geliyor. Irak, insan ölümlerinin normalleştiği bir coğrafya oldu.  Çeçenistan, adeta nazarımızdaki değerini kaybederken; Arakan, uzaklardaki feryattan öteye geçemiyor. Mısır ve Libya’daki tablolar ümmetin derdini dert edinen herkesi derinden üzüyor.  Açık bir ifadeyle Ümmet Coğrafyası, Rabbimizin “Ümit kesmeyin” emrine ne kadar muhtaç olduğumuzu gösteriyor.

Gördüğümüz her fecrin, bir süre sonra fecr-i kazib olduğunun farkına varmak, ümitlerimizi gerçekten çok hırpaladı. Ancak imanımız her şeye rağmen üstün olduğumuzu hatırlatıyor. Her kabileden gençler birleşip bize pusu kurmuş olsa bile biz biliyoruz ki; Muhammed’in yolcuları Medine’ye varacaktır. Ancak yardımın, elimizdeki her şeyi tüketip ellerimizi Allah’a açtıktan sonra geleceğinin de bilincinde olmalıyız.

Rabbimiz, bu fitne zamanında ayaklarımızı ve kalplerimizi hak üzere sabit kılsın, önümüzde yürüyecek öncüler, öncülere de imkân versin.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.